Bugünlerde
oldukça gelişmiş ve tabii ki hâlâ gelişmekte olan halk kitleleri, sıra adab-ı
muaşeret ilmine gelince pek az yol kat etmiş görünüyor, bu benim için biraz
şaşırtıcı. Böylelikle, boş vakit bulunca, bilgiden mahrum olanların toplum
önüne çıktıklarında uygun bir duruş sergilemeleri için işlerine yarayabilecek
aşağıdaki bazı tavsiyeleri yazma cesareti gösterdim.
Genç bir adamın toplumla ilişkisini en çok etkileyen nitelik, ölçülü bir tevazudur; ancak bununla birlikte utangaçlık ve çekingenlikten kaçınmalıdır. Mükemmel bir özgüven ve karizmayla mimlenen görünüm fazla uçuk olmamalı. Samimiyet, toplumun en kötü huyudur. Olur da tanıdıklarımızdan biri kendinde, “İzin ver sevgili dostum,” gibi sözler geveleme hakkına sahip görürse, onun sözünü orada kesin.
Asil kelimesini asla kullanmayın – O ancak, asaletten yoksun insanların ağızında bulunur. Evinize orada karşılaşabileceğiniz herhangi birini selamlamadan asla girmeyin ve yabancıların önünde homurdanıp hata bulmaya kalkışmayın. Her zaman iade-i ziyaret yapılmalı; hakaret de gözden kaçmamalı.
Konuşma tarzınız, ziyaretin ruhuna uygun olmalı. Başsağlığına gittiğinizde edebiyattan bahsedemeyeceğiniz gibi, bir törene katıldığınızda hararetle siyasal iktisattan söz edemezsiniz. Çocuklu bir eve giderseniz, onlarla baş başa, erkekçe sohbet etmeye özen gösterip gönüllerini alın. Bir hanımefendiye hangi şartta ve ne olursa olsun soru sormayın. Tabii soruların en önemlisini, on yediden otuz ikiye gönüllerin ve zihinlerin baş tacı sorusunu patlatmak dışında. Şüphesiz, sözcük oyunlarının modası geçti. Alışkanlık halini alırsa şapşal ve nahoş kaçıyor. Şık bir deyişle, aptalların zekâsı denir ona. Her şeyden öte, sakın ola şapkanızı misafir odasına götürmeyin.
Masadaki başlıca göreviniz, yanı başınızda oturan hanımefendinin ihtiyaçlarıyla ilgilenmek olmalı. Kendi istekleriniz ikinci sıradadır. İlkini yerine getirirken hanımefendinin istediği her şeyin karşılandığına emin olun, ancak hanımefendinin tabağına yönelen dikkatiniz fazla açığa çıkmamalı çünkü bir insanı yemek yerken seyretmek kadar görgüsüzce bir şey olamaz. Hanımefendi bir çeşit gurmeyse; güvercin rüzgârının aromasının peşine takılmış, aşırı hevesle ağzına kontrol edemeyeceği bir lokma götürdüyse sohbetinize ara verip sabit bakışlarınızı odanın tersi istikametine çevirin.
Masadakilerle beraber şarap aldıysanız, su haricinde hiçbir şeye dokunmayın. Daha sonra sürahi masayı baştan sona dolaşabilir ve herkes kendi bardağını doldurabilir. Akşam yemeğinde sakın bira benzeri şeyler istemeyin; bunlar bayağı karışımlardır, şarabın tadını bozar. Eğer o sevimli, baş belası çocuklara sahipseniz ve misafir ağırlıyorsanız, özellikle davet edilmedikleri müddetçe, sakın akşam yemeğinden sonraya kalmalarına müsaade etmeyin. Ne yemek masasında ne de salonda asla politika konuşmayın.
Eğer şapkanızı çıkarırsanız, seçkin insanları selamlamak gibi saygın bir harekette bulunmayacaksanız, sırt omurlarınızı da aynı zamanda eğmenize gerek yok. Bariz bir şekilde güzel dişlere sahipseniz, selam verdiğiniz kişiye konuşmadan, sevgiyle gülümseyebilirsiniz.
Bir kadın, nadiren iki erkeğin koluna birden girmeli, her iki tarafta da birer beyefendi olmalı ya da bir beyefendi her iki koluna birer hanımefendi almalı. Bu adaletsizlik eskiden Kamçatka’da, şimdilerdeyse Vermont’a uygulanıyor. Elbette, kadınların güvenliği için bazı zaruri durumlarda, ikisine birden kolumuzu verebiliriz. Mesela bir konser dönüşünde ya da herhangi bir vesileyle kalabalık bir ortamdan geçerken.
Çevresi kızarmış, kirpikleri dökülmüş, son derece şaşı gözleriniz varsa mutlaka gözlük takın. Kusur büyükse gözlükleriniz koyu renkte olmalı. Bu gibi durumlarda denizden ziyade gökyüzünü taklit edin. Yeşil gözlükler sadece ilahiyat öğrencilerine yakışır, iticidir. Mavi olanlarsa saygın ve hatta kibar durur. Yüzdeki hemen her kusur, saçın yerinde kullanımı ve düzenlemesiyle kapatılabilir. Ancak dikkatli olun saçınız başka, bıyığınız başka renkte olmasın ve eğer peruk takacaksanız, büyük olsun ki saçınızı göstermesin. Pazarları sakın ola beyaz pantolon, açık renk yelek, beyaz çorap ya da eldiven giymeyin. Hatta mümkünse o gün gösterişten kaçınmaya gayret edin.
Balo salonunda partnerinizi dans boyunca nazikçe yönlendirin, elini sıkıca tutmadan sadece parmaklarına dokunun. Sessizce dans edin, sarkaç gibi bir o yana bir bu yana sallanmadan bacaklarınızı zarifçe hareket ettirin. Müzik kulağınız yoksa kesinlikle dans etmeyin.
Moda, görgüden o kadar farklıdır ki, neredeyse zıttıdır. Aslında rafine bir bayağılıktan başka bir şey değildir. Mesela durmadan şekil ve gelenekten bahsetmek bayağılık değilse nedir? Gümüş çatallardan, Fransız çorbalarından? Bir centilmen bu geleneksel alışkanlıkları takip eder ama sadece kendini ilgilendiren kısımlarını. Bıçağıyla yemek yiyen birini görürse, onun dünya adetlerinden bihaber olduğuna hükmeder ama parfüm sürmüş bir züppe gibi çığlığı basıp bayılmaz. Oturduğu sofrada gümüş çatallar yoksa istifini bozmadan sanki hiçbir kusur yokmuş gibi çelik takımı kullanarak yemeğini bitirir. Ev sahibinin durumuyla ilgili kendi düşüncelerini elbette oluşturur fakat böyle bir münasebetsizlik karşısında asla vaaz vermeye yeltenmez.
Dünyaya adım atan gençler bu önemsiz tavsiyeleri uygularsa gerçek bir beyefendinin huzuruna kavuşur, zarafetin incelikleriyle ilgili derin bir iç görüye sahip olur.
ÇEVİREN GÜZİDE ERTÜRK
1985 yılında İstanbul’da doğan Güzide Ertürk, Portland Eyalet Üniversitesi’nde Yaratıcı Yazarlık okumakta ve Oregon’da yaşamaktadır. Öyküleri Karabatak, Post Öykü, Varlık ve HeceÖykü gibi çeşitli dergilerde yayınlandı. Amerika’daki çalışmaları The Pacific Sentinel, Kithe Journal ve Pointed Circle gibi dergilerde yayınlandı. Eserleri:Düşeş (Öykü, 2010)Rüzgârgülü Çamlıca (Deneme, 2010)Öbür Dünya Öyküleri (Öykü, 2014)Kaplumbağa Gölgesi (Öykü, 2017) Loretta (Öykü,2019)Kül Ormanı (Roman, 2024)