Medeniyetimizin dört mihenk taşı: İstanbul – Kudüs – Endülüs – Bosna. Dört temel sütunun Balkan durağı; aşkın şehri: Bosna Hersek. 11 Temmuz 1995 tarihinde Srebrenitsa’da yapılan katliamın 13. yıldönümünün üzerinden 5 gün sonra: 16 Temmuz 2008 tarihinde Bosna Hersek topraklarındayız. Akif Emre Srebrenitsa için şöyle diyor: “Srebrenitsa Boşnakların Çanakkalesi'dir. Müslüman Boşnaklar var olacaklarsa bunun teminatı olarak kendi Çanakkaleleri'ne sahip çıktıkları kadar var olacaklardır. Biz de onlarla birlikte Srebrenitsa Çanakkalesi'ni içimizde yaşattığımız nispette var olacağız demektir. Bosna'nın Çanakkalesi'nde dikilen her mezar taşı bu toprakların tapusu olacak.”
1995 yılına kadar ismi Bosna olan ülke, 21 Kasım 1995’te Dayton Barış Antlaşmasıyla bir dükalık olan Hersek dükalığının da kendi isteğiyle Bosna’ya katılmak istemesiyle devletin ismi “Bosna – Hersek” olarak değiştirilmiş.
Atatürk Havalimanı’nda başlayan ve yaklaşık iki buçuk saat süren uçuşun ardından artık Avrupa’nın Kudüs’ü sayılan Bosna-Hersek topraklarındayız. Bizler bulutların arasından alçalmaya başladığımızda yeşilin her tonuna sahip olan İgman dağlarını izlerken, Hüseyin Kansu Hocamız bizlere Bosna’yı anlatıyor.
Söylenenlere göre “Allah aşkı dağıtırken % 90lık kısmını Boşnaklara, kalan % 10luk kısmı diğer halklara“ dağıtmış. Buraya gelip de âşık olmamak mümkün değil. 1463 yılında Fatih Sultan Mehmed Han tarafından fethedilen Bosna Hersek, fethedilmeden önce Hıristiyan bir toplum idi. Ancak Hıristiyanlıkta öyle bir mezhebe bağlılardı ki, Allah’ın birliğine iman eden Bogomil mezhebindeydiler. Hıristiyanlığın diğer mezheplerinde bulunan teslis inancına sahip olmayıp, tek Tanrı akidesine inanan, iman eden Boşnaklar, İslam’ı tanımaları ve hemen iman etmeleri çok kolay olmuş. Fetihle beraber kendi istekleri ile Müslüman olmuşlar. Bu yüzden de fetih sırasında Fatih Sultan Mehmed Han’a Müslüman olmak istediklerini belirtip iki dileklerinin olduklarını söylemişler. Fatih Sultan Mehmed Han büyük bir merasimle Bosna Halkının şehadetlerini dinledikten sonra Boşnakların isteklerinin ne olduğunu sormuş. Boşnaklar birinci olarak çocuklarının İstanbul’da eğitim görmelerini, ikinci olarak da toprak düzeninin değiştirilmemesini dilemişler. Fatih Sultan Mehmed Han’da kabul etmiş.
BİMTAŞ çalışanları ile düzenlenen bu gezi için öncelikle BİMTAŞ Genel Müdürü Ahmet Ağırman’a, Rehberimiz olan Türkiye - Bosna Hersek Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanı Hüseyin Kansu’ya müteşekkiriz. Gezimize ara ara katılan Hakan Albayrak’ın eşi Emira Albayrak’a da katılımları ve yer yer açıklamaları için çok teşekkür ediyoruz. Bir sohbetimizde Emira Albayrak, “Hüseyin Bey şahittir, 15 sene öncesine kadar hiç Türk yoktu Bosna topraklarında. Bizler çalıştık, çabaladık, buralara birçok insanlar getirdik, buradan da birçok insan götürdük Türkiye’ye. Savaş boyunca ilgilenmek yetmez, ömür boyu ilgilenmek gerekiyor. Sizlerin de bu duyarlılığınızdan dolayı Allah razı olsun” deyip ömür boyu Bosnalılara Türkleri, Türklere de Bosnalıları anlatmak gerektiğinin altını çizmişti.
Gezi boyunca bizlere Bosna’yı, Osmanlı’nın inşa etmiş olduğu medeniyeti en büyük miras olarak sahiplenen Boşnak Halkını tanıtan Hüseyin Kansu, daha önceden Bosna hakkında yaptığı çalışmaları ile mütebessim Boşnak Halkını, Avrupa’nın ortasında yalnız bıraktığımız Saraybosna’yı gerek kitaplarla gerekse de konferanslarla tanıtmış, kendisini bu yola adamış.
“Mostar Köprüsü Yeniden Doğdu’’ konulu derleme fotoğraf sergisini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, İstanbul’da ve Konya’da açmış.
Şu aralar Aliya İzzetbegoviç’in hayatını yazmakla meşgul olan Hüseyin Kansu, kitabı yayınladıktan sonra Türkiye’de ve tüm dünyada konferans serilerine başlayacaklarını belirterek şöyle konuşuyor: “Aliya’yı tüm İslam âlemine, tüm insanlığa tanıtmalıyız. Aliya hapishaneleri, kışlaları, siyasetin dâhil olduğu her birimi birer eğitim yuvasına çevirmiş, tevhidî duruşuyla tüm insanlığa bir ahlak abidesi olarak örnek olmuştur.’’
Vezirler Şehri Travnik ve Osman Efendi Recoviç Medresesi
Travnik, Osmanlı’ya 70 vezir vermiş tarihi kimliğiyle ön plana çıkan bir şehir. Savaştan sonra nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan Tranvik’te, bir fotoğraf karesine 7 cami sığdırabilmek mümkün. Dünyaca ünlü Yazar İvo Andriç’in Travnik Günlüğü isimli kitabını okuyanlar, Travnik’i daha iyi anlayacaklar. Ülkemizde de tanınan Nobel ödüllü ünlü Yugoslav Roman Yazarı İvo Andriç 1892 Travnik doğumludur. Kendisine Nobel ödülünü kazandıran “Drina Köprüsü isimli romanı dışında dilimize çevrilen diğer eserleri şunlardır: Travnik Günlüğü, Ver Elini Çocukluk, Uğursuz Avlu, Irgat Siman, Bosna Hikâyeleri, Ömer Paşa. Travnik günlüğünde yazar bu şehri merkeze alarak 19.yüzyılın başında farklı din, dil ve kültürlere sahip insanların yaşayış ve etkileşimlerinden kesitler sunar. Balkanlarda otoritesini yitiren Osmanlı İmparatorluğu ve batılı devletlerin pastadan pay kapmak için verdikleri büyük mücadele, Fransa ve Avusturya’nın Travnik'te konsolosluk açmaları, 3.Selim'in batılılaşarak çöküşü durdurma çabalarının Travnik'teki vezir konağından görüntüsü, Müslüman Balkan topraklarında batılılaşma ile yüz yüze kalan Osmanlı geleneksel kimliğinin direniş çabaları ve bütün bu büyük siyasi olayların farklı bireyler tarafından algılanış biçimleri romanda yazar tarafından ustalıkla işlenmiş.
Travnik’i meşhur tarihi kalesinden seyretmenin apayrı bir tadı var. Ecdadımız bu kaleyi büyük emeklerle yapmış. Travnik’i kaleden seyretmek doyumsuz bir görüntü. Güneşin batışını Travnik’teki Osmanlı kalesinden izlemek, gönüllerimizi bu şehrin fethedildiği anlara kadar götürdü.
22 Ağustos 1992'de Bosna cihadının İlyaş cephesinde şehid düşen Türkiyeli mücahid Selami Yurdan kardeşimizin Travnik'te Elçi İbrahim Paşa Camii'nde bulunan kabrini de ziyaret ediyoruz. Allah Kuran’da şehitler için şöyle buyuruyor: “Allah yolunda öldürülenler hakkında ölü demeyin, bilakis, onlar diridirler. Fakat siz bunun farkında değilsiniz...” Vicdan sahibi her insanın yüreğini dağlayan bir katliama seyirci kalamayarak Bosnalı kardeşlerinin yardımına koşan ve Müslüman olmanın sorumluluğunu yerine getirerek şehid olan kardeşlerimizden birisidir Selami Yurdan. Bosnalı kardeşlerimize yapılan zulumlere dur diyebilmek ve bu dünyada hiç karşılaşmadığı kardeşlerine destek olmak için çıktı yola. Aynı Filistin’de İsrail tanklarının ezdiği Rachel Corrie’nin yaptığını yaptı; haksızlığa, soykırıma, katliamlara karşı canıyla, yüreğiyle mücadele etti ve şehit oldu Selami Yurdan.
Tranvik yolu üzerinde bulunan Osman Efendi Recoviç Medresesi’ne misafir oluyoruz. 27 bin insanın kayıp olduğu savaşta büyük bir insan kaybına uğrayan ve çok sayıda insanın ülkeyi terk ettiği Bosna’da eğitime artık çok önem veriliyor. Boşnaklarda Medrese eğitimi çok önemli. Medresede hem modern ilimler hem de İslami dersler okutuluyor. Türkiye’deki imamhatip okulları gibi ama burada bu okulların önü açık, puan kırılma gibi haksızlıklar söz konusu değil. İsteyen dilediği okulda eğitimini alıyor.
Diyanet İşleri devletten bağımsız. İmamlara devlet maaş vermiyor, o muhitte bulunan müslümanlar üye oluyorlar ve ekonomileri ölçüsünde her ay aidat ödüyorlar.
Medresenin Müdürü Cemal Salihsipahiç, bizi kapıda karşılıyor. Öğle yemeğinin ardından Medreseyi gezdiriyor. Medrese oldukça modern ve temiz. Birçok alanda eğitim veriliyor. Medrese Müdürü Cemal Salihspahiç, savaştan sonra eğitim alanındaki yaşanan boşluğu doldurmak istediklerini söylüyor:
” Düşmanlarımız bizlere acımasızca saldırdı. Camilerimizi yıktı, çocuklarımızı öldürdü, kadınlarımıza tecavüz etti. En büyük yazma eserleri bulunduran Vijecnica Kütüphanemiz bombalandı, tüm eserler yandı. Ama biz savaşın en kanlı günlerinde bile bu medresenin inşaatına devam ettik. 4 yıl önce bu okulu açtık. Burada hem dini hem de modern ilimleri okutuyoruz. 120 dönümlük araziye kurulan bu okuldan mezun olanlar gelecekte önemli yerlere gelecektir.”
Cemal Salihsipahiç sözlerine şöyle devam ediyor: “Düşmanlar müslümanların burnundan tutmuş sürüklüyorlar. Biz bunu kabullenemeyiz. Bir eğitimci olarak size şunu söyleyebilirim ki: “Bulunduğunuz konumda en iyisi olmalısınız. Türkiye’de büyük bir kalkınma var. Kültürden ekonomiye Türkiye büyük ilerlemeler kaydediyor. Türkiye ne kadar güçlü olursa biz de o kadar güçlü oluruz. Türkiye’nin güçlü olması tüm İslam ülkelerinin güçlü olması demektir Biz boşnak halkı olarak, Türkiye’yi anavatan olarak görüyoruz.”
Medeniyetimize Sahip Çıkan Bosna-Hersek Halkı ve Saraybosna
Bosna’da Osmanlı’nın inşa ettiği şehirler, özellikle Saraybosna yıkılmamış, aynen duruyor. Sebil, Baş Çarşı, alışveriş için dükkânlar, ölümü hatırlayıp Allah’sız bir hayat yaşamamak için inşa edilmiş camiler… Tüm yollar çarşıya ve Gazi Hüsrev Begova Camii’ne çıkıyor. Sokaklar hâlâ 16. yy.dan kalma taşlardan… Her şey o kadar renkli ki Avrupa’nın ortasında yaşayan bir Osmanlı ülkesi Bosna – Hersek. Saraybosna ve Mostar düşlerde kurulu olan ulvî Osmanlı şehirlerine çok benziyor. Saraybosna İstanbul, Bursa, Edirne kadar Osmanlı…
Doğu – Batı, Katolik – Ortodoks, Faşizm – Komünizm arasında tarih boyunca hep arada kalmış Boşnak halkı. Üçüncü seçeneği seçmişler ve Müslüman olmuşlar, direnmişler, direnişin sembolü olmuşlar. Hırvat ya da Sırp olarak değil üçüncü bir seçenek olan Boşnak olarak anılmak istemişler. 1878’de Osmanlı Balkanlarda etkisini kaybedip Bosna’yı Avusturya – Macaristan İmparatorluğuna verdiği zamandan itibaren direnişleri başlamış Bosna Halkının. Öyle ki “Halife Bosna’yı vereceğine İstanbul’u versin” diyecek kadar içerlemişler, himayesiz kalmışlar. Bir gün Türklerin yeniden gelmesini dört gözle bekleyerek direnmişler. Çünkü İslam Medeniyetinin Avrupa’da kalbi olduklarının farkındaydılar.
Ülkede yaklaşık % 82 Boşnaklar, %18 civarında da Sırplar bulunuyor. Evlerde ve pencerelerde birbirinden güzel rengârenk çiçekleri açması bile savaşın izlerini örtmeye yetmiyor. Her binada ya makineli tüfek izleri, ya çatlak, ya havan ya da roket yarası... Binalarda hâlâ savaş zamanından kalma mermi ve füze izlerine rağmen, insanlar çok mütebessim, din kardeşleri olan bizlere karşı çok sempatik.
Fatih Sultan Mehmet Han tarafından yaptırdığı Hünkâr Cami’nde namazlarımızı kılıyoruz. Hünkâr Camii, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından 1463 yılında yaptırılmış ve bugün Bosna-Hersek Müftülüğü olarak kullanılıyor.
Buralar bizim, buram buram Osmanlı kokuyor. Sebil’den akan suyu içen bir daha içmek istiyor, tıpkı İstanbul’da ya da Anadolu’da bulunan çeşmelerden kana kana içtiğimiz halde tekrardan içmeye çalıştığımız gibi... Her geçtiğimizde doyamadan ayrılıyoruz Sebil’den. Saraybosna’da nabız Başçarşı’da atıyor. . Başçarşı'yı gezerken kendinizi Eyüp Sultan'da gibi hissedebilirsiniz. Başçarşı’ya Ferhadiye Caddesine doğru yola koyuluyoruz. Ferhadiye Caddesi ile Molla Mustafa Başeskiye caddelerinin birleştiği yerde ‘Tito’nun Sonsuzluk Ateşi’ bulunuyor. Gece-gündüz devamlı yandığı için bu ateşe ‘Sonsuzluk Ateşi’ denmiş.
Boşnaklar günlük hayatta kullandıkları eşyalara, duruşlara çok önem veren insanlar. Örneğin bir kahve içerken bile kulplu bardaklarda içmemeye çok özen gösteriyorlar. Kulplu bardaklar genelde üç parmakla tutuluyor ve üç parmak Hıristiyanlıkta haç çekmeyi simgeliyor. Sırf bunun için kulpsuz bardaklarda hilâl şeklinde tutulan bardaklarda kahve içiyorlar. Bizler de Başçarşı’da oturup Hilal motifli fincanlarla yanında gül lokumlu Bosna kahvesi içiyoruz.
Kahve sonrası 11.si düzenlenen Saraybosna Uluslararası Folklor Dansları’na katıldık. Savaşta yakılan kütüphanenin hemen önündeki meydanda yapılan gösteri izleyenleri büyüledi. Birçok Balkan ülkesinin yanı sıra festivale Güney Afrika’dan katılan ülkeler de oldu. Her ülke kendi kültürünü, değerini sahneye yansıtıyor, müzik ve hareketlerle, izleyenlere kendi kültürlerini, örf ve adetlerini anlatıyorlardı.
Sebil’den, Başçarşı’dan bahsedip de Boşnak Böreği’nden bahsetmemek olmaz. Daha İstanbul’dayken Bosna’ya giden arkadaşlarımızdan methini duyduğumuz Boşnak Böreği, ayranla birlikte harika tada sahip. Ayran mı demeliyim yoğurt mu demeliyim bilmiyorum, çünkü burada yoğurda ayran diyorlar. Bizlerde bir şişe su alarak herkesin yoğurduna azar azar koyarak ayran yapıp ıspanaklı, peynirli börekleri iştahla yiyoruz.
Saraybosna’da yağmura yakalanmamak mümkün değil herhalde. Önceden Saraybosna’ya giden dostlarımız Saraybosna’da yağmurun tadının bir başka olduğunu defalarca anlatmışlardı. Son gece yine börek yemeye geldiğimizde böreklerin bittiğini, sadece bir porsiyon kaldığını gördük. Bir porsiyon böreği hep beraber yiyip Başçarşı’ya meşhur Cevapi (Pide içerisinde Boşnak Köftesi) yemeye gittik. Köfte almak için yaklaşık bir saat kuyrukta beklesek de, köfteyi yemeye başladığımız anda, “iyi ki beklemişiz” sözleri espri konusu oldu. Müthiş bir tadı vardı köftenin. Ardından otelimize doğru yürümeye başladığımızda yağmur yağmaya başladı. Yağmur hızlı hızlı yağmasına rağmen biz, yavaş yavaş yürüyerek yağmurun tadını çıkardık. Toprak kokusuyla birleşen yağmurda kollarımızı açıp gökyüzüne baktık…
Savaşın Dönüm Noktası; Tünel
Bosna Savaşını kazandıran tünel, dünya savaş tarihinde kullanılan ilk metottur. Sırpların acımasızca çocukları öldürdüğü Bosna savaşında Tünel, Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’un Fethi sırasında “gemileri karadan yürütme”si gibidir; savaşın dönüm noktası olmuş. Mütevazı bir evin altından Saraysbosna Havaalanı'na açılan 1.5 kilometrelik tünel, savaşının kaderini değiştirecek kadar önemli bir işlev görmüş.
Bosna savaşında 3 yıl içerisinde 1200 civarında çocuk olmak üzere toplam 11.000 insan soykırıma uğramış, Saraybosna’da evler ve iş yerleri harabeye dönmüş. Yaklaşık 300.0000 kadına tecavüz edilmiş, Saraybosna’ya 200.000 bomba atılmış.
Öyle ki, her sokağa çıkanın vurulduğu bir yerde hiçbir yerde yiyecek olmadığından dolayı kadınlar kolilere toprak koyup evlerine getiriyor, evlerinde domates, biber… yetiştirerek hayatta kalmaya çalışmışlar…
Sokağa çıkan insanlar dürbünlerle takip ediliyor, eğer çocuksa hemen vuruluyor.
Böyle bir ortamda havaalanından uzakta kalmak üzere 3 ayda 800 metrelik tünel kazıldı. Çünkü havaalanının güvenliğini Birleşmiş Milletler tutuyordu, kaçanları vuruyorlardı. Saraybosna’ya dört koldan dört koldan Ve çökme ihtimaline rağmen bu tünelden yaralılar taşındı, yaşlı kadınlar, çocuklar savaş bölgesinden uzaklaştırıldı, yardımlar dağıtıldı.
Ve Allah’ın izniyle Boşnaklar direndiler, sabrettiler, Aliya’nın sözleriyle ufuktaki umutlarından gözlerini bir an olsun ayırmadılar: “Yüce Allah’a yemin ederim ki, asla köle olmayacağız!”
Balkanların İncisi: Mostar
Saraybosna'dan Mostar'a doğru yola çıktığımızda müthiş bir doğayla, tabiatla karşılaştık. Avrupa'nın en temiz, rafting yapmaya en elverişli nehirleri ve yeşilin her tonuyla kendimizi adeta Karadeniz'de hissettik... Yılda 200 gün kayak yapılan yerlerin var olduğunu söylüyor rehberimiz. Nehirdeki akan suyun berraklığı ve rengi ile büyülendik. Dar sokakları, köprüleri, tarihi eserleri ve yüzyıllar öncesinden bugünlere kalan mimari dokusuyla Mostar, hem savaşın hem de yeniden bir arada var olabilmenin izlerini taşıyor.
Mostar doğu ile batıyı birleştiren, gönülleri buluşturan, gelenlerin tarihin kokusunu buram buram aldığı köprü. Şehri ikiye ayıran nehrin üzerine kurulan Mostar Köprüsü, inci bir gerdanlık gibi kentin sülietindeki ihtişamlı yerini koruyor Önce Mostar’ın maket köprüsüne gidiyoruz. Mostar’dan daha küçük olan bu köprü yapı itibariyle Mostar ile aynı, savaştan sonra inşa edilmiş. Savaşta yıkılan Mostar köprüsünü Mostar'a vardığımızda şehrin her yanından gözükebilen bir tepeye dikilmiş haç sembolüyle karşılaşarak şaşırdık, öfkelendik. Bu dev haç heykeli savaş sonrası Papa tarafından barış sembolü amaçlı(!) Mostar'ın çevreleyen tepeye dikilmiş. Mostar’daki yükselen cami minarelerini gölgelemek adına dikildiği çok açıkça belli olmasına rağmen, Mostar İslam’ın batıda kapısıydı ve öyle kalmaya devam edecek inşallah minareleriyle, doğal güzelliğiyle, tarihiyle, savaş zamanında inlemesiyle…
Yıkıldığı an sadece Müslümanlar değil tüm insanlık üzülmüş, bu ayıba utanmış, ağlamıştı. Mostar'da köprünün restore edilmesiyle birlikte köprü çıkışından sonra uzanan sağlı sollu tüm taş dükkânlar da aslına uygun bir şekilde restore edilmiş. Osmanlı ruhunu gelir gelmez hissedebilirsiniz Mostar’da…
Savaş sırasında Hırvat topçularının ateşiyle tamamen yıkılan Mostar Köprüsü üç yıl önce büyük bir törenle yeniden açıldı. Mimar Hayreddin tarafından 1557 yılında inşa edilen köprü, Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri. Osmanlı mirası olan Mostar Köprüsü'ne UNESCO ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti sahip çıktı. Gümüşhaneli taş ustalarının aylar süren özenli çalışması sonucunda tarihi köprü, eski ihtişamına yeniden kavuştu.
1.Dünya Savaşı’nın Başladığı Nokta; Latin Köprüsü
2.XIII. yy.da Miljacka Nehrinin üzerine inşa edilmiş Latin Köprüsündeyiz. Avusturya – Macaristan İmparatorluğunun veliahdı Ferdinand’ın vurulduğu ve ardından da I. Dünya Savaşının başladığı nokta.
Müzeyi gezerken Latin Köprüsünde Avusturya – Macaristan İmparatorluğunun veliahdı Ferdinand’ın nasıl vurulduğunu izliyoruz.
Görevli anlatıyor: “Boşnaklara yapılan zulümler konuşulmuyor, Türklerin Ermenilere sözde yaptıkları zulümler ile gerçek yüzlerini saklamaya çalışıyorlar. Gerçeklerin üzerini kapatmaya çalışıyor Batı. Bosna’yı 2. Endülüs yıkımı olarak görüyorlardı. Boşnaklar ise canları pahasına savundular topraklarını, kültürlerini. Yakılan onca kütüphaneler rağmen toparlandılar ve İslam Medeniyetinin Avrupa’da, Balkanlarda incisi oldular.”
Saraybosna Sümeyye Vakfı Başkanı Suada Koco ile Sohbet
16 Şubat 1991 yılında Aliya’nın önderliğinde kurulan Sümeyye Vakfı, Müslüman bayan entelektüellerin hakikati izlemeleri ve yaymaları amacıyla kurulmuş bir dernek. İsmini tarihimizin kahramanlarından, sürgünün ve şiddetin ilk kurbanı ve İslam’ın ilk şehidi olan Sümeyye’den alan vakıf, kültürden irfana, eğitimden sosyal hayata birçok faaliyetler, organizasyonlar düzenliyor. Rehberimiz Hüseyin Kansu’nun vesilesiyle Suada Koco bizlere Sümeyye Vakfı’nı anlattı:
“Çok sayıda projelerimiz, planlarımız oldu. Dostların desteğiyle başarıyla tamamladık. Ama hiç şüphesiz bunların başında eğitim konusunda yaptığımız çalışmalar yer alır. İzin veriniz bana, bize çok ciddi yardımlar yapmış Ahmet Beye huzurunuzda ben teşekkür etmek istiyorum. İlk sünnet organizasyonumuzu İHH’nın yardımıyla bu ülkede gerçekleştirdik. Toplu sünnet geleneğini yeniden ülkemizde oluşturmak istiyoruz. Bizi mutlu eden hususların başında, Türkiye’de gelip, zaman zaman tanık olduğum, çocukların özel kıyafetleri giyerek sünnet olmaları. Aynı geleneği burada biz başlatmış olduk. Komünist dönemde çocukların böyle kıyafetleri giyerek gezinmeleri yasaktı. Tabiî ki Allah’a hamd ederim, bu hayırlı işleri kardeşlerimizin, dostlarımızın yardımıyla organize etme imkânımız oluyor. Bazı ailelerden 3 hatta 4 çocuk birden sünnet ettirdiğimiz oluyor. Biz Sümeyye’yi yeni kurmuştuk ki Hüseyin (Kansu) Bey ile tanıştık. Türkiye’ye geldik, R. Tayyip Bey’i ziyaret ettik. O günden beri bu faaliyetlerde her aşamasında bir sıkıntımız olduğunda Hüseyin Bey’e açıyoruz, o da böyle hayırseverleri bizle tanıştırıyor, böylece hizmet kervanına devam ediyoruz. Biz bu faaliyetleri yürütürken başta Türkiye olmak üzere diğer İslam ülkelerindeki mütedeyyin insanlarla da ilişkiler kurduk. Malezya Büyükelçiliği bize bu binayı inşa etti. Sürekli yardım gördüğümüz ülke Türkiye’dir. Dualarımızda sürekli “Türkiye’yi aziz eyle” diye dua ediyoruz.
Sizler Bosna’yı çok seviyorsunuz. Türk Milleti Bosna’yı çok seviyor ve Bosna’ya sahipleniyor. Son olarak Srebrenitsa Katliamının yıldönümünde şehitleri anma gününde 11 Temmuz günü ben de Srebrenitsa’daydım. Türkiye’den gelen heyet bütün İslam âleminden gelen heyetten daha kalabalıktı. Ve kendimi tutamadım sevinçten uzun süre ağladım. Yani nasıl bir duygu ki siz Türk Milleri olarak bu ülkeyi bu kadar çok seviyorsunuz, Boşnakları bu kadar seviyorsunuz… Bizim de küçük bir millet olmamıza rağmen Türk Milletinin bize karşı gösterdiği bu duyarlılığına bir çeşit karşılık vermek lazım, ödemek mümkün değil farkındayız. İşte yakın tarihte Türkiye – Hırvatistan maçında bizim milletimizin bu maç esnasında duygularını görmeye değerdi. Buradaki heyecanımızı görmeliydiniz, bütün sokaklara koşuştular gençlerimiz, ellerinde bayraklarla. Gençlerimiz sokaklarda koşarken arabalarla konvoylar halinde bu başarıyı kutlarken genç kızlarımız da Türk bayrağı tişörtleri giymiş sokaklara çıkmışlardı. Çok ilginçtir, son maçlarda birçok arkadaşımdan namazlardan sonra dua ettiğine şahit oldum. Türk Milletinin başarılı olması için Allah’a temennide bulunuyorlardı.
Bundan 30 yıl kadar önce Saraybosna’da sokakta yürürken parmakla sayılırdı tesettürlü hanfendilerin sayısı. 5–6 taneydi ve bunlardan biri de bendim, ancak son yıllarda her geçen gün artıyor ki, artık Başçarşı’da Türkiye’den gelen bayanlar gençlerimize örnek oluyor. Bu gelişlerinizle beraber gençlerimiz sizleri görüyor ve onların tesettürlü olmalarını görmek bizleri çok sevindiriyor. Biz asla başı açık – başı kapalı diye ayrım yapmıyoruz. Ama Allah’ın emri olan başörtüsünü bayanlarımızın gençken örtünmelerini görmek bizleri çok sevindiriyor.
Millet olarak Hicri Yılbaşını bilmezdik. Türkiye’deki kardeşlerimiz sayesinde Hicri Yılbaşlarında bizler burada programlar yapıyoruz, çocuklarımıza küçük paketler yapıp hediyeler veriyoruz. Adım adım İslamı bilinçlice yaşamaktan başka kurtuluşumuz yok.”
Bizlerde “Binaların üzerindeki kurşun yaraları gönüllerinde de vardır. Binalardaki sıvanır, umarız bizlerde gönüllerinizdeki yaraları sıvarız” deyip Allah’a emanet ediyoruz Sümeyye Vakfı’nı.
Batıya İnsanlık Dersi Veren Entelektüel Lider: Aliya İzzetbegoviç
Aliya İzzetbegoviç tüm dünyaya özelde Batı’ya verdiği insanlık dersi ile tarihin kayıtlarına geçiyor Bosna Savaşı mücadelesinde. Direnişin kalbinde duran adamdır Aliya.
Sezai Karakoç nasıl ki bizim topraklarımızdan tüm insanlık âlemine dirilişi muştuladıysa, Aliya da tavırlı duruşuyla Bosna’dan tüm dünya halklarına bir tevhid sembolü olarak aşkı, sevgiyi, muhabbeti, özgürlüğü hakikatin ışığıyla aydınlatmış, içine kapanmış Müslümanları uyandırarak dirilmelerine vesile olmuştur.
Aliya nasıl Müslüman olduğunu şöyle izah ediyor: “Komünistler demokrasi karşıtı bir tutumu yansıtmakla kalmıyor, Tanrı düşüncesinin adaletsiz bir düzenin ürünü olduğunu söylüyorlar, dinin ezilen kitlenin üzerinde afyon etkisi yaptığını savunuyorlardı. O günkü şartlarda bizim de komünizmi benimsememiz oldukça kolay olurdu. Çünkü komünizm gittikçe popülerleşiyordu. Ama ben insanın sorumluluklarından kolayca kaçabileceği, Tanrısız bir dünya algılayışını benimseyemezdim. Ben 17 yaşında İslam kesin olarak dönüş yaptım ve bugüne kadar da bu yoldan ayrılmadım. İslam artık atalarımdan miras aldığım bir gelenek değil fakat yeniden keşfettiğim bir inanç sistemiydi benim için. 18–19 yaşlarına geldiğimde Avrupa felsefesinin hemen hemen bütün eserleriyle tanışmıştım. Aralarında beni en çok etkileyenler Bergson’un ‘Yaratıcı Evrim’i, Kant’ın ‘Saf Aklın Eleştirisi” olmuştur.
1930 lu yılların sonuna doğru Genç Müslümanlar Teşkilatı Müslümanları özüne çağırıyordu. Aliya’da üyeydi Genç Müslümanlar Grubuna. Amaçlarını şöyle özetliyorlardı: “Temel olarak komünist Rusya’nın ve Avrupa’nın tezlerine karşı çıkıyor, antikomünist ve antifaşist eylemlerle İslam’ın özünü koruyarak günümüze uyarlamaya çalışıyorduk.” 1949 yılının Ekim ayında Genç Müslümanlar Grubunun 4 lideri idama mahkûm edildi. Aliya daha önceden hapse alındığı için idama mahkûm edilmemişti. Kendi tabiriyle “Kimse hayatında kendisi için iyi ya da kötü olanın ne olduğunu tam olarak bilemez. Eğer 1946’ta hapse atılmasaydım ben de tıpkı ben hapisteyken benim yerimi alan Halit Kaytaz gibi öldürülebilirdim. Halit 1949 Ekiminde idama mahkûm edilmişti. Yani bir anlamda hapse atılmak, hayatımı kurtarmıştı.
1969 yılında İslam Deklarasyonu kitabının ilk versiyonunu yazar Aliya. Deklarasyonun ana fikri şuydu:“İslam âleminin zedelenmiş hayal dünyasını ancak İslam diriltebilir. Bu, Müslümanları kendi tarihlerinin aktif birer katılımcısı haline getirebilir.” Deklarasyon batıda büyük bir ilgi uyandırdı. Ardından 3 yıl sonra Doğu – Batı Arasında İslam’ı yazan Aliya’ya göre “Doğu ve Batı uygarlıklarının güzel yönlerinin olmasına rağmen kötü yönlerinin daha fazla olduğunu söylüyordu. Ona göre İslam bu medeniyetlerin güzel yönlerini bünyesinde toplayan ve insanlığa mutluluğu getirecek bir üçüncü yoldu.”
Ünlü Boşnak Şair Senarist Abdullah Sırdan şöyle ifade ediyor: “Bence o sadece insanlığın bir kısmını, dünyanın bir bölgesini, ya da sadece bir dini düşünen biri değil.
O bütün bir insanlığın sorunlarını düşünüyor, Allahın yarattıklarını, insanlığın tarihini, kaderini ve geleceğini… Ona bu yüzden hayranım.”
Aliya’ya göre 3 dünya görüşü vardır: “İdealist, Materyalist ve İslami Dünya Görüşü. İnsan için önce hayatımı nasıl sürdürebilirim sorusu, sonra da hayatımı neden sürdürmeliyim sorusu gelir. Bu sorular ütopya ve drama arasındaki çatışmanın da özünü oluştururlar. Ütopya bireyi, Drama ise ahlakı önemsemez. Aslında bu ikilem tüm insanlık tarihine ikilem vurmuştur. Fakat bu iki eğilim ancak İslam’da uzlaşma zeminini bulmuştur. İslam, bu iki kutup arasında insan fıtratında denge durumuna tekabül eden bir sentez, bir üçüncü yoldur.”
Bosna Mücadelesinde İlk entelektüel Müslümanlar olan 13 kişiden biridir Aliya. Bir lider olmasına rağmen o kadar mütevazıydi ki, kendinden 6–8 yaş büyük olan ilk entelektüeller için Aliya şöyle demiştir: “İyiler ne yazık ki bizden önce öldüler. İş bize kaldı. Bugün Bosna- Hersek bağımsızlığına kavuşmuşsa bunun temelinde bu yiğit insanların samimiyetleri, ihlâsları ve mücadeleleri yatıyor.”
Hapisten çıkınca kurdukları S.D.A. Partisinin Grup Toplantısında şöyle konuşur Aliya: Müslümanlar adına konuşma hakkı bulmuyorum kendimde. Ancak Müslümanlar Bosna’nın parçalanmasına asla izin vermeyeceklerdir. Çünkü bu bizim duygularımızı en doğru şekliyle ifade edecek önermedir. Tanrısız ve insansız bir dünya cenneti kurmayı hayal edenler, bu hayallerinin enkazı altında kalmaya parçalanmaya mahkûmdurlar.”
Savaştan sonra yapılan Dayton Barış Antlaşmasının, barıştan çok uzak olduğunun farkında olan Aliya bu durumu Ağustos 1996’da çok sayıda Bosnalının bir araya geldiği Almanya’nın Gelsenkirchen Stadyumunda şu sözlerle ifade ediyordu: “Dayton’da barış yaptık. Şimdi gerçek barıştan ziyade şöyle ya da böyle savaşsız günler yaşıyoruz. Dayton bir uzlaşmaydı ve uzlaşmalar adil değildir. Ancak, artık Bosna’da katliam yok... Biz barış istiyoruz. Bosna’nın ihtiyacı olduğu için barışa oy vermekten ve barış için çalışmaktan çekinmeyiz. Savaş yalnızca hayatlarımızı ve evlerimizi değil, barış olmadan yaşayamayan Bosna fikrini de yok ediyordu. Bu nedenle sürekli sloganımız şuydu: Yapabildiğimizde müzakere edeceğiz, yapmak zorunda olduğumuzda savaşacağız.”
Savaştan sonra NATO Toplantısında şöyle konuşur Aliya: “Avrupa’nın ortasında Müslüman bir halk katlediliyor. Siz ne yapıyorsunuz?... Vicdanınız rahat mı?... İnsanlık ve medeniyet algılayışınız bu mu?... Tarih sizi affetmeyecek! Ne olursa olsun, ne kadar kötü şartlar altında olursak olalım ve savaş ne kadar sürerse sürsün İstiklal için davamızdan vazgeçmeyiz. Gelecek sizleri öfkeyle anacaklar. Çocuklarınız bu yaptıklarınızdan dolayı sizleri affetmeyecek!
Avrupa, yapılan bu katliamlara, insanlık dışı muamelelere, medeniyetten uzak soykırımlara suskundur. Ünlü Fransız entelektüel Bernard Henry Levi bu garip sessizliği Bosna isimli belgeselinde Bosna’da yaşananlar karşısında tepkisini yüksek sesle ifade edecektir: “Avrupa, Saraybosna’da öldü.”
Savaştan sonraki ilk Cuma namazında camiye geç kalan Aliya, arka saflara oturur. Cami çok kalabalıktır. İmam arkalarda Aliya’yı görünce hutbeyi yarıda keser ve “Yer açın da sayın cumhurbaşkanımızı ön saflara alalım” der. Aliya tarihin unutamayacağı, Müslümanların dünya görüşünü şu sözleriyle özetliyordu: “Burada makam mevki ayrımı yok, Hepimiz Allah’ın huzurunda eşitiz.”
Gerektiğinde meydan okur tüm sömürgelere karşı Aliya. Mahkemeye karşı durduğu tavır, tarihte eşi benzeri çok az rastlanan bir tavıdır. Hâkim kararını açıklarken mahkûmlar elleri önünde boynu bükük olurlar. Aliya ise öyle bir duruş sergilemiştir ki, “Sen hangi kararı verirsen ver, biz mücadelemizden dönmeyeceğiz. Hakikatten yana olacağız” mesajını veren kararlı bir kahraman edasıyla o anki komünist rejime ve diğer sömürü düzenlerine meydan okumuştur.
Aliya ile sözlerimizi Bosnalı sanatçı Dino Merlin’in Aliya için seslendirdiği Da te nije Alija parçasının sözleriyle sonlandıralım: “Güneşin doğduğu yere / Yıldızların parladığı yere / Bulutsuz gökyüzünün derinliğine / Günahsız ruhların yuva kurduğu yere / Gözlerin karanlıktan korktuğu yere / Yüzümü çeviriyorum / O kadar parlamazdı ışığı / Benim güzel yurdumun / Ben ışığı karanlıklarda arardım / Aliya sen olmasaydın...”
Aliya’nın Hapishane Arkadaşı İsmet Kasiyoviç ve Aziyade Hanım ile Sohbet
İsmet Kasiyoviç ve eşi Aziyade Kasiyoviç. Her ikisi de 80 yaşlarında ve Aliya’nın dava arkadaşı. Ancak Aziyade Hanım “Ben senden daha kıdemliyim, çünkü ben Aliya ile senden daha önce tanıştım” diyor. Aziyade Hanım’ın ağabeyi Asaf Serdareviç idam ettirilen 13 entelektüel Müslüman’dan biri. Aziyade Hanım İktisat mezunu. Kendisi komünist dönemde mensup olduğu Genç Müslümanlar fikir akımından dolayı 27 ay hapiste yatmış ve hapiste yattığı dönemde günde 15 saat çalıştırılmış.
İsmet bey, Metalürji Profesörü. Gençlik yıllarından itibaren Genç Müslümanlar fikir akımına katılmış. 2 kez hapse girmiş, toplamda Aliya ile beraber 6 yıl hapiste yatmış. İsmet Bey Metalürji konusunda Birleşmiş Milletler tarafından muhtelif ülkelerde görev yapmış. İki kez Türkiye’de görev yapmış. İlkinde Metalürjide yeni metotları Karabük demir Çelik’teki yöneticilere ve mühendislere öğretmiş, 1 yılı da aşkın Gebze’de TÜBİTAK’ta çalışmış. Son görevi de Aliya’nın isteğiyle Bihaç Üniversitesi kurucu rektörü. Partide de Bilim ve Teknoloji Bakanı olarak görev yaptı. Ve söz İsmet Kasiyoviç’te:
“Biz istiyoruz ki Türk Milleti ile Boşnak halkını yakınlaştıralım. Çünkü yakınlaşırsak, birbirimize daha çok katkımız olur. Siz Genç Müslümanları tanımak istiyorsunuz, ben size Genç Müslümanları anlatacağım.
Komünizm bu topraklara geldiğinde, ateist bir felsefe üzerine rejimi temellendirmişti. Biz ise Genç Müslümanlar olarak 1939 yılında komünizm gelmeden başlamıştık. Özellikle bu hareketi başlatanlar liseyi yeni bitirmiş, üniversiteye yeni başlamış gençlerden oluