Menu
Ben Bu Şehrin Artık Yabancısı Değilim
Deneme/İnceleme/Eleştiri • Ben Bu Şehrin Artık Yabancısı Değilim

Ben Bu Şehrin Artık Yabancısı Değilim

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık.” *

Türkiye’den Burkina Faso’ya uzanan altı saatlik uçak yolculuğu bittiğinde saatler akşam dokuzu gösteriyordu. İstanbul’un soğuğundan korunmak için giydiğim mont, hırka, şal ne varsa kucağımda bir yığına dönüşmüştü. Bana şöyle uzaktan bakan biri evde mayaladığım son yoğurt tenceresini kaptığım gibi uçağa bindiğimi sanabilirdi. Ancak bir dakika… Üst üste yığılmış hırka, örtü ve benzerleri ancak bizim oralarda yoğurt tenceresini getirirdi akıllara. Ben bu şehrin yabancısıydım unuttum mu? Havaalanına girmeyi, çeşitli kontrollerden geçmeyi beklerken şöyle bir soluyorum havayı. Şehre sis inmiş gibi ama değil. Bu toz. Şehre toz inmiş. Derin bir nefes alsam burnumun kanatlarında toz zerreciklerini hissedebilirim. Ve bu şehirde zaman geçirdikçe anlayacağım ki “toz” buranın olmazsa olmazı. Bizdeki toz olmak, tozu dumana katmak, ayağının tozuyla gelmek, tozunu attırmak ya da toz kondurmamak gibi deyimlerin hepsi burada daha gerçek bir anlamda karşısına çıkıyor insanın. 

Yalnız hava beklediğim kadar sıcak değil. Akşamları sıcaklık düşüyor olmalı bu aylarda. Düşüyor dediysem yine de sıcak tabii aralık ayı için. Yani “bize göre” sıcak. Neden sonra bakışları hissediyorum etrafımda; meraklı bakışları… Ağzımdan çıkan kelimeler başka kulaklarda yankılanıyor. Tebessümlerle çarpışıyorum arada, hoş geldiniz der gibi bazı bakışlar. Öyle umduğum için böyle bulduğumu sanıyorum belki de.  Beklemeye devam ettikçe yoğurt mayalanıp daha da ağırlaşıyor kucağımda. Bir an önce bir kenara bırakmak istiyorum yüklerimi. İçine portakal ve limon doldurduğum sırt çantamı bulamıyorum bagajları teslim aldığımız alanda. Gelmemiş, sonraki uçaklara yüklenecekmiş, üzülüyorum. Çünkü aralık, ocak demek kış demek. Kış demek; portakal demek. Onsuz olmaz dediğim şeyler için bal gibi de olur diyor sanki bana hayat. Ya da limon yoksa limonata yapma, orada bol bol hibisküs var ve bununla şerbet yapar içersin mesajı mı var tüm bunlarda, bilemiyorum. Günler sonra bir markette portakal -muhtemelen ithal-, limon bulacağımdan habersizim tabii. Ve yine hibisküs şerbetini bu kadar çok içeceğimden de.

Uykuya daldığım ilk gece daha gün doğmadan salonun penceresine koşuyorum. Dünyanın güneşe daha yakın bir yerinde uyanmış olmak gün doğumlarında gökyüzünü değiştirir mi merak ediyorum. Aynı güneş, aynı gökyüzü evet ama onu izlediğim yer farklı. Beni kızarmış bir ufuk karşılıyor. Kırmızıdan turuncuya oradan sarıya uzanan bir renk şöleni. Tüm gün doğumları mı böyle yoksa o gün mü öylesine denk geldim bilmiyorum ama büyüleniyor, epey seyrediyorum. Zaten nerede olursam olayım etkiler beni bir günün doğumu. Doğumdur neticede. Hem zorlu hem mucizelerle dolu. Gün içinde ise farklı pencerelere koşarak nabzını tutmak istiyorum buradaki hayatın. Pencereden şehri okumaya kalkıyorum. Eksik ve kusurlu evet. Fili hortumundan yakalıyorum bir nevi ama anlamaya atılan bir adım neticede. 

