Menu
FİLİSTİN'İN ÜTOPYASI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • FİLİSTİN'İN ÜTOPYASI

FİLİSTİN'İN ÜTOPYASI



Filisti'nin Ütopyası

Bugün Filistin halkı şehir devleti sınırları denecek kadar daralmış topraklar üzerinde ölüm kalım mücadelesi veriyor. İslam dünyasının namahremi olarak nitelendirilen filistin davasında giderek sona yaklaşılıyor. Bir tarafta “şimdi”sini güvence altına almaya çalışan; İsrail, diğer tarafta ise akraba Müslüman halklarla mescidi Aksa'da namaz kılıp beraberce kucaklaşacağız ümidindeki; Filistin.

Mücadelenin taraflarından biri devlet diğeri halk. Halkların modernleşme süreciyle giderek ufalanmakla birlikte hâlâ ortak duygularını, düşüncelerini, dinlerini taşıyan sosyal aktörlere denk düşen bir gerçeklikleri vardır. Aynı ortaklıkları devletler tutkuyla hissetmez. Çünkü onlar özlerini kurguya dayalı bir organizasyon ya da kavramlaştırmada var ederler. Hülasa, devletin tekabül ettiği bir sosyal aktörler grubu yoktur. Bu konularda çoğu zaman halklarından farklı hareket ederler. Devlet soyuttur. Kurgu üzerine yaşar. İnsanlar ve halklar ona anlam verdikçe değer kazanır ve bundan nemalanırlar; hedefleri için dini, halkın uzun yüzyıllar boyu getirdikleri ortak düşünceleri kullanmaktan kaçınmazlar. Kurduğu hiyerarşinin tepesine devlet kendisini oturtur. Din ve din adamını; hukuk ve hukuk adamını; sanat ve sanatçıyı; devlete göre vaziyet almalarını bekler. Dolayısıyla devleti yönetenlerin doğru ve yanlış algıları zaman içerisinde değişmesine karşın devlet çatısı altında yaşayan insanların siyasi ve ideoloji adına yapılan tutarsızlıklara boyun eğmeleri beklenir. Halkın devletinden talepleri olmasını da tehlikeli bulurlar. Devlet, tek taraflı bir bağlanma ve sevme ilişkisi ile de “sevme” ve “sadakat”a sınırlar getirir, anlamını daraltır…

Tıpkı, İsrail topraklarında yaşayan insanların içinden yükselen muhalefeti duymak istemeyen İsrail devleti örneğinde olduğu gibi. Yahudi halkı devletine oranla daha gerçekçi. İdeolojik devlet tutumunun Yahudi halkını sürgüne bile fırsat vermeden toplu bir yok oluşa götüreceğinden korkuyorlar. Belki de bu sefer bir barış anlaşmasıyla Kudüs'ten çıkmalarına bile izin verilmeyecek kadar Müslüman halkları kızdırdıklarının farkına varıyorlar…Filistin'de yaşayan Hıristiyanlar bile tüm küçük düşürme çabalarına rağmen Yaser Arafat'tan yana tavır almışlardı ve devlet reisi olarak kabul etmeyi o ölünceye kadar sürdürdüler. Ancak Hıristiyanlıkla aynı ortak değer ve hakikatlere bağlı İngiltere ve ABD gibi batılı ülkeler; İsrail devletinin mağduriyetini dile getiriyorlar. Bu durum, devlet çıkarlarının öncelikleri altında dinlerin nasıl ezdiğine en iyi misallerden biridir; Batılı Hıristiyanlar devletlerin, Ortadoğulu Hıristiyanları ne kadar ciddiye aldıkları ve devlet ilişkilerinde din ya da kültürel diğer etmenlerin yerini göstermesi açısından önemlidir.

Kenize Mourad “Toprağımızın Kokusu'nda, (Toprağımızın Kokusu: Filistin ve İsrail'in Sesleri, Everest Yay., 2004.) Yahudiler arasında muhalif grup ve kişilerin varlığından bahsediyor. İsrail devletinin politikalarını tasvip etmeyen insanların varlığından ve insanlıklarının ölmediğinden haberdar oluyoruz. “Tek vücut İsrail” imajı yalanını uzun süre televizyon ve gazetelerde sürdüremeyecekleri de anlaşılıyor: Gerek göçle gelenlerin yüzde yirmisi geldikleri yerlere geri dönme gibi taleplerinden, gerekse de içerideki muhalif grup seslerinin yükselmesinden birden fazla İsrail'in farkına varıyoruz. Bir diğer ifade ile gayri insani ideolojik yapıya katlanmayanlar ayrılıyor; gitmek istemeyenler de devletlerini dizginlemeye çalışıyor. Yalnızca bu tespitler bile İsrail devletinin nasıl yalnızlaştığına dair delillerdendir. Halkının bile desteklemekte tereddüt etmeye başladığı bir devlet daha ne zavallı hallere düşeceğini şimdiden söylemek kehanet olmasa gerektir.

Filistin topraklarında olup bitenlerin özünde halk ve devlet karşıtlığı yatmaktadır. Aynı yapı içerisinde bile devlet ile halk ters düştüklerinde veya sorunlar yaşadığında; örgütlü yapıyı elinde bulunduranlar, meşru organlara ve maddi imkanlara sahip olmanın avantajını sonuna kadar kullanabiliyor ve halkına zulmedebiliyorlar. Bunu Filistin topraklarına uyarladığımızda İsrail devleti ile Filistin halkı arasındaki mücadelede hiçbir alanda kıyaslama yapılamayacak kadar büyük uçurumlar oluşmuş. İsrail devlet olmanın avantajıyla ideolojisini ölen insan ve sönen ocakların üzerinde yükseltirken, Filistin halkı da İsrail devletinin elinden alamayacağı son kaleye yani ütopyalarına sığınmış. Gideceği bir yerde yok. Gün be gün sayıları azalan Filistin halkının zulme karşı ürettiği çözüm şimdilik bu.

Filistin ütopyası ya da duası…

İsrail devletinin ideolojik tavrı altmış yıllık meşrulaşma gayretlerinden oluşurken Filistin'in ütopyası ise başka bir dünyayı hayal etmeye yönelik. Dünya'nın vicdanı olmak istiyorlar; kanayan yarası değil. Kalplerindeki iyiliği cömertçe dünyaya gösterecek imkanlara kavuşmak istiyorlar. Gelişmişlik yalnızca gayri safi milli hâsıla artışları ile sağlanmaz en azından buradan başlanmaz diyorlar: Biz size bunu öğretebiliriz. Kanı, savaşı, acıyı, saadeti topraklarımız yaşadı… Tecrübe etti. Bu toprakların tecrübesine güvenin nice dinleri ve onların peygamberlerini misafir ettik. Onlardan insanlığın hafızası olmayı hak edecek belgeler var elimizde! Ama artık onları bu topraklar taşıyamıyor. Ya topraklarıma düşen bombalarla yanacaklar. Ya da ben yani Filistin yok olmadan içinizden salih insanların da yardımıyla yeni nesillerin faydalanmaları adına bu sorumluluğu ve emaneti taşımaya hevesli önerdiğiniz emanetçilere vereyim; tercih sizin! Ama ricam beni emanet ettiğiniz emanetçiler gibi olmasınlar! Yaşadığımız kısa hayatlarda nelerin öncelikli nelerin sonraya kalmasından tutunda, bunca felakete rağmen Allah'la olan kulluk ilişkimizde isyan gölgesinin üzerimize düşmeyişine kadar birçok misal ve düşünmede, amelde ahlakımızla size öncülük edebiliriz. Kaybettiğiniz ya da hayatınızdan çıkmasından dolayı acısını çektiğiniz her ne varsa Batı Şeria'da ya da Gazze sokaklarında karşılaşır, hatırlar ve bu değerlerinizle tekrardan barışabilirsiniz. İsrail devletinin üzerinde kurulu olduğu topraklar da Filistin toprağıdır. Ancak bu topraklar baskı altında… Müsaade edin! Size neler kazandırabileceklerini gösterebilecekleri günleri ve zemini bulsunlar! Ne çok anlatacak şeyleri vardır. İşgal altındaki diğer topraklarda neler birikmiştir şimdiye kadar… Ancak, uzun süredir konuşacağı muhatapları yok. Kudüs'ü terk etmek zorunda kalanlarla aynı tıyniyetteki insanların bir gün geri geleceği ütopyasına en çok sahip çıkan Kudüslülerdir… Batı Şeria'dır…Gazze'dekilerdir.

Kudüs, Batı Şeria ve Gazze. Kan gölünde büyüyen koyu kırmızı güller… topraklarımız diğer gül renklerini ve kokularını unuttu…

Filistinli kardeşlerimiz ütopyalarına sarılıyorlar. Sırada tecrübelerinden ders alacak bir sürü halk olduğunun farkındalar. Filistin, dünyanın yaptığı haksızlığa karşı ruh sağlığını iyi ki böyle koruyor. İnsan kaybediyorlar… ama başka coğrafyalardaki Müslümanları da Filistin kütüğüne yazmaya devam ediyorlar: Bir şehitlerini Allah'a verirlerken Müslüman diyarından yeni katılımlarla çoğalıyorlar. Etrafımdan biliyorum; yaz olsun Filistin'deyim, hocam diyen genç! Adı: Ferdi… yapıp yapamaması da önemli değil. Ya da milyon dolarlık futbolcuların yaptıklarına ne demeli! Profesyonel oldukları yani parayı bastıranların kendilerini satın alabileceğini söylenen futbolcuların gol sonrası amatör ruhlarını hatırlayan ve eş-çocukları yerine Filistin için bu sevinci yaşamalarına ne demeli! İsrail ve arkasındaki güçlerin bu sıkı sansür ortamında Gazze'de kuş bile uçurtmazken o kuşların kan çırpışını futbol stadyumlarında, üniversitelerde, cami çıkışlarında, kunut dualarında kulakları sağır etmesine ne demeli! Batılı güçlerin bunları engelleyememesine ne demeli!

Bunu Filistinlilerin bize hatırlatması ve düşündürmesi önemli olan. Ne yazık ki, İsrail devleti bu bütünleşme karşısında hâlâ elindeki ve arkasındaki gücün güveni ile avunuyor.

Filistin topraklarındaki işgalci İsrail'in içinde Batı Şeria ve Gazze iki leke gibi duruyor. İsrail, lekeleri kanser hücreleri gibi yorumluyor olmalı! Bir an önce kesilip atılması ve kurtulması gereken parçalar. Oysa çok değil yüzyılın başında da tam tersine bir resim vardı. Devletleşmemiş İsrail, Filistin topraklarına sürülmüş bir leke gibi duruyordu.

Demek ki devran sürekli değişiyor. Bugünün güç sahipleri yarınlarındaki perişanlıklarını o çok güvendikleri ince hesaba yani rasyonel çizgiye sahip çıkarak geciktirmek istiyorlar. Bari bunu dahi yapabilseler….keşke!… ama yeter! Onlar adına düşünmekten bıktık. Ve onlardan beklemekten de..

Filistin adına düşünmeye devam edelim. Çünkü bugün Filistin'i bitirenler bu iştahla daha yeni Filistin projelerinde bir araya gelecekler.

Filistin'de zaman İsrail devletinin aleyhine ve Filistin halkının ise lehine işlediğini görmek güzel. Bir diğer güzellikte İslamlık dairesinde yaşayan daha fazla insanın, halkın dirilmesine ve ortak kimlikleri üzerinde düşünmeye itmesin de yatıyor.

Sonsöz yerine: Bir hatırlatma notu

Filistin'in dışarıdan göç almaması ile ilgili (Hz Ömer vs) bağlayıcı akitler vardı. Abdülhamit sonrası on yıllık dönemde İttihat ve Terakki ile birlikte masonik örgütlenmenin Osmanlı topraklarında etkinliğini artırmasına paralel olarak on bin civarındaki Yahudi nüfusu 1918 yılına gelindiğinde yüz bine yaklaşmıştı. Yahudi İdeolojisine cesareti veren ve buranın bir yurt olabileceği fikrinin güçlenmesine son dönem Osmanlı yönetim politikalarının da günahı var. Arapların Osmanlı'dan vazgeçişlerinde milliyetçilikleri kadar topraklarını korumakta İstanbul hükümetlerinin zorlanmasını ve huzursuzluklarını da eklemek gerekir.

İsrail, ideolojisi gereği menfaat alanlarını genişletmeye çalışıyor. İdeallerinin kaynağı olarak gösterdikleri mit ve şeriatıyla birlikte dünyalık menfaatlerini hercü merc etmektedirler. Tarihi süreçte yaşadıkları üç büyük diaspora ve beraberinde dinlerinin millileşmesi bahsettiğimiz dünyalığın daha fazla merkeze taşınmasına sebep oldu. Bu haliyle de ahret inancı taşıyan iki dünyalı semavi dinlerden bu şekilde kopuş yaşadılar. Tek tanrı inancının gereği olan insanın önce yaratanına kendini beğendiren ahval ve davranışlar içinde olmak yerine bu dünyaya dönük yeni ölçütler geliştirdiler. Güce hayranlık bir kölelik özelliği oysa; güce sahip olmayanların rüyası. Aynı Zaviyeden bakan insan, grup, devletlerle yan yana durmak köleye iyi olduğunu hissettirir. Güce sahip olamasa da güçlülerle anılmak önemlidir, değerlidir. Kutsala ilişkin ölçütlerin tek tanrıdan dünyaya kayması belki böyle formüle edilebilir.

İsrail'in özünde olmayan ve iyiye doğruya yönlendiremediği güç; İsrail'i güvensiz ve her şeyi ile sunî hale getiriyor. Birliğini sağlamadan yalnız nüfus olarak büyümeye yönelmiş İsrail'e göçlerin azalması da aynı sunî gerekçelere dayanıyor. Dışarıdan “vaat edilmiş topraklar” mitine inandırılmış Yahudilerden İsrail'e giriş yapanları bile bir arada tutamıyor. Gerçekler, miti içinde eritiyor…

İsrail devletinin sağırlaşmasında ideolojik tutum en önemli faktör olarak göze çarpıyor. Binlerce zenci Yahudi'yi yıllarca kabul etmezken şimdi varlıklarını hatırlayıveriyorlar.. Avrupa, Rusya, Amerika'dan ve dünyanın dört tarafından rahatlarını bozarak getirdikleri insanları kendi kirli ve ideolojik devlet fikirlerinin uydusu yapmaya çalışıyor. Belki bu ideolojilerin kendi içinde yeterli buna karşın dışardan “ek”lere gerek duymayan doğası. Gerçekle temasları bu nedenle hep netamelidir ve öylece de kalacaktır.

Hitler'in kendi halkını savaşın sonunda bîtap hale düşürdüğünde de benzer bir ideoloji sahnede idi. Ne büyük tevafuk ki, aynı zamanda hafızalarından silmeye çalıştıkları ya da hatırlamak istemedikleri bir tarihten beslenerek ideolojilerini sertleştirmekteler. (jenosit rantı dışında hatırlanmak istenmeyenleri kast ediyorum). Siyonizm politikaları da “Yakub'un torunları”na zarar verdi. Her bir saldırı ya da toplu katliam Yahudi düşmanlığını hem bölgede hem de dünya da körüklüyor. haritadan silinmeğe kadar ya da büyük bir diaspora ile neticelenecek yeni bir göçe kadar hepsi bu ihtimal sepetinin içinde. İsrail halkı devletleriyle beraber, ya rahat etmek için göçe zorlayacaklar ya da yaptıklarının doğal neticesi olarak göçe zorlanacaklar. Ya da lehlerine görünmeyen üçüncü yola kendiliğinden girmiş olacaklar. Tarihin takvim yaprakları, İsrail ile Batılı güçlerin düşüşünü aynı dönemlere denk getirirse İsrail oğullarını kabul edecek dünya üzerinde yeni bir filistin de bulamayabilirler.

Hitler Almanya'sının hayaleti bugün Ortadoğu'da Filistin coğrafyasında dolaşıyor. İsrail'i bekleyen de aynı mukadderat mıdır?

Yazı boyunca sıraladığımız nedenlerden de anlaşılacağı üzere İsrail devletinin keskin ve ideolojik perspektifinin yeni bir değişikliğe gitmelerinin önünde engeller oluşturduğuna inanmıyorlar ya da hâlâ ideolojik körlüğün etkisiyle farkında değiller. İsrail devletinin yapısal özellikleri zaten bu kötülüklerin üzerine inşa edildiği için yeniden kurulmadıkça tamiratın ve yenileşme çabalarının kıpırdatacağı bir fiziki ve sosyal bünyenin oluşabileceğine ihtimal vermiyorlar.

Bu nedenle yavaş yavaş yok edilen Filistinliler, ortada bir anlaşma var da buna uymayan tarafı temsil ediyorlarmış safsatalarına aldırmadan, oluşturulmaya çalışılan menfi Filistinliler imajına aldırmadan doğru bildikleri yoldan ve liderlerle ilerlemeye devam ediyorlar.

Uzun yıllar sonra Ortadoğu'dan Türkiye ve liderleri için “cesur yürek” iltifatları yağıyor. Bunun gerisini getirmeliyiz. Önce bu zamana kadar umut ve ütopyalarını yaşatmada yalnızlaştırılan Filistin'e senin ütopyan benim de ütopyamdır dememiz gerekir. Amerika'daki Yahudi lobileri bu işe nasıl bakar demeden…

Filistinlilerin ütopyaları olmalı. İmtihan veren bir halkın zayıf düştüğü yerleri ikame edecek hayalleri ve düşünceleri olmalı.

Güçle korkutulan yakın ve uzak akrabalar medeniyet şuurunun gereklerini tekrar hatırlayıncaya kadar buna ihtiyaçları da var.

Çünkü ütopyalarda bizi heyecanlandıran, duygularımızı hayallerimizi ayağa kaldıran dış dünyanın o andaki gerçeklerinden azade ve bizi acıtan her ne varsa tabanına kadar inip yeniden kurma imkanı barındıran özler ve tohumlar saklı.

Ümmetinden şikayet eden insanların göz yaşı; ütopyalara inanma ve ütopyalarını gerçeğe dönüştürme gayretini kuşanan insanlarla diner..!