Menu
FERİDEDDİN-İ ATTAR'DAN Ç/ALINTI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • FERİDEDDİN-İ ATTAR'DAN Ç/ALINTI

FERİDEDDİN-İ ATTAR'DAN Ç/ALINTI


İlâhiname’den:


HİNTLİ SERTAPEK

Oğlu, gönlüm peri padişahının kızına vurgun; hasretiyle şaşkın bir halde.

O kız, mademki pek yüceymiş, pek dilbermiş. Bari bana söyle, nasıl kız bu?

Onu görmediğim halde ayrılığiyle muma döndüm. Canım dudağımda, iştiyaklarla doluyum, dedi.

Babası, ona şu hikâyeyi söyledi; sanki sır perdesi ardından bir gelin cilvelendi:

Hindistan’da adamın birinin bir çocuğu vardı. Yaşı küçüktü ama aklı pek fazlaydı.

Bilgiye ait bir hayli şeyler tahsil etmişti. Bu yüzden de herkesten üstündü.

Her bilgide üstündü ama bilhassa yıldız bilgisini severdi.

O ülkede herkes Çinlilerin padişahından bahsetmede, kızının güzelliğini söylemedeydi.

Çocuk birdenbire o güzelin fitnesine tutuldu. Zaten periye pek çabuk âşık olunur.

Uzak bir şehirde bir hakîm vardı. Bilgi ve tıp ilimlerinde meşhurdu.

Fakat kimseyi yanına almaz, evinde hiç kimseyle düşüp kalkmazdı.

Bilgisini kimse elde etmesin diye evde yapayalnız oturur, öylece vakit geçirirdi.

Çocuk bir gün babasına dedi ki: Beni o gönüller parlatan ihtiyarın huzuruna götür. Onun yanına peri padişahiyle kızı geliyormuş diyorlar.

Gönlüm, onu görmek istiyor. Belki orada sevgilimin yüzünü görürüm de

Her bilgiyi elde eder, her ilimden haberdar olurum. Dünya halkı gibi murdar bir halde ölmem.

Babası dedi ki: Onun ne karısı var, ne oğlu var. Bir bölük halk onu görmek istiyor ama o kimseye kapısını açmıyor ki.

Senin gibi birçokları ona arzu çekmede. Fakat o,birisini yanına alırsa bilgisine, hikmetine sahip olur diye korkuyor.

Çocuk: Ben oraya bir girip kapılansam bu işin hilesini bulurum ama, dedi.

Hâsılı çocuk, babasıyle beraber yola düştü. Yolda babasına düşündüğü hileyi açtı.

Sen, dedi, o Hintli hakîme git. Huzuruna çık. Gönlündeki kini bırak, merhametli ol, yumuşak davran.

Ona: Bir çocuğum var, hem sağır, hem dilsiz. Halim, vaktim de yerinde değil. Yok-yoksul bir adamım.

Ahirette sevap kazanırsın. Benden bu çocuğu al, böyle ağır bir yükten kurtar beni.

Senin tapında zamanlarca hizmet etsin, hizmetinde vakit geçirsin. Ne emredersen yapar.

Gâh ateşini yakar, gâh su getirir, hürmetle döşeğini serer.

Dışarı çıkarsan kapını kapar, evini korur. Yüzlerce hizmetine bakar durur. Pek akıllı, pek fikirlidir.

Yalnız dilsizdir. Ne olursa olsun, beni ümitsiz bir halde geri çevirme.

Böyle bir çocuk, bir iş başarmaya kalksa bile başaramaz. Varlığiyle yokluğu zaten müsavi, de.

Babası, hakîmin yanına geldi. Bir hayli söyledi. Nihayet hakîm, çocuğu kabûl etti.

Onun sahiden sağır ve dilhiz olup olmadığını sınadı.

Ona bayıltıcı bir ilâç verdi. Çocuk ilâcı içince kendisinden geçti, yerlere serildi.

Üstat, birisini tedavi etmek üzere dışarı çıktı. Çıkar çıkmaz çocuk hemen yerinden sıçradı.

Bunun sınama olduğunu anlayıp kendisini uyku sarhoşu gösterdi.

Üstat gidince sıçrayıp kalktı. Evin çevresinde yel gibi dönüp dolaşmaya başladı. Hakîm, işine gitmişti.

Çocuk da ilâç tesir etmesin diye koşmakta, dönüp dolaşmaktaydı.

Üstat gelip kapıyı açınca çocuk, tekrar yattığı yere serilip kendisini uyur gösterdi.

Uyku arasında horlamada, uyuyan adam gibi sesler çıkarmadaydı. Fakat ne sarhoştu, ne baygın.

Üstat gelip yerine oturunca çocuğun ayağına kuvvetli bir sopa indirdi.

Çocuk yerinden sıçrayıp tekrar yıkıldı. İnledi, dilsizler gibi feryadetti.

Ağzından bu çeşit sesler çıkarmakla dilsizliğini anlatmış oldu âdeta.

O bağırırken üstat: Çocuk ne oldu sana, ne söylemiyorsun? diye sordu. Fakat çocuk tınmadı bile. Hâsılı zekâsıyle işini doğrulttu.

Hilebaz üstat, onu sınayıp hem sağır, hem de dilsiz olduğuna iyice inandı!

Sözü uzatmayalım, gece gündüz bu hileyle çocuk, tam on yıl üstadın yanında kaldı.

Üstat evden çıktı mı onun kitabını alır, baştan başa ezberlerdi.

Üstat, evdeyken birçok ilimlerden bahsederdi. O da kulak kesilir, dinler, beller, o sözleri ezber eder, evde yalnız kalınca ezberlediklerini yazardı.

Her bilgide öyle bir üstat oldu ki artık hocasına ihtiyacı kalmadı.

Evdeki kilitli bir sandık vardı. Üstadı, onu perde altında saklardı. Ne kilidini açardı, ne de sandığı kimseye gösterirdi.

Çocuk, kendi kendine aradığım şey mutlaka o sandığın içinde derdi. Fakat onu açmaya kudreti yoktu, hele sabır gerek diyordu.

O sıralarda, padişahın şehzadesi hastalandı. Saraydan o meşhur hakîme bir adam geldi.

Şehzadenin başında bir şey var, bu yüzden ayaktan kaldı zavallı.

Canlı bir şeymiş gibi arada bir oynamada, kimse ne olduğunu bilemiyor.

Bilseniz bilseniz siz yüce üstadımız bilir, anlarsınız. Siz de derdine derman olamazsınız şehzade inleye inleye ölüp gidecek, dedi.

Çocuk, bu illet nedir? bilmiyordu. Üstadı yola düşünce, o da bir çarşafa bürünüp ardına düştü. Bu suretle saraya girmeye muvaffak oldu.

Üstat, padişahın huzuruna varınca çocuk da yüksecik bir yerde durup dikkat kesildi.

Şehzadenin başında bir ur, urun içinde de canlı bir hayvan vardı.

Üstat, urun üstündeki tüyleri yoldu. Orada yengece benzer bir hayvan hareket edip durmaktaydı. Deriyi de yardı.

Hayvan iç deriye ayağına daldırdı. Hakîm, hemen bir alet getirdi.

O hayvanı derinin içinden bu demir aletle çıkarmaya uğraşıyordu.

Fakat demiri içeriye soktukça hayvan da pençesini daha içeriye sokuyordu.

Şehzade, onun pençesinin acısıyle feryadedip duruyordu.

Çocuk, bütün bunları o yüksecik yerden görmekteydi Nihayet sabredemedi:

Ey âlemin üstadı diye bağırdı, o demirle hayvanı büsbütün oraya yapıştırıyorsun.

Orayı dağlarsan hayvan pençelerini başından çekiverir.

Üstat, işi anlar anlamaz derdinden can verdi, öbür âleme gitti.

Adam ölünce çocuğu çağırdılar, onun yerine geçirdiler,  hürmette bulundular.

Çocuk, dağlama suretiyle o canavarı oradan çıkardı, yaraya da bir merhem koydu.

Şehzade derdinden kurtulunca ona Hintçe “Sertapek” adını verdiler.

Birçok altınlar, elbiseler ihsan ettiler, onu üstadın makamına geçirdiler.

Çocuk eve gelip sandığı açtı. Orada sevgilisinin resmini buldu.

Yıldız ilmine ait olan kitabı tamamıyle okudu, o ülkenin üstadı kesildi.

Sonunda o gönüller aydınlatan sevgilinin arzusıyle gece gündüz, bir an bile sabrı, kararı kalmadı.

Yere bir daire çizip ortasına oturdu. Okumaya koyuldu. Tam kırk gün azimet okudu. Kırk gün sonra gönüller parlatan peri kızı göründü.

Öyle bir güzeldi ki övmeye imkân yok. Övmeye koyulan dilsiz kalır. Ne söyleyeyim ben? Tavsifi mümkün değil ki!

Sertapek, onu baştan aşağıya kadar bir süzünce güzelliği, gönlüne nakşoldu. Can ve gönülden aşkına tutuldu.

Bu hale şaşırıp kaldı: Ey ay yüzlü, dedi, nasıl oldu da gönlüme girdin sen?

O gönülleri aydınlatan ay cevap verdi: Ben daha ilk günden beri seninleyim.

Ben senin nefsinim, sen kendini arıyorsun. Neden aklın bir görüşe sahip değil, neden kör bıraktın onu?

Onu bir görürsen bütün âlem sen kesilirsin. Dışarda da hemdem sen olursun, içeride de.

Hakîm dedi ki: Biliriz,  nefis, yılandır, köpektir. O şom nesne hınzırdır.

Halbuki sen, yeryüzünün de en güzelisin, gökyüzünün de. Bu güzellikle nefse benzemiyorsun sen.

Peri dedi ki: Emmâre olursam hınzırdan, köpekten yüz kere beterim.

Fakat mutmainne oldum mu artık kimse bana böyle bir naz gülmesin

Nefs-i mutmainne olunca bana Tanrı’dan “ Geri dön, gel bana” sesi gelir.

Ey tek er! Şimdi ben senin nefsinim. Fakat şeytanın izine düştün mü,

İman ehli, bana emmâre derler. Meğer ki şeytanım müslüman ola.

Bu âlemde birisinin şeytanı müslüman oldu mu işleri, burada düzene girer.

O istekli er de bunca zahmet çektikten sonra, ruhu, nefsine üstün oldu işte.

Sevgiliden can sırrını dileyen, bu yolda çok zahmet çeker.

Oğul! Şimdi sen bir şeyler arıyorsun ya. Aradıklarının hepsi de sende. Halbuki sen tembellik edip durmadasın.

Tanrı işinde erce davranırsan her şey sen olursun, onunla aynı eve girer, aynı yerde oturursun.

Sen kendinde değilsin, ansızın kendini kaybetmişsin, bu yolda kendini arıyorsun.

Sevgilin sensin, kendine gel. Ovadan çıkma, vatana gel.

Sevgili, pak gönüldedir de onun için vatan sevgisi pak imandır.

NOT: Görseller Kazimir Malevitch'e aittir.

Diğer Yazıları