Mutfağımın penceresi bu iş için epey uygun; bütün mahalleyi gözler önüne seriyor. Bana en yakın evi izlemeye koyuluyorum. Bir yandan insanların mahremine bakıyor gibi hissedip çekiniyor diğer yandan kendime engel olamıyorum. Mahalleyi toprak rengi bürümüş ve bu toprağın rengi kırmızıya çalıyor. Evlerde de bu topraktan yapılmış yapı malzemeleri kullanıldığı için mahalleye hâkim renk bu. Sonra ağaçlar çarpıyor gözüme. Hemen hemen her evin önünde bir tane ağaç var gibi görünüyor.  Tek katlı evler çoğunlukta. Bu evler birkaç ayrı odadan oluşuyor. Bu küçük odaların kapısı birbirine dönük ve ortalarında da yine küçük, avlu diyebileceğimiz bir alan var. Bu avluda kadınlar ellerinde çamaşırlarını ve bulaşıklarını yıkıyorlar. Yine aynı yerde yakılan bir ateşle yemekler pişiriliyor. Akşam olup da gün batınca karanlığa gömülüyor mahalle. Sokakları aydınlatan lambalar bölüyor bu karanlığı yer yer. Elektrik ve su yok evlerin bir kısmında. Hayat düzeni güneşe ayarlı dolayısıyla. Güneşin doğmasıyla başlayan yaşama telaşı, güneşin batmasıyla yerini uykunun rahat kollarına bırakıyor.

Günler geçtikçe bildiğim ve tanıdığım meyve sebzeye, gıdaya ulaşabiliyor olmam benim buraya alışmamı kolaylaştırıyor. Yol kenarlarındaki derme çatma tezgahlarda, domatesinden salatalığına; biberinden patlıcanına, karpuzundan muzuna pek çok yiyecek var. Alıştığım çeşitlilikte ve kalitede ya da lezzette olmasa da kimi zaman, pazarlar ve marketlerde de aradığım pek çok şeye ulaşabiliyorum. Tabii insanın canı bir hafta sonu taze ve sıcak simidini alıp deniz kenarında çimler üzerinde oturup çay içmek çekmiyor değil. Öyle olunca evde deniyoruz simit yapmayı ancak denize çare yok. Kokusuna, seyir zevkine, vapuruna, vapurunun dumanına… 

Ben bu şehrin artık yabancısı değilim; insanlar, yollar, ağaçlar, çiçekler (renk renk begonvil görünce çok şaşırmıştım) tanıdık benim için. Dönünce karşıma neyin çıkacağını bildiğim köşeler var. Tozun, yağmurun, çileğin, mangonun mevsimini tahmin edebiliyorum az çok. Görünce sevindiğim, sıkıca sarıldığım arkadaşlarım var. Gülüşleri ile neşe saçan çocukların gözbebeklerinde gölgem var. Ancak buraya ve buranın insanına dair daha öğreneceğim yığınla şey var. Mesela burada birine bir iyiliğiniz dokunursa o kişinin akrabaları ve komşuları da yanınıza gelip size teşekkür etmek istiyorlar. Başkasına yapılmış bir iyiliğe kendilerine yapılmış kadar sevinmeleri benim çok hoşuma gidiyor. Yahut her daim neşeli oluşları ve oynamak için kapı gıcırdayışına bile ihtiyaçları olmamasını seviyorum. Ve onları daha da yakından tanımak istiyorum. Zaten bizden beklenen de bu değil mi?

*(Hucurât Suresi/13. Ayet)

ZEYNEP

Kars’ta doğdu. Akyazı Anadolu Öğretmen Lisesi ve Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği mezunu. Uluslararası ve Karşılaştırmalı Eğitim alanında yüksek lisansı devam ediyor.  
Yurt içinde ve yurt dışında öğretmenlik yaptı ve Yeşilay bünyesinde, bazı Osmanlıca dergilerin dijital ortama aktarılmasında görev aldı. 

Ayraç ve Yazıatölyesi dergilerinde editörlük yaptı.Yazıları İtibar ve Muhayyel dergilerinde yayımlandı.Çocuk edebiyatı, pedagoji, psikoloji alanlarında okumalarını sürdürüyor.Evli ve bir kızı var.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları