Menu
EL RÛHA
Deneme/İnceleme/Eleştiri • EL RÛHA

EL RÛHA

Ateşinde serinlik, kuyusunda esenlik saklayan diyar.

İblis yakıcı bir nefes, Eyüp tepeden tırnağa yara. Malı, canı, evladı, bütün varlığıyla sınanmış iman. O, sırtını dayadı diye çatlamadı taş. Sabrın taşı Eyüp, sabrın sonu Sâd. Meramı "Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu."*mesabesinde. Hâli sükût, şifası su.

"Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su." **

Urfa'da eli kalem tutuyor suyun.

İbrahim'i yakmayan odun dalgalandırıyor havuzu, ışıltılı bir elif düşüyor suyun yüzüne. Su yazı yazıyor, balık yazıda bir harf. İki revak gölgesi uzanıyor salınarak. Elif ve Lâm.

zm1Ay ışığı Ha!

Ha! Hayret!

Ha! Gayret!

Bas deklanşöre hocam! Yakala hadi!

Şu minareyi çekelim evvela, boğuldu boğulacak.

Tepeden Halfeti'ye baktığımda, suya emanet ettiği mazisini gerçeküstü bir tabloda seyreden, kırgın bir şehir suretiydi gördüğüm. Bu resimdeki tek ışık kaynağı cami içerisinde yüzen çocukların cıvıltıları. Suyun kıyısında derinlere dalıp gitmiş bir kadın, avlusunda yeşeren karagüllerini ve belki de aydınlık günlerini özlüyor. Derinlerdeyse dibek taşları, eşikler ve kedi tırnakları. Dalı budağı midye ile örtülmüş ağaçlar, suya verilmiş muskalar, mezar taşları, sac ayakları,... Resimdeki objelerin tümü suyun altında ya da kıyısında.

zm2Harran, iki ırmak arasında doğan medeniyetin anasıysa Halfeti de boğulmuş evladı. Bereketin tarifi buranın suyu ve toprağıyla doğrudan ilintili. Yeryüzünün bilinen en eski üniversitesi ve en ihtiyar tapınağına ait kalıntılar burada. Buğdayın, bilimin ve inancın anavatanı. Göbeklitepe'de bulunan on iki bin yıllık tapınak, evvel ve yahut ahir zamanda, insanın inanma ihtiyacı üzerinde düşünmeye zorluyor uyuşmaya meyyal zihinlerimizi.

Balıklıgöl'de ışık, Halfeti'de su, Harran'da toprak. İki gün boyunca zaman makinesindeymişim de tüm vakti anı yakalamakla geçirmişim. Evvel zaman ile ahir zaman arasında gidip gidip gelmişim. Kâh on iki bin yıllık bir tapınakta evvel zamanı, kâh küçük kazançlar için büyük yalanlar söyleyen esnafa rastladıkça ahir zamanı yaşıyorum. Hz. İbrahim'in makamında o kadim zamanlara uzanmışken, mescide ayakkabı ile giren kadının pervasızlığıyla gerisin geri savruluyorum modern zamanlara.

Bedestenin daracık sokaklarında, kalabalık ve sıcaktan bunalmış, ayaklarımı sürüye sürüye Nemrut'un kulaklarını zm3çınlatarak gezinirken, bir anda yürek ferahlaması gibi içine düşüverdiğim meydanların birinde seyyar tezgâhıyla yeşil nohut satan adama rastlayınca iki elimle ancak kavrayabildiğim koca nohut demetini çeşmenin aharına daldırdıktan sonra sularını silkelemek için semazenler gibi döndüğüm, nihayet çeşme başına kurulup ayaklarımı suyun şırıltısına sarkıtarak nohut yediğim çocuk zamanlarıma gidiyorum da bunaltıcı sıcak yerini çeşme başlarının esenliğine, vıcık vıcık kalabalık yerini poyraz yellerine bırakıyor.

Bir bardak çay içsem kendime gelirim derken rastlıyorum Gümrük Han'a. Osmanlı eserlerine yaslanmanın o tanıdık huzuruna bırakıyorum kendimi. İstanbul'daymışım, burası da sık sık gelip çay içtiğim hanlardan bir hanmış. Gelgelelim bir bardak kaçak çayın boğazıma düğümleyeceği hatıraları hiç hesaba katmamış, bu coğrafya ile aramda kapanmayan hesaplar, aşamadığım mesafeler olduğunu unutmuşum. Hatırlayıp da bilmem kaçıncı kere gücenince, olmaz, böyle miskin miskin oturarak zm4dokunulmaz bir şehre, sokaklarında yürümek lazım deyip kaçıyorum arkadaşlarımın yanından. Sokaklarda yürümüyor da adeta koşuyorken peşim sıra gelen dosta bir bardak çayın bana neler ettiğine dilim nasıl dönsün, nasıl anlatayım! Velhasıl hocam, suya ve toprağa her şeyi saklayan şu diyara bir ben sığmamışım, diyerek özetlersem durumu, hikâye olağanlaşır, acıyı hafife alabiliriz sanıyorum.

Yanılıyorum.

Meliha'nın uzaklığı mim olsun Ayn Zeliha'ya. Elif, lâm, ha, ayn-ül yâkin.

* Sâd Suresi 41. ayet

** Sâd Suresi 42. Ayet

Diğer Yazıları