Menu
BİR ZEVK-İ TAHATTUR
Deneme/İnceleme/Eleştiri • BİR ZEVK-İ TAHATTUR

BİR ZEVK-İ TAHATTUR

Abdullah Cevdet, acıklı ve müzmin bir tezadın zebunu. Şifasız hafakanlar içinde akıp geçen bir ömür. Doğu-batı dualizmi, eski-yeni tezadı, mazi-hal çatışması. Beynini ur misali kemiren sorunlar.

Bazen zındık bazen münafık ve bazen de halis bir mümin. O, bir kavşağın eşiğindeydi, tercihini hangisinden yana koyacaktı? Bir tarafta sınırsız, büyülü ve çekici bir dünya yani Batı. Diğer yandan köhne, kaşane ve virane bir alem yani Doğu.

İki dünya arasında yol ayrımında kalan zavallı bir dimağ. Sanat, edebiyat, musiki, bilim ve teknik ne varsa ekserisi Batı’da, bizde sadece, ‘sakfı çökük medreseler, meraretle somurtan minareler.’

Talihin bu acımasız sınavına muhatap olan uyanık şuurlar için tek çare şifasız bir dualizm. ‘Debussi’yi , Wagner’i sevmek ve fakat Mahur Beste’yi yaşamak’ bu dramın Tanpınar’daki yansımasıydı.

‘Hayalimde kalsın vatan eski haliyle’ diyen Yahya Kemal, bu çaresiz ikileme melamet neşvesi katar ve derken ‘kökleri mazide bir ati’ oluverir. Haşim ve Cenap; koyu bir sembolizm içinde sükun bulurlar. Bir çeşit gayya kuyusu ya da ‘veyl deresi.’

Fikret, kendi meraretiyle yapayalnızdır. Nazım, ‘Moskof çocuğu’ olur, Halide Edip, Yakup Kadri ve Reşat Nuri, bakir ideolojinin (Kemalizm) sadık birer müdafii olurlar. Peyami Safa ve Necip Fazıl, mistik bir açılım yapmayı denerler. Biri ‘mistik şair’ olur diğeri mistik romancı.

Nurettin Topçu ve Mustafa Şekip, tek çareyi Bergson’un entüisyonizmin (sezgicilik) de görürler ve üstadın halis birer tilmizi olurlar. Günümüz edebi manzarası ise bu dairenin çağdaş bir açılımıdır: Ece Ayhan, Cemal Süreyya,  Edip Cansever ve Kemal Tahir  Nazım’ı;

İsmet Özel, Rasim Özdenören, Mustafa Miyasoğlu, Hekimoğlu İsmail, Cahit Zarifoğlu ve Sezai Karakoç ise Fazıl ve Peyami’yi takip ederler.  Oğuz Atay ve Orhan Pamuk birer karışım olup marjinal kalmayı tercih ederler. Ama hakkını yemeyelim Nobel yazarının. Tanpınar’ı tek anlayan ama tam kavrayan biricik sima o.

Nurullah Ataç, Fethi Naci ve Mehmet Kaplan bu ‘hadımlar edebiyatı’nın gözde eleştirmenlerinden. Mızmız, mıymıntı ve şımarık üç kalemşör. Tolstoy’un deyişiyle sanatkar olamadığı için sanatkarı eleştirme. Bir tür Oidipus Kompleksi.Elif Şafak, Ayşe Kulin ve İnci Aral ise çok daha silik ve ezik birer kopye. Ama ‘Aşk’ yazarı başarılı entelektüel salvolara rağmen hala kabiliyetli ve bir o kadar da sevimli.

Böylece her tabaka bu müzmin dualizmi seviyesine göre hisseder ve seslendirir. Tabi ki Atilla İlhan, sadık yaveri Selim İleri ve özellikle ‘düşüncenin gökkuşağı’ üstat Meriç’i unutmuyoruz.

Üstat; Hepsine selam yollayıp bütün seleflerinin müzmin ikilemini hamule misali mezcedip, iliklerine kadar yaşar bu matemi. Tek bir tesellisi vardır: Hint o da ilgi görmeyince bütün bütün melal ve son çare: Fildişi kule. Olemp, Nemesis, Himalaya ve kelebek misali uçuşan kelimeler,  şifasız bir melenkoli ve nihayet son uyku yani Nirvana.

Ve meydan artık mukallitlerin. Televole, paparazi. Yüzeysellik ve sahtelik tek sanat. Zira nesl-i ati,  tercihini batıdan yana kullanıp bu dayanılmaz tezada bir son verdi. İkilem bitmişti, her şey sessiz ve sakince akıp gidiyordu, romantizm, nostalji, feryad-ü figan anlamsızdı artık. Sonsuz bir rehavet, cıvıl cıvıl bir dünya, ağaçlar, çiçekler, incitmeyen hafif bir romantizm ve azıcık ekmek kavgası.

Cezmi Ersöz, bu mesut/bahtiyar neslin tek güzide şair ve edibi. Tek eksiği rebabı.  Kamyon dolusu aşklar, pırasa misali kelimeler ve cinsellik kokan mısralar. Melal’in esamesi bile yok. Öyle ya aşinası olmadığı bir ‘ucube’yi neden tanıyacak ve yaşayacaktı. O, zaten bilmecelerini çözmüş, kördüğümlerini halletmişti. Sığındığı esrarlı alem(modernite) her sualine cevap verip onu tatmin ediyordu, başka bir kaynağa, izaha ne hacet!

Ara sıra bazı mazi kokulu neşidelere rastlamıyor değiliz: ‘Yine de sevdim gülümsemeyi, su gibi özledim temmuz güneşinde sesini, ikindi de yağmur gibi, geceleyin rüzgar gibi, sevdim seni sevdiğimi…’

Hugo, Dosto, Balzac, Tolstoy vd. zirveye tırmanmış geride hiçbir şey bırakmamışlardı, sanat adına her ne varsa hepsini alıp götürmüşlerdi. Bu üstatların bizdeki yansımaları olan Kemal, Tanpınar, Fazıl ve Peyami de aynı açgözlülüğü yaparak atiye yani bize hiçbir şey bırakmadılar. Biz talihsizlere düşen hüzünlü bir yad-ı cemil. Galiba Haşim haklı:

Bize bir zevk-i tahattur kaldı

Bu sönen, gölgelenen dünyada.

Diğer Yazıları