Menu
DUA TEKNOLOJİSİ
Deneme/İnceleme/Eleştiri • DUA TEKNOLOJİSİ

DUA TEKNOLOJİSİ

Teknolojiyi ve bilimi hayatı kolaylaştıran bir araç olarak görmenin ötesine geçip, bunları ilahlaştırmak insanın kibrindendir. Kendi aklıyla yarattığına o kadar güvenir ve inanır ki başka bir şeye inanma ihtiyacı hissetmez. Oysa bilim ve teknik her durumda her ihtiyacı karşılamaz. İnsanın acziyetini hissedeceği ve çaresiz kalacağı anlar mutlaka olacaktır. Yine de çaresizlik durumlarını kabullenmek yerine kibrine bağlılığından vazgeçmemek marifet gibi gelir insana.

Bilim ve teknoloji insan yapısıdır. İnsan bir röntgen cihazı, bir MR (manyetik rezonans) cihazı icat etmiştir. Bu cihazlarla hastanın iç organlarını inceler, hastalığı tespit eder. Yine kendi icat ettiği cihazlarla bu hastalıkları tedavi etme yoluna gider. Doğrusu da budur. Ancak bu insanın dolaylı yoldan yaptıklarını doğrudan yapamayacağına inanmayı gerektirmez. O cihazı meydana getirme yeteneğine, gücüne sahip olan insan neden bu görüntülemeyi doğrudan yapamasın? Neden bir hastanın iç organlarındaki hastalığı, sıkıntıyı gözleri ile görerek, elleri ile hissederek veya beyni ile algılayarak tespit edemesin? Yüce yaratan neden bu özelliği de insana vermiş olmasın? Buna inanmak istemeyenler, yine kendi yaptıkları cihazın bu işi yaptığına tereddütsüz inanırlar. Oysa ki o cihaz bozulsa kendi kendisini tamir etme kabiliyeti dahi yoktur. Düzeltecek olan da yine insandır. O kabiliyeti o cihaza veren de yine insandır.

Bilim kurgularda yazarların yıllar öncesinden gelecekte olabilecek teknik gelişmeleri tahmin edebildiğini, öngörebildiğini görüyoruz. Jules Verne Aya Seyahat'i yazdığında insanoğlu uçak nedir bilmiyordu? Dünya yuvarlak diyenler cadılıkla suçlanmıştı. İnsanın bilim dediği bildiğidir. Bilmediğini reddetmekte bilime tapanların âdetidir. Bilmediğini öğrenmek isteği ise gerçek bilim insanlarının işidir. Bugün doğaüstü olarak algıladığımız şeylerin hepsi olmasa da bir kısmı henüz bilmediklerimiz olabilir. Bunları bugün inkâr etmek dünya yuvarlak diyenleri yakmaktan farksızdır. Bu noktada en büyük bilinmeyenlerden biri de duadır. Duanın gücünü inkâr edip, ispatlanamaz diyenler de bu yüzden çokçadır.

Duanın teknolojisi henüz erişemediğimiz bir teknoloji olabilir mi? Çok eskilere gitmeden, son yıllarda karşımıza kitap veya film olarak gelen bilim kurgularda düşünce gücü kullanımıyla ilgili detaylar dikkatimizi çekiyor. Maddeye dokunmaksızın hükmeden mentalistler gösteriler yapıyor. Var olduğunu düşündüğümüz uzaylıların ileri beyin fonksiyonlarıyla madde ve enerjiye hükmettiklerini, bu yüzden bizden çok ileride olduklarını neredeyse kabul etmiş durumdayız. Bizim için imkânsız gibi görünen ışık hızına ulaşmanın, farklı bir enerji boyutunda yaşamakla, bunun da beyin gücüyle ilgili olduğunu sanmakla meşgulüz. O halde neden duanın ileri bir teknoloji olduğuna değil de geri kafalılık olduğuna inananlar var? Gözümüzün önünde olanı binlerce yıl görmeyip de kazara bir görüverince keşif yaptık diyoruz. Arşimet fark etmeseydi suyun kaldırma gücü yok muydu? Amerika kıtası keşfedilene kadar insanlık böyle bir yer için var ya da yok diyebilir miydi? Bir şeye yok demek için onun yerinin boş olduğunu görmek şarttır. Bir gören, "var" diyorsa, ona "yok" demek ispat gerektirir. Dua binlerce yıldır insanlıkla bugünlere geldi ise görenler vardır ki gelmiştir ve yok demek ispat gerektirir. Duanın teknolojisine erişmek için çalışmak bilim insanının işidir. Bu bilme gönül vermişlere gönül insanı da denebilir. Duanın teknolojisine erişmek manevi bir araştırma geliştirme çalışması ister. Öncelikle maneviyatınızdaki, ruhunuzdaki eksikleri, sorunlu noktaları tespit eder, tamirata girişirsiniz. Sonra temiz ve düzgün çalışan bir makine ortaya çıkardığınızda bu makinenin verimliliğini artırmayı hedeflersiniz. Geliştirmenin temeli emsallerinden iyi olmaktır. O halde emsallerinde gördüğün tüm yanlışları, kusurları önce bu makineden temizlemeli, en iyisini yapmaya çalışmalısın. Sonra makinen artık senin o güne kadar bilmediklerini sana göstermeye başlar. Elde edemediklerini önüne getirir. Bundan bin yıl önce insanlara, hastalandıklarında içlerini gösteren bir cihaz olacağı, hastalıklarını da ışınla, görmediği çarelerle tedavi edecek donanımlar olacağı söylense idi, reddedecekler, bu cihazları hayal bile edemeyeceklerdi. O zaman bugün dua ile tedavinin mümkün olmadığı söyleyenler gelecekteki insanlara mı benziyor, geçmiştekilere mi? Geri kafalılık hangisi?

Yüce Allah (c.c.) dualarımızı farklı şekillerde kabul ediyor. Birincisi doğrudan istediğimizi vererek, ikincisi duamız hatırına başımıza gelecek bir belayı defederek, üçüncüsü ise duamızın hediyesini ahiret hayatımızda bize hayır olarak vererek. Bu üç kabulden ikinci ve üçüncüsünü insan idrak edemez, duası kabul olmadı diye düşünür, işin aslını bilmez. İnsanların yaşadıkları hayatla hak ettiklerine bakılırsa, dualarının da bu ikinci ve üçüncü kabul şekilleriyle kabul edilme ihtimali hem daha yüksektir hem de kendileri için daha hayırlıdır. O yüzden kabul edilmemiş gibi düşünülen dualar kabul edilenlere göre çok daha fazladır. Bu basit bir denklemdir ancak anlamak, üzerinde düşünmek nefsimize hoş gelmez. Biz her tür günahın içinde, sakınmadan, çekinmeden yaşar, kibrimizle kendimizi bu dünyada birçok ateşe atarız, yine de başımıza bir iş gelmez. Bunun da kıymetini bilmez, yaratıcımızın bize olan merhametinden dolayı bu kadar iyi hallerde olduğumuzu düşünmez, “dualarım kabul olmuyor” deyiveririz. Dünyada yaşanacak büyük bir acının ahirette yaşanacak en ufak bir ıstıraba kefaret olması bizim için bulunmaz bir lütuftur. Ancak bu idrak bunu söyleyende bile yoktur. Söylemek kolay, öyle yaşamak ve hakikaten idrak etmek zordur. Görülüyor ki; dua öyle bir teknolojidir ki arıza yapmaz. Yarım kalmaz, eksik kalmaz. Amacına her koşulda ulaşır. Görevini yapar, faydasını verir. Dua etmeyenin bugün internet kullanmayandan, otomobil, uçak, tren kullanmayandan, tıbbın göz kamaştırıcı imkânlarından faydalanmayandan ne farkı vardır? Her iş için dua edilir, duadan fayda beklenir. Duayı küçümsemek, her ihtiyacı kendi kudretinle karşılayabileceğini düşünmek, yaratana muhtaç olmamayı kibir meselesi haline getirmek, kendini tanımamak, aslını bilememek, elinde hiçbir şey olmadığı halde her şey elinde sanmaktır. Bundan, fazla değil, on yıl öncesine kadar en küçük parçacığı atom sanan bilim adamları bugün atom altı parçacıklarla oynuyorlar. Yarın onların da içinde bir öze ulaşılmayacağı, ya da etrafımızdaki bütün evrenle birlikte, bildiğimiz her nesne bir araya gelse, asıl özü oluşturmaya yetmeyeceğinin anlaşılmayacağı ne malum? Bunca bilinmeyen varken insan neyine güvenir, neyine inanır da Allah'a inanmayı acizlik sayar. Allah'ın önümüze koyduğu örnekler olmasa, yarattık dediğimiz neyi biz yarattık? Su kaldırmasa gemi nasıl yüzecekti? Yer çekmese dünya da nasıl yaşanacaktı? Kuşlar olmasa uçak kimin aklına gelecekti? Kuşlar milyonlarca yıldır uçar da, kibrinden ödün vermeyen insan ancak yüz elli sene önce ilk kez uçmadı mı? Evrimin son noktası dediğin insan, varlıkların en üstünü, neden milyonlarca yıldır uçan hayvanlar kadar evrimleşemedi. Kuşlar uçmak istedi de insanlar istemedi mi? Evrimin temeli ihtiyaca dayanıyordu da insan hiç uçma ihtiyacı hissetmedi, çölleri, dağları yürüyerek keyfinden mi aştı? Bu ilahi düzende acizlik her güzelliğin, keşfin temelidir. Bunu kabul edip, ne kadar varlık içinde olursak olalım yoksunluk yaşadığımız zaman duası kabul olan insan oluruz. Duanın teknolojisini çözmek, keşfetmek, bulmak, idrak etmek, insanlık için atılacak en büyük adım olacaktır. Bu aynı zamanda öze ulaşmak, yaratanınla bir olmak demektir. Duanın yerini bulması için orada olmak gerekir. Orada olanın da duası kalmaz, oradan gelene eyvallah demek kalır. Oraya adımını atan, bir an önce ihtiyaç duyduğu suyun kaldırma kuvvetine artık ihtiyaç duymayan bir deniz uçağı gibi suyun üstünden kalkar, uçar gider. Uçup gidenlere yetişmek dileğiyle...

Diğer Yazıları