Menu
ELEŞTİRİDE BİR UZUN YOL YOLCUSU: FETHİ NACİ
Deneme/İnceleme/Eleştiri • ELEŞTİRİDE BİR UZUN YOL YOLCUSU: FETHİ NACİ

ELEŞTİRİDE BİR UZUN YOL YOLCUSU: FETHİ NACİ

Eleştiride 57. yılını tamamlayan Fethi Naci(1)’nin edebî hayatı Erzurum Lisesi’nde öğrenciyken Erzurum gazetesinde yayımlanan (1943) bir yazısıyla(2) başlamış, bunu İstanbul, Yedigün, Varlık dergilerinde, Giresun Halkevi dergisi Aksu’da ve Yeşilgireson gazetesinde yayımlanan şiirleri ve öyküleri izlemiştir.

Behçet Necatigil’in Kapalı Çarşı’sıyla ilgili ilk eleştiri yazısını da lise son sınıf öğrencisiyken yazan (yayımı: Aksu, 1945-46 kışı) Fethi Naci, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğrencisiyken edebiyattan çok siyasete ilgi duymuş ve bu doğrultudaki ilk yazılarını Yeşilgireson gazetesinde yayımlamıştır.

Lise yıllarında Osmanlıca’yı öğrenen(3), Yahya Kemal, Tanpınar, Dıranas, Tarancı, Ziya Osman Saba, Sait Faik, Nazım Hikmet okuyan Fethi Naci, Fakülte yıllarında Marks’ın eserlerine yönelmiş ve siyasal yazılarına son vereceği 1968 yılına kadar edebiyatla alakası giderek zayıflamıştır(4).

Gerçi aynı dönemde Yeryüzü ve Beraber dergilerinde, Oktay Deniz imzalı eleştiriler yazmış, asıl eleştirmenliğiyle bütünleştireceği “Fethi Naci” adını, 15 Aralık 1953’te yayımlanan Yazarın Gerçeğe Bakışı başlıklı yazısıyla(5) tescil etmiş, Kaynak ve Yeni Ufuklar’daki deneme-eleştiri yazılarından oluşan İnsan Tükenmez’ini 1956’da, Dost ve Pazar Postası’ndaki yazılarını da içeren Gerçek Saygısı’nı 1959’da kitaplaştırmış, Ant dergisinde sanat sayfası hazırlamıştır ancak YTGD üye ve yöneticisi, THYD, TİP üyesi, Sosyal Adalet, Yön, Vatan yazarı olarak, ihraç, çeşitli koğuşturmalar, mahkumiyetler, iş ve aş telaşı(6), daha da önemlisi siyasetin edebiyata galebe çalmasını “mutluluk veren bir duygu” olarak benimsemesi nedeniyle gözle görülür bir “ilgi kırılması” yaşamıştır(7).

Edebi plânda Fethi Naci adına olumsuzluk olarak görünen son durumların memleket meselelerine sahip çıkma açısından olumlu bir yan içerdiği kabul edilmelidir. Bunu, “Ben yıllarca iyi bir Marksist olmaya çalıştım” sözüyle te’yid eden Fethi Naci’nin, şahsı adına değil, ülkesi adına söz konusu ideolojiyi benimsemesi son tahlilde saygı duyulası bir tutumdur(8). Ayrıca, Fethi Naci’nin 1968’deki nihai yönelişiyle, hiçbir dönemde iktidar olamamış ideolojisini, eleştiride olsun muktedir kılmak gibi yine uçları siyasete çıkan bir amaç taşımış olabileceği de gözden uzak tutulmamalıdır. Cemal Süreya’nın, siyasetin provokatif eğilimleri de içermesinden hareketle Fethi Naci’nin eleştirmenliğini “kızıştırman”lık olarak nitelemesi buna bir işarettir.(9) Fethi Naci, eleştiride karar kılmakla, siyasal plânda önleyemediği ayak oyunlarına, kalitesizliğe, yozlaşmaya, köylülüğe, hiç değilse edebiyat planında engel olmaya ve tarafı olduğu ideolojik edebî tutumun bir iktidara dönüşerek sağlam temeller üstüne oturmasını sağlamaya çalışmıştır. Bu doğrultuda yer yer ideolojik kaygılarını da aşacak şekilde nesnel bir tutumu sergileme gayreti içinde olan Fethi Naci, aşağıdaki eserlerinde yer alan eleştirileriyle roman, öykü ve şiirde mevcut kalitenin yükselişine -yazarın ve eserinin hakkını teslim ederek, onların karşısında ya da üstünde değil tümüyle yanlarında durarak- gerçek bir ivme de kazandırmaya niyet etmiştir.

İnsan Tükenmez, Gerçek Saygısı:
Fethi Naci’nin bu ilk iki kitabındaki (tek kitap olarak basımı: 1982) deneme ve eleştirileri, mevcut edebî birikimini yazıya dönüştürerek hem kendi ilgisinin düzeyini test etme, hem de edebiyat anlayışıyla ilgili kuram, söylem ve uygulama için zemin oluşturma çabasını taşımaktadır.

Gücünü Yitiren Edebiyat’taki Lukaks ve Eleştirimiz başlıklı yazısında İnsan Tükenmez’deki yazıları yazarken Plehanov’dan yararlandığını söyleyen Fethi Naci, “Les questions fondamantales du marxsizme’i (...) ders çalışır gibi okuduğum bir kitaptı.” kaydı ve devamındaki vurgularıyla da kendini test etme ve eleştiride sağlam bir anlayışa yaslanma kaygısını ele verir(10).
İnsan Tükenmez ve Gerçek Saygısı’ndaki yazılarında Fethi Naci’nin giderek netleşecek olan eleştiri tutumuyla ilgili tipik ipuçları da yer almaktadır: Edebiyat bilgisine olan güveni, söylemindeki rahatlık, dilindeki kıvraklık ve polemiğe yatkınlık, kaynaklar konusundaki hassasiyet, güzel bir anlatım karşısında heyecanını, kötü bir anlatım karşısında ise öfkesini gizleyememesi...
On Türk Romanı; 40 Yılda 40 Roman; 50 Türk Romanı; 60 Türk Romanı; Yüz Yılın 100 (Türk) Romanı:
10 Türk Romanı’na 1960’ta başladığını belirtir Fethi Naci. Buna göre 39 yıllık eleştiri çabasının ürünü olan ve deyim yerindeyse bir çocuğun büyüyüşündeki gibi orijinini muhafaza ederek büyüyen çalışmalardır “Türk Romanı” çalışmaları...

İlk çalışmasından son çalışmasına kadar Fethi Naci’nin Roman eleştirisiyle ilgili şu belirlemeler yapılabilir:

1-Romanla ilgili tespit edilen her husus geniş şekilde sunulur; işaretlenen cümleler, göndermeler, çağrışımlar, sayfa numaraları, baskı tarihleri, eklemeler, çıkarmalar, tekrarlar vd. detaylı olarak verilir.

2-Romandaki ekonomik ve sosyal boyutla, bunların roman kahramanları üzerindeki etkileri, yazarın sosyo-ekonomik olgu ve oluşumlara, bireysel tutumlara yüklediği değer öncelikli olarak ele alınır.

Aşk-ı Memnu için yapılan değerlendirmeden küçük bir alıntı bunu örneklemeye yetecektir: “Halit Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu’da, 19. yüzyılın sonunda yaşanan zengin ve aylak bir toplum katının yaşama biçimini; varlıklı, geleneksel Türk ailesinin ‘Batılı’ yaşama biçiminin etkisi altında çözülüp altüst oluşunu, yozlaşmasını; bir toplum katının yaşadığı ve eğlendiği yerleri (Konaklar, yalılar, Boğaziçi, Büyükada, Göksu, Concordia, vb.); birey olarak bütün somutluklarıyla bir toplum katının insanlarını, bu insanların sorunlarını, dünyaya ve insanlara bakış açılarını, bu insanlar arasındaki ilişkileri anlatıyor. Ve bu yaşama biçimine ‘halk’ın tepkisini; onu da. Ama ‘halk’ dedikse, bunu yalıların, konakların dışında yaşayan halk olarak değil, yalılarda, konaklarda bu zengin ve aylak insanların yanlarında çalışan ‘hizmetçiler’ olarak anlamak gerek; çünkü söz konusu olan bir Halit Ziya romanıdır ve halk adına ancak onlar Halit Ziya’nın engellerini aşarak romana girebilmişlerdir.”(11)

3-“Tanpınar, aşkı, çoğu romancının yaptığı gibi, gündelik hayatın ayrıntılarından, çevreden soyutlayarak, sadece bir kadınla bir erkeğin bağımsız ilişkisi olarak anlatmaz. Aşk, Tanpınar’da, soyutlamış bir duygu değil, gündelik yaşamın bir paçasıdır. Nuran’a ‘İclâl realist romancılar gibidir. Günlük şeylerden başkasından bahsetmez.’ Dedirterek ‘realist romancılar’a biraz yukarıdan bakan Tanpınar’ın Huzur’da en başarılı olduğu yerler ‘günlük şeyler’in anlatıldığı yerlerdir. Huzur yazılmasından bunca yıl sonra hâlâ zevkle okunuyorsa ‘günlük şeyler’in başarıyla anlatılmasına borçludur bunu”(12) cümlelerinde olduğu gibi romandaki kurgu ve gerçeklik düzeyleri karşılaştırılır, gündelik gerçeklikle romanın (kurgusal) gerçekliği arasındaki uyuşan ve uyuşmayan durumların altı çizilir. Bununla bağlantılı olarak biçim ve içerik, bakış açıları, bilimsel yaklaşım açısından gerekli değerlendirmeler yapılır.

4-Romanın dili yakın plana alınır; dildeki tarihle bağlantılı değişmeler, mahallilik, söz dizimi, kipler, eylemler ve diyaloglardaki bütünlük incelenir.

5-Yazarın metinle ilişkisi sorgulanır; yazar ve roman kahramanları arasındaki mesafenin uygunluğu, roman kişilerine ve olaylara müdahalenin seviye ve gerekçesi belirlenir.

6-Eleştirilerde dilsel bir sıcaklık hemen her zaman gözetilir; sert düşebilecek ifadeler esprilerle yumuşatılır, bu amaçla yer yer ironiye ve karikatürleştirmeye de başvurulur. Birincisi için “Tahsin Yücel’in bu ek’i yaparken bıyık altından güldüğünü görür gibiyim”(13) cümlesi, ikincisi içinse şu cümleler örnek alınabilir: “Gerçekten, kişilerdeki bu çarpıklık İrfan Yalçın’ın kafasındaki çarpıklıktan geliyor. İrfan Yalçın küçük burjuvalara savaş açıyor, açıyor ya, bir romancı olarak insanlara yaklaşımı tipik bir küçük burjuva yaklaşımı: Yaşayan gerçeğe değil kafasındaki kalıplara bakıyor; canlı gerçek bu kalıplara uymayınca kalıpları bir yana bırakacağına canlı gerçeği bu kalıplara uydurmaya çabalıyor, yani canlı gerçeği tahrif ediyor. Hani o ilkel telefonlarda, karşıdakiyle konuşabilmek için, söz gelimi ‘Adana aradan çekil’ derler ya, roman kişilerini tanıyabilmek için de insanın ‘İrfan Yalçın, çekil aradan’ diyeceği geliyor.”(14)

7-Eleştirmen hemen her zaman değerlendirmesinden emin, belirlemelerinden mutmaindir. Bu nedenle, muhtemelen okur tarafından talep edilebilecek ya da beklenilebilecek artı bilgiler olabileceğini düşündüğünde, bunlara neden yer vermediğini de belirtilir. Örneğin Bir Düğün Gecesi’nin eleştirisini şu cümlelerle tamamlar: “Bir Düğün Gecesi üzerine daha çok şey yazılabilir. Aldığım notların hepsini kullanmadım. Kitabın çok önemli bir yanı üzerinde, kitabın bu yanını somutlaştıran kişiler üzerinde ise bilerek durmadım.”

Edebiyat Yazıları:
Edebiyat Yazıları(15), Fethi Naci’nin eleştirideki kararlılığını belgelemesinin ötesinde, ona “güvenilir eleştirmen” kimliğini kazandıran önemli bir kitaptır. Eleştiri Yazıları’ndaki nesnelliği, beğenilerindeki isabeti, ‘hem nalına hem mıhına’ vurucu tutumu, ucu ukalâlığa, ders vericiliğe, yol göstericiliğe çıkmayan uzman-üstâd tavrı, edebî saplantılara karşı haklı tepkileri, akıcı ve sıcak söylemi Fethi Naci’yi tartışmasız eleştirmen konumuna yükseltmiştir.

100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme :
Fethi Naci, 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme’si için, “Bu kitap ‘100 Soruda’ dizisinden çıktığı halde bu dizinin temel özelliğini taşımamaktadır. Bunu özellikle belirtmem gerekiyor. Çünkü ben kurdum bu diziyi, ben yönetiyorum. Bu dizinin temel özelliği, öğretici, nesnel bilgiler vermektir. Oysa bu kitap, baştan sona kişisel yargılarla dolu bir kitap.” sözleriyle tevazuu göstermekle birlikte bakış açısı, çalışmasının oluşumu ve içeriğiyle ilgili olarak verdiği ek bilgilerde çalışmasını seçkinleştirmekten geri durmaz: “Kulaktan dolma hazır yargılara aldırmadım; bunun için Yakup Kadri’nin Bir Sürgün’ünün, şimdiye kadar yazıldığı gibi, Paris’teki Jön Türkler’i anlatmadığını, Reşat Nuri’nin Yeşil Gece’sinin, şimdiye kadar yazıldığı gibi başarılı bir eser olmadığını belirtmek zorunluluğu duydum; bunun için Firavun’un İmanı ve Gençliğim Eyvah gibi ‘ideolojik’ romanlarını yerdiğim Tarık Buğra’nın Küçük Ağa gibi, Dönemeçte gibi başarılı romanlarını övdüm. Kemal Tahir’in Büyük Mal’ını yererken usta romancılığının ürünü olan Esir Şehrin İnsanları’nı övdüm. (‘Övdüm’ ve ‘yerdim’ derken, ‘değerlendirdim’ demek istiyorum.) Amacım ‘Türk Romanının tarihi’ni yazmak olmadığı için bütün romancılardan söz etmek gereğini duymadım; yaptığım bölümlemeye göre beni ilgilendiren romanlar üzerinde durmakla yetindim. Bu çalışmayı yaparken, özellikle Giriş’teki yazılar için birtakım kitaplardan yararlandım; ama Türk romanı üzerine yapılmış doyurucu çalışmalara rastlamadım; gerçi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Cevdet Kudret’in, Güzin Dino’nun çalışmalarından da yararlandım, ama beni bu konuda en çok ilgilendiren yazılar, en yararlandığım yazılar, bir İngiliz edebiyatı profesörünün yazıları oldu: Berna Moran’ın. Her bölümün başındaki genel bilgiler için mevcut kaynaklardan yararlandım, onlar dururken yeni araştırmalara girişmek bir eleştirmenin işi değil diye düşündüm. Yıllarca önce yazdığım ama eskimediğini gördüğüm birtakım yazılarımı bu kitaba da aldım; eskidiğini gördüğüm yazıları (Aşk-ı Memnu gibi, Yaban gibi) yeniden yazdım.”(16)

100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme, metodolojisiyle akademik ancak “alaylı” bir eleştirmenin çalışması oluşuyla akademik değildir. Daha ilginci, akademik olmayan bu çalışmanın muadili (ya da onu dengeleyebilecek) akademik bir karşılığı da yoktur.

Fethi Naci, diğer çalışmalarından farklı olarak bu çalışmasında daha bir nesnel davranmış, daha ağırbaşlı bir dille, akademinin alanından konuşuyormuşçasına dikkatli bir değerlendirmeyi gerçekleştirmiştir. Yine bu çalışmasında, sadece bir eleştirmen değil “iktisatçı bir eleştirmen” portresi vermiş olan Fethi Naci, marksizimle ilgili birikimini de iyi özümlenmiş bir yönteme dönüştürerek yansıtmıştır.

Eleştiri Günlüğü, Gücünü Yitiren Edebiyat, Roman ve Yaşam, Şiir Yazıları, Kıskanmak, Eleştiride 40 Yıl:
Fethi Naci’nin “Eleştiri Günlüğü” ana başlığı altında topladığı yazılar, okumanın hemen ardından sıcağı sıcağına, o andaki intibalara göre oluşturulmuş yazılar izlenimi verir; yine de ağrılık sırlamasına göre zikredilen kitaplardaki roman, şiir, dil ve öykü eleştirileri, kısa, somut ve sonlayıcı bir nitelik taşır(17).

Bunlardan, adını Nahit Sırrı Örik’in romanından alan Kıskanmak, yukarda zikredilen şekliyle 1994-1998 yılları arasındaki değerlendirme, değini, polemik ve tanıtımları içermektedir. Fethi Naci, Kıskanmak’ında, politik dile fazlaca yaslanarak, kimi sosyolojik sonuçlar da üretmeye çalışmıştır. Örneğin, Okumak ve Okumamak başlıklı yazısında, “...bir kesimin artık demokrat ve sol kesimlerden bile daha çok okuduğunu görmezlikten gelemeyiz: İslamcı kesim... Daha öncesi de var ama özellikle 12 Eylül’den sonra devletçe desteklenen, şimdi de bol devlet (Vurgu benim, Ö.L.) olanaklarına kavuşan İslamcı akımın okuryazarları ‘okuyorlar’. Dinle ilgili yayınların kendi kitap fuarlarında ne kadar çok sattığını biliyordum. Birikim dergisinin Kasım 1998 sayısında Koray Çalışkan yazıyor: ‘İslamcı kesimin Orhan Pamuk’u olarak adlandırılan Ahmet Günbay Yıldız’ın kitapları 1995 itibariyle toplam 158 Türkçe baskı yapmış. Hekimoğlu İsmail takma adıyla yazan Ömer Okçu’nun Minyeli Abdullah adlı romanı 59 baskı yapmış...’ Çünkü İslamcı okuryazarlar Türkiye’nin kuruluşunda ‘bir şeyler’ yapabileceklerine inanıyorlar: Kitabı bu inanç okutur.”(18) diyen Fethi Naci, “İslamcı kesimin Orhan Pamuk’u olarak adlandırılan Ahmet Günbay Yıldız” ve kitapları üstüne yazdığı üç yazıda da, “Yanık Buğdaylar, hayatımda okuduğum en ilkel roman.”, “Bir daha mı Ahmet Günbay’dan roman okumak! Tövbe.”(19) yargısına ve kararına ulaşır.

Fethi Naci, gerçekte, konu edindiği yazarın “İslamcı Kesim”in edebiyatçıları (ki bu kesimin varlığı, niteliği, niceliği, devletçe beslenip beslenmediği ayrı bir tartışma konusudur) nezdinde “i’râpta mahalli bulunmayan” bir yazıcı olduğunu bilir; büyük bir ihtimalle ona bu yazıları yazdıran saik, kendi ideolojisinin, siyasî anlayışının gündemden düşmesi karşısında duyduğu kaygıdır.
Eleştiride 40 Yıl(20)’ında ise Fethi Naci, eleştirideki 40 yıllık serüvenini özetleler ve yine “Günlük”lerine dahil eleştiri, değini ve tanıtımlarını sürdürür.

Bir Hikâyeci: Sait Faik - Bir Romancı: Yaşar Kemal :
Fethi Naci’nin bilahare iki ayrı kitap halinde yayımlanacak olan Bir Hikâyeci Sait Faik - Bir Romancı: Yaşar Kemal(21) adlı çalışması için Mustafa Kutlu şunları yazmıştır:

“(...) Yazar, Türk hikâyecileri arasında Sait Faik’e ayrı bir yer veriyor ve onu çok seviyor. Bu sevgi kendisine bana yadigârı, Sait Faik’in “Bir Karpuz Sergisi” adlı hikâyesi ile yazarın babası arasındaki ilgiyi kitabın başına konulan metinden çıkarabilirsiniz.
Fethi Naci, ünlü hikâyecimizin eserlerini dönemlere ayırarak, başlıca ortak özelliklerini göstererek, dil ve biçimleri üzerinde durarak kısa ve özlü bir şekilde kritik ediyor. Genel değerlendirmesinde yazarın ulaştığı neticeler özetle şu şekilde sıralanabilir:
1-Sait Faik hikâyenin biçimini değiştirmiştir. Orhan Veli ile arkadaşlarının şiirin biçimini yenleştirdikleri yıllarda Sait Faik de hikâyenin biçimini yenileştirmiş, hikâyeyi alışılmış kalıplardan kurtararak ‘özgür koşuk’ benzeri bir ‘özgür hikâye’ yaratmıştır.

2-Sait Faik yeni bir hikâye dili yaratmıştır.

3-Sait Faik yeni bir ‘özgürlük’ arayışı içindedir.
Bu ‘özgürlük arayışı’nın ve Sait Faik’deki ‘insan sevgisi’nin eşcinsel eğilimler çerçevesinde irdelenerek açıklık kazanması kitabın en ilginç yönü. Fethi Naci, yazarın bütün hikâyelerini gözden geçirerek bu tutkuyu nasıl dile getirdiğini, bu tutkunun Sait Faik’i ve hikâyelerini nasıl etkilediğini ‘açıkça’ sergiliyor.

Eserin ikinci bölümü ise Fethi Naci’nin Yaşar Kemal hakkında çeşitli tarihlerde yazdığı yazılardan oluşuyor. Bölümün başında Yaşar Kemal ile Sait Faik’in niçin yan yana getirildiğine dair bir açıklama yazısı yer alıyor. Fethi Naci burada her iki yazar arasında gördüğü benzerlikleri sıralıyor.

Bu bölüm Yaşar Kemal’in romancılığı ve Türk edebiyatı içinde tuttuğu yeri göstermesi bakımından dikkate değer. Fethi Naci’nin Yaşar Kemal’i ‘tuttuğu’ da gözleniyor (en çok onun romanları için yazı yazmış). Biz burada, bu bölümde yer alan sadece bir ‘mesele’ye değinmek istiyoruz.

Yazar, Yaşar Kemal’in Ortadirek romanı için, ‘Bugüne kadar okuduğum en mükemmel Türk romanıdır Ortadirek,’ diyor. Fethi Naci bu romanı insanın tabiatla savaşını anlatan bir destan gibi görüyor. Her ne kadar tabiatın güzel, sevimli, görkemli taraflarına yer verilmiş olsa da, roman esas itibariyle insan-tabiat mücadelesinde, insanın kazandığı bir ‘zafer’i simgeliyor.
Ortadirek’in kahramanlarının belli bir tarih ve coğrafyada, belli sosyal ve iktisadi şartlar altında bir ‘mücadele’ verdikleri elbette gözardı edilemez. Yine de bu şartlar altında kazanılan ‘zafer’, yaşadığımız şu günler için -tabiata karşı düşmanca hareket eden, onu bir hasım gibi getirip bıraktığı düşünülürse ören bakış açısının insanlığı nerelere, hangi âlemşümul meselelerin karşısında getirdiği düşünülürse- ne derece olumlu bir ‘simge’dir, tartışılmalı.”(22)

Reşat Nuri’nin Romancılığı:
Fethi Naci, Reşat Nuri’nin Romancılığı’nda önce Reşat Nuri Güntekin: Türk Romanında Eleştirel Gerçekçiliğin Öncüsü başlıklı yazısında, “öncü” nitelemesini 11 maddede temellendirir ve ardından Harabelerin Çiçeği, Gizli El, Çalışkuşu, Damga, Dudaktan Kalbe, Akşam Güneşi, Bir Kadın Düşmanı, Yeşil Gece, Acımak, Yaprak Dökümü, Kızılcık Dalları, Gökyüzü, Eski Hastalık, Ateş Gecesi, Değirmen, Miskinler Tekkesi, Kavak Yelleri, Kan Davası, Son Sığınak ve Reşat Nuri’nin yazmayı tasarladığı Gecenin Ötesi adlı romanları değerlendirir. Bu değerlendirmelerindeki “materyalist eleştirmen isabeti”ni belgelemesi bakımından, onun, sadece Yeşil Gece ile ilgi belirlemelerinden küçük bir kısmı alıntılamakla yetinelim:

“Reşat Nuri, insanların mutluluğu yolunda dinin bir çıkar yol olmayacağını göstermek isterken, iki şeyi birbirine karıştırıyor: Din bir mutluluk getirmediğine göre dine hizmet edenler hep kötü gösterilmelidir, diye düşünüyor. Koca romanda bir tane olsun merhametli, insan sever din adamı yok. Hepsi jurnalci, çıkarcı, kendi çıkarı için başkasının gözünü oymaya hazır! Reşat Nuri’nin yaşayıp da Yılmaz Güney’in o unutulmaz Umut filmini, oradaki ‘hoca’ tipini görmesini çok isterdim. Dine ve hocalara çatmadan dinin ve hocaların insanlara mutluluk getirmek konusundaki güçsüzlüğünü ne güzel anlatır Yılmaz Güney... (...) Reşat Nuri’nin Yeşil Gece’si, bir zamanlar pek övülmesine rağmen, bence, edebiyat açısından başarısız, bildirisi bakımından tutarsızlıkla dolu bir eser. Romanın ününün sürüp gitmesi, olsa olsa, kulaktan dolma yargılarla yetinmek huyumuzla açıklanabilir.”(23)


***

Ahmet Hamdi Tanpınar, Tenkit İhtiyacı adlı yazısında “...tenkit münekkitsiz geldi. Onu edebiyatımızda, bazı ufak tefek nümuneleriyle, bazı işaret ve remizleriyle gördük, hattâ çok muvaffak olmuş bazı eserler bile verdi. Hattâ bu eserlerin bir iki sanat veya nev’in üzerinde ciddi birtakım tesirler bile yaptığı oldu. Fakat aramızda münekkit diyebileceğimiz muharrir henüz yetişmedi. Ve bence bugünkü edebiyatımızın en büyük zaaflarından biri de budur.”(24) der. Tanpınar’ın bunları yazdığı tarih 7 Eylül 1941’dir. Nurullah Ataç bu tarihlerde deyim yerindeyse ortalığı eleştirileriyle kasıp kavurmaktadır. Ne var ki Ataç’ın alnındaki “resmi ideolojinin ödevli eleştirmeni” damgası, eleştirideki aşırı öznelliği ve yeni düzene yazar yetiştirmekle görevlendirilmiş yetkili edasıyla konuşması(25) onun etki alanını daraltmıştır.

Fethi Naci’nin siyaseti bırakıp, eleştiride karar kılışında Tanpınar’ın sözünü ettiği, dolu gibi görünen boşluğu tespitinin büyük payı olmalıdır. Yukarıda de belirttiğimiz gibi, onun siyasetten iyice soğuduktan sonra, bir “örgüt adamı” olamayacağına karar verip, “bir birey olarak” yapılabileceklerin “en iyisini” eleştiriyle yapmaya yönelmesi, yine bir siyasi planlamanın sonucu olmalıdır. Nitekim Fethi Naci, siyasetteki grup bağını hemen aynıyla eleştiriye de uygulayarak marksist-kemalist grubun dışında kalan, resmi ideolojiyle barışık olmayan yazarları uzunca bir süre görmemiş, görmüşse bile gündemine almamış, almışsa bile mutlaka yermek üzere almıştır. Ancak giderek Türk edebiyatının bir bütün olduğunda karar kılan Fethi Naci, bu noktadan sonradır ki - Tarık Buğra’ya karşı Yaşar Kemal’e, Nahit Sırrı Örik’e karşı Adalet Ağaoğlu’na derin muhabbetini de her halukârda koruyarak- gözde grubunun dışında kalan yazarların eserleri üstünde durmaya başlamıştır. Yine de Safiye Erol, Sâmiha Ayverdi, Bahaeddin Özkişi, Sevinç Çokum gibi önemli yazarları eleştiri gündemine almayışı (yada çevre baskısından çekinerek alamayışı) Fethi Naci adına bir eksiklik olarak kayıtlara geçecektir.

Bu olumsuzluklara rağmen Fethi Naci, sol edebiyatın kendine çeki düzen vermesinde büyük bir rol üstlenmiş, Toplumcu Gerçekçilik adına sefalet edebiyatının önlenmesinde, cinsel özgürlük adına pornografinin yer edinmemesinde, yazınsal dille gündelik dil farkının anlaşılmasında, sıradanlıkla sadelik arasındaki farkının kavranmasında, İstanbul Türkçe’sinin edebi dil olarak benimsenmesinde etkili olmuştur.

Eleştirmenlik tutumunda, yatılılık sendromunun, yükseköğrenim görmüş bir taşralı olaraküstlendiği siyasî misyonun, genç yaşlarda edindiği “dava adamlığı” rolünün etkileri de gözlenen Fethi Naci, eleştirinin sınırlanın belirlenmesi, eleştirmenin görev ve çabasının anlaşılması konularında da üzerine düşeni yapmaya çalışmıştır.

Şiir ve öyküden daha çok roman eleştirisiyle uğraşan Fethi Naci, tüm çalışmalarında kendine göre bir “iç sistem” uygulamış olsa da, akademik formasyona, diğer bir söyleyişle akademik disiplinine sahip olmadığı için çokça tekrara düşmüştür. Ayrıca, çalışmalarında bir içerik bütünlüğü sağlamak için önceden yayımlanmış kitaplarındaki birçok yazıyı sonraki kitaplarına da almıştır.

Materyalist bir felsefî temele oturan eleştiri anlayışını, nesnellik, tarafsızlık, kararlılık, sözünün ardında durma, insan emeğine saygı duyma, marifete tabi olanla, marifetin anlaşılmasına engel olanı ayıklama, yazardan çok esere yönelme, kalıcı olanda ve kalıcı olmakta ısrarlı davranma, gündelik övgü ve yergilerden etkilenmeksizin özgün bir istikameti izleme konularında olabilecek en makul çabayı gösteren eleştirinin uzun yol yolcusu Fethi Naci, yazdığı eserlerle Türk edebiyatında, yerli eleştiride önemli bir yer edinmiştir.

NOTLAR:
(1)FETHİ NACİ (Giresun, 3 Nisan 1927 -) Eleştirmen, yazar. Asıl adı, İsmail Naci KALPAKÇIOĞLU. Oktay Deniz imzasını da kullandı. İlköğrenimini Giresun’da tamamladı (1939). Ortaokulun birinci sınıfını Giresun’da okudu, daha sonra parasız yatılı sınavlarını kazanarak Erzurum’a gitti ve öğrenimini Erzurum Lisesi’nde tamamladı (1945). İÜ İktisat Fakültesi’nden mezun oldu (1949). Yüksek öğrenimini devlet bursuyla gördüğü için 18 ay Konya Ereğlisi’nde Sümerbank Bez Fabrikası’nda çalıştı. Bu arada mezun olduğu bölümün asistanlık sınavlarını kazandı ancak kurucuları arasında bulunduğu Yüksek Tahsil Gençlik Derneği yöneticisi olarak sürdürdüğü eylemlerimden dolayı tutuklandı (1951). 1,5 ay kadar Sultanahmet Cezaevi’nde kaldıktan sonra salıverildi. Kısa bir süre Giresun’da kaldı, yeniden İstanbul’a döndü. Uzun süre İstanbul Ayvansaray’da bir fabrikada muhasebecilik yaptı. Askerliğini tamamladıktan (1959) sonra Bakırköy Yenimahalle’deki Emayetaş fabrikasında 4 yıl kadar muhasebecilik ve personel müdürlüğü görevinde bulundu. 1965 Nisanında görevine son verilince Gerçek yayınevini kurdu. O tarihten bu yana geçimini yazarlık ve yayıncılıkla sağlayan Fethi Naci, halen İstanbul’da yaşamaktadır. (...)
Yapıtları: Deneme-Eleştiri: İnsan Tükenmez, İst.: Yenilik B., 1956; Gerçek Saygısı, İst.: Açık Oturum, 1959; On Türk Romanı, İst.: Ok, 1971, Edebiyat Yazıları, İst.: Gerçek, 1976; 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme, İst.: Gerçek, 1981; Eleştiri Günlüğü, İst.: Özgür, 1986; Bir Hikâyeci: Sait Faik - Bir Romancı Yaşar Kemal, İst.: Gerçek, 1990; Gücünü Yitiren Edebiyat, İst.: Gerçek, 1990; Roman ve Yaşam, İst.: Can, 1992; Eleştiride 40 Yıl, İst.: Oğlak, 1994; 40 Yılda 40 Roman, İst.: Oğlak, 1994; Reşat Nuri’nin Romancılığı, İst.: Oğlak, 1995; 50 Türk Romanı, İst.: Oğlak, 1997; Şiir Yazıları, İst.: Oğlak, 1997; 60 Türk Romanı, İst.: Oğlak, 1998; Kıskanmak, İst.: Oğlak, 1998; Sait Faik’in Hikâyeciliği, İst.: Adam, 1998; Yaşar Kemal’in Romancılığı, İst.: Adam, 1998; Yüzyılın 100 Romanı, İst.: Adam, 1999; Gücünü Yitiren Edebiyat: Eleştiri Günlüğü I (1986-1990), İst.: Yapı Kredi, 2002; Roman ve Yaşam: Eleştiri Günlüğü II (1991-1992), İst.: Yapı Kredi, 2002; Türk Romanında Ölçüt sorunu: Eleştiri Günlüğü III (1980-1986), İst.: Yapı Kredi 2002; Anı: Dönüp Baktığımda, İst.: Adam, 1999; Dünya Bir Gölgeliktir, İst.: Yapı Kredi, 2002; Diğer: Azgelişmiş Ülkeler ve Sosyalizm, İst.: Gerçek, 1965; Emperyalizm Nedir?, İst.: Gerçek, 1965; Azgelişmiş Ülkelerde Askeri Darbeler ve Demokrasi, İst.: Gerçek, 1966; Kompradorsuz Türkiye, İst.: Gerçek, 1967; 100 Soruda Atatürk’ün Temel Görüşleri, İst.: Gerçek, 1968. Tanzimat’tan Bugüne Edebiyat Ansiklopedisi, İstanbul 2003, Cilt 1, ss: 417;

(2)”İlk yazım, 1943 yılında, Erzurum gazetesinde yayımlanmıştı: çok sevdiğim babaannemin ölümü üzerineydi.” Semih Gümüş, Yetmişinci Yaşında Fethi Naci’yle Konuşma, Semih Gümüş, Fethi Naci’ye Armağan, Oğlak Yay. Ve Rek. Ltd. Şti., İstanbul 1997, ss: 15

(3)”Lisede, 10. sınıfta eski yazı öğrenmeye başladım. Benden bir ya da iki sınıf küçük, ama yaşça ve bedeniyle epey büyük bir parasız yatılı vardı, adını hatırlamıyorum, hep ‘Hoca’ derdik. ‘Hoca’ bana eski yazı öğretmeyi kabul etti. Kısa sürede basılı kitapları okuyacak düzeye gelmiştim.” Fethi Naci, Dünya Bir Gölgeliktir, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2002, ss: 13;
“Hiç unutmam, ‘Şarkılar Kitabı’, bir de ‘Dede Korkut’ almıştım; okuyordum ve anlıyordum; bu, bana büyük keyif veriyordu. Ama bir de baktım ki eski yazı uğruna sınıfta çakmak üzereyim (...) o iki kitabı bir yana bırakıp derslere asıldım. Kitaplığın düzenlenmesinde .alışırken son sınıftaydım. Ve eski yazıyı neredeyse unutmuştum.” Fethi Naci, Dönüp Baktığımda, Adam Yayınları, İstanbul 1999, ss. 34-35

(4)”İlk önemli okumalar Erzurum Lisesi’nde başladı. (...) okul kitaplığının düzenlenmesine yardım ettiğim için kiaplıktaki dergilerden, kitaplardan dilediğimce yararlanabiliyordum. O eski, büyük boy Varlık’lar, Yurt ve Dünya’lar... Bütün parasızlığıma rağmen aldığım İstanbul, Büyük Doğu, Yaratış dergileri... (...) Fransızcamı geliştirmek için Baudelaire’in Les Fleurs du mal’ini Haşet Kitabevi’nden ödemeli getirtmiştim. (...) Daha çok şairleri okuyordum: Yahya Kemal, Tanpınar, Dıranas, Tarancı, Ziya Osman Saba, vb. Siat Faik’i de ortaokulu bitirdiğim yıl keşfetmiştim. (...) ‘İlk önemli okumalar’, Marksizmden söz eden kitaplarla başladı. İktisat Fakültesi’nde, o yıllarda, marksizmden söz eden öğretim üyeleri hep anti-marksist yorumlar yaparlardı ama biz Beyazıt Kitaplığı’nda Manifest’in Türkçe çevirisini bulabiliyorduk; Engels’in Cemiyetin Asılları, Lenin’in bir iki kitabı İkbal Kitabevi’nce yayımlanmıştı ve serbestçe dolaşıyordu. Carlo Cafieri’nin Kapital özeti vardı. Sonra Editions Sociales’in ucuz kitapları gelmeye başladı. Kadırga Talebe Yurdu’nda Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı klasiklerin çoğu vardı; bir yandan da genç yazarların nerdeyse hepsini okuyordum...” Semih Gümüş, A.g.e.; ss: 18-19; Fethi Naci, Dünya Bir Gölgeliktir, ss: 14-17; Fethi Naci, Eleştiride Kırk Yıl, Adam Yayınları, İstanbul 1994, ss: 10-11

(5)”Fethi Naci imzasını ilk defa 1953’te kullandım. 1951-1952 yıllarında Yeryüzü ve Beraber dergilerini yayımlamıştık. O dergileri (Yeryüzü’nün ilk birkaç sayısından sonra) Şükran Kurdakul’la birlikte yönetiyorduk. 1953’te ‘Yaşamak’ adlı bir dergi yayımlamak istedik. Olmadı. O dergi için ‘Yazarın Gerçeğe Bakışı’ adlı bir yazı yazmıştım; Orhan Kemal’in bir hikâyesini eleştiriyordum. Yazı elimde kalmıştı. Sonunda, o koşullarda en uygun bulduğum Kaynak (Ankara’da yayımlanıyordu) dergisine gönderdim; ‘Oktay Deniz’ fazla ‘militan’ bir imza olduğu içim, babamın adını (Fethi) adıma (Naci) ekleyerek yeni (ve artık değişmeyen) bir ‘imza’ oluşturdum.” Semih Gümüş, A.g.e.; ss: 16;
“1951-52’de Ş. Kurdakul ile birlikte yönetimine katıldıkları Yeryüzü ve Beraber dergilerinde çıkan eleştirilerinde Oktay Deniz takma adını kullandı. 1953’te babasının adını kendi adına ekleyerek, Fethi Naci adıyla yazmaya başladı. Bu isimle yazdığı ilk yazı Orhan Kemal’in bir öyküsünün eleştirisidir; ‘Kurtuluş Yolu’ adlı bu yazı Kaynak dergisinde (15 Aralık 1953) yayımlandı.” Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, ss: 417

(6) “Fakülte 1949’da bitti. Bir kamu kuruluşunun bursuyla okuduğum için ‘mecburi hizmetim’ vardı. Bir Anadolu kasabasındaki tekstil fabrikasına yolladılar. Muhasebe servisine verilmiştim ama yapacak iş yoktu (...). İki sınıf arkadaşım, Süphan ve Fuat Andıç, asistan olmuşlardı; bana mektup yazarak fakülteye asistan olarak dönebileceğimi, bana burs ödeyen kamu kurumunun ‘mecburi hizmet’i üniversiteye devredebileceğini bildirdiler. Tam bir bayram sevinci! ‘Muhasebeci’ye durumu anlattım; fakülteye döneceğimi, serviste zaten işim olmadığını, getirdiğim bilimsel eserleri okumama izin vermesini rica ettim; anlayışlı insandı, kabul etti. O kasabaya giderken marksizmin Editions Sociales’den çıkan bütün klasiklerini götürmüştüm. Başladım okumaya. Marks’ın Ücret, Fiyat ve Kâr’ını o günlerde çevirdim (...). Doktoramı, Türkiye’de pek bilinmeyen, Marksizmin değer kuramı üzerine yapacağımı söyledim. Bütün gün Marks’ı, Engels’i okuyordum. 14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimler benim için çok elverişli bir durum yaratmıştı: İktisat Fakültesi’nde asistan olan Dr. Hayrettin Erkmen milletvekili seçilmiş, üniversiteden ayrılmıştı. Fuat Andıç, mektup yazarak bu mutlu haberi vermişti. Gene de ‘Asistan Alınacak’ ilanının çıkması aylar adlı. Fuat’ın o günlerde yazdığı mektup üzerine İstanbul’a giderek önce o zaman doçent olan Süleyman Barda’yla, sonra Prof. Hâzım Atıf Kuyucak’la görüştüm. Prof. Kuycak’ın gözü tutmuştu beni, asistan olarak alacağını söyledi. Asistanlık için dil sınavına katılmak üzere bir ay sonra tekrar İstanbul’a gittim. Kazandım. Prof. Hâzım Atıf Kuyucak, sınavı kazananlardan ‘Naci Kalpakçıoğlu’nu’ asistan olarak almak için ‘talepte bulundu’. Aradan günler, haftalar geçiyor, bir türlü haber gelmiyordu. Sonunda Fuat’ın mektubu geldi: Fakültedeki memur, siyasi polisin beni soruşturduğunu, ‘komünist’ olduğumu (...) dekana söylemiş, dekan Prof. Ömer Lütfi Barkan da, talepte bulunan Prof. Kuyucak’ı ‘müşkül durumda’ bırakmamak için, yeni bir asistan almaya gerek olmadığı yolunda profesörler kurulundan (...) bir karar çıkarmış... Mektup tam bir yıkım olmuştu benim için. Bu yetmiyormuş gibi, onbeş yirmi gün sonra 141. maddeden tutuklandım: İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği’nin Türkiye Komünist Partisi ile ilişkisi olduğu ileri sürülerek bütün kurucularının ve yöneticilerinin tutuklanmasına karar verilmişti. (...) Bir buçuk ay tutuklu kaldıktan sonra salıverildim. Suç muç yoktu.” Eleştiride Kırk Yıl, ss: 11-12; “Sümerbank 141. maddeden tutuklandığım için beni işten attı. Yıl 1951.”; “İnsan Tükenmez yayımlandıktan bir süre sonra toplatıldı. 142. maddeden dava açıldı.” Semih Gümüş, A.g.e., ss: 33; 26; “Kitap 142. maddeden mahkemeye verildi. Sonuç: Beraat.” Eleştiride Kırk Yıl, ss: 14, Dönüp Batığımda, ss: 79-82; “...Beyazıt’ta bir düğün salonunda, TİP’in düzenlediği bir toplantı yapılacaktı. TİP Genel Başkanı Aybar yazılı bir çağrıda bulunmuştu. Gazetelerin bu çağrıyı yayımlamayacaklarını ya da görünmeyecek bir köşeye sıkıştırılacağını bildiğim için, toplantının yapılacağı 11 Kasım 1962 sabahı yayımlanacak Vatan’da, ‘Bugün saat 3’te’ başlıklı bir köşe yazısı yazarak çağrıyı alanları toplantıya katılmaya davet ettim. Toplantıya Vatan’ın yazı işleri müdürlerinden dostum Turhan Tükel’le birlikte gittik. ‘Gerici çevreler’, bu toplantıyı sabote etmek için ellerinden geleni yaptılar (...). Ve biz, Turhan ve ben, TİP’in ne kadar güçsüz olduğunu gözlerimizle gördük. ‘Gazetecinin tarafsızlığı’ ilkesine boş vererek hemen ertesi gün gittik, partiye kaydımızı yaptırdık. Giriş beyannamelerimizi Aybar ve Genel Sekreter Cemal Hakkı Selek imzaladı. Hepimiz mutluyduk. Turhan Tükel, partinin bir yayın organı olmasının bir zorunluluk olduğunu söylüyordu. Bu zorunluluğu herkes kabul ediyordu ama bu organı nasıl çıkaracaktık? Daha ucuza mal olacağı için haftalık dergide karar kılmıştık. Derginin adını Turhan Buldu: Sosyal Adalet. Ya para? Zor olan parayı bulmaktı. Ben dahil beş kişi 1.000’er lira (Yıl, 1963!) koymayı taahhüt ettik. Ver bir de abone kampanyası başlattık. Çalıştığım Emayetaş fabrikasında en az 50 kişiyi abone etmişimdir. (...) Gelelim ‘Etüd ve Araştırma Bürosu’na. Büyük Millet Meclisi’nde TİP’in tek temsilcisi vardı: Senatör Niyazi Ağırnaslı. (Bu TİP, o iyi insana da çok çektirmiştir!) Etüd ve Araştırma Bürosu’nun kurulduğu günlerde, Niyazi Bey, Aybar’a, ‘Bir an önce parti programının hazırlanması ve yayımlanması gerekiyor. Meclis’te herkes bana programı soruyor, cevap veremiyorum’ demiş. Etüd ve Araştırma Bürosu, biraz da bu programın hazırlanması için kuruldu. Merkez Yönetim Kurulu, sekreterliğe beni getirmişti. (...) 1964 şubatındaki ilk Büyük Kongre, birtakım küçük oyunların döndüğü bir kongre oldu. (...) Kongre sonu anlaşmazlıklar üzerine parti içi muhalefet (yanılmıyorsam 24 üye) bir şeyler yapmaya çalıştık, ama hepimiz acemi ‘politikacı’lardık. (...) Muhalefeti sürdürdük ve biz dokuz üye ihraç edildik.” Dönüp Baktığımda, ss: 89-95, Semih Gümüş, A.g.e, ss: 36-42; “1964 TİP I. Büyük Kongresi’nde, 53. maddeye karşı çıkan aydın gurubunun sözcülerinden Fethi Naci ise bu maddelerin işçilere, daha doğrusu sendikacılara bir ayrıcalık tanıdığı görüşündeydi. Naci, işçilerin Türkiye nüfusunun % 9’unu oluşturduğunu öne sürerek, TİP yönetim kurullarında işçilere yarından fazla kontenjan tanınması konusunda ‘%51’i nasıl %9’un emrine verebilirsiniz’ eleştirisini yöneltiyordu. Artun Ünsal, Umuttan Yalnızlığa Türkiye İşçi Partisi (1961-1971), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2002, ss: 160

(7) “Edebiyatın yerini siyasanın alması, mutluluk veren bir duyguydu. Türkiye’de bir seyirci gibi yaşamadığınızı, bir şeyler yapabildiğinizi görüyordunuz. Ben yıllarca kendimi buna hazırlamıştım. Sonunda düşlediğim şeyleri gerçekleştiriyordum.” Semih Gümüş, A.g.e. ss: 43

(8) “O yıllarda (TİP yılları, Ö.L.), Türkiye’nin geleceğinden umutluydum; bir şeyler yapılabileceğine inanıyordum, bu ‘bir şeyler’e benim de katkıda bulunabileceğime inanıyordum, bütün gençliğimi de bu düşle yaşamıştım. Ama yaşadıklarımdan sonra 1968’de politikayı da ekonomik, toplumsal, siyasal konularda yazmayı da bıraktım. Beni bu noktaya getiren nedenleri ‘nesnel nedenler’ ve ‘öznel nedenler’ olarak ikiye ayırmak mümkün. Nesnel nedenler belli: Türkiye, ‘siyasal bilinç toplumsal gelişmeyi aştı.’ Gerekçesiyle darbe yapılabilen bir ülke. İç borçlar, dış borçlar... Yabancı sermayeye dayanan bir sanayileşme isteği... Hâlâ kolu kanadı kırık bir ‘demokrasi’... Hâlâ faili meçhul cinayetler... Hâlâ ‘çeteler’... Bu ‘devri şeamet’in daha fazla ayrıntılarına girmek gereksiz... Bir de öznel nedenler: Bir zamanlar Çetin Altan, ‘Sosyalist yalan söylemez’ derdi. Ben de bir zaman sosyalistlerin özgeci (Farsça’sı: ‘diğerkâm’) olduklarına, kendi çıkarlarını değil halkın çıkarlarını düşündüklerine inanırdım. O kısa süren parti çalışmaları, ‘sosyalist’ diye ortaya çıkanların çoğunun sıradan insanlardan farksız olduğunu, her türlü küçüklüğe açık olduğunu gösterdi bana. ‘Örgüt mü, sağcısı da, solcusu da aynı yolun yolcusudur, farketmez!’ kanısına vardım. Sonuç: örgüt adamı olamayacağımı anladım. Şimdi, bir birey olarak yapabileceklerimin en iyisini yapmaya çalışıyorum.” Dönüp Baktığımda, ss: 93-94

(9) Cemal Süreya, Sevda Sözleri, Can Yayınları, İstanbul 1984, ss: 229

(10) Fethi Naci, Gücünü Yitiren Edebiyat, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1990, ss: 70-74

(11) Fethi Naci, Yüz Yılın 100 Romanı, Adam Yayınları, İstanbul 1999, ss: 49

(12) A.g.e, ss: 248

(13) A.g.e, ss: 505

(14) A.g.e, ss: 538

(15) Fethi Naci, Edebiyat Yazıları, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1976

(16) Fethi Naci, 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1981; 2. basım: 1990, ss: 508-509

(17) Fethi Naci, Eleştiri Günlüğü, Özgür Yayınları, İstanbul 1986; Gücünü Yitiren Edebiyat, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1990; Roman ve Yaşam, Can Yayınları, İstanbul 1992; Şiir Yazıları, Oğlak Yay. Rek. Ltd. Şti, İstanbul, 1997

(18) Fethi Naci, Kıskanmak, Oğlak Yay. Rek. Ltd. Şti, İstanbul 1998, ss: 200

(19) Fethi Naci, A.g.e., ss: 208-214

(20) Fethi Naci, Eleştiride 40 Yıl, Oğlak Yay. Rek. Ltd. Şti, İstanbul 1998

(21) Fethi Naci, Sait Faik’in Hikâyeciliği, Adam Yayınları, İstanbul 1998; Yaşar Kemal’in Romancılığı, Adam Yayınları, İstanbul 1998

(22) Mustafa Kutlu, Söze Zulmeylemek, Dergâh dergisi, Ocak 1991; Semih Gümüş, a.g.e, ss: 125

(23) Fethi Naci, Reşat Nuri’nin Romancılığı, Oğlak Yay. Rek. Ltd. Şti, İstanbul 1995

(24) Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, İstanbul 2000, ss: 73

(25) “Ataç bir ara elime elyazısıyla yazılmış bir şiir defteri tutuşturdu: ‘Bak’ dedi, ‘Orhan Veli’nin şiirleri. Onu son zamanlarda dergilerden tanırsın. Onu ünlü bir şair yapmağa karar verdim.” Hasan İzzettin Dinamo, İkinci Dünya Savaşı’ndan Edebiyat Anıları, De Yayınevi, İstanbul 1984, ss: 12

NOT: HECE ELEŞTİRİ ÖZEL SAYISI'NDA (SAYI: 77, 78, 79; 2003) YER ALAN BU YAZI, FETHİ NACİ'NİN 23 TEMMUZ 2008'DEKİ VAFATI NEDENİYLE SİTEMİZDE YENİDEN YAYINLANMIŞTIR.

ÖMER

Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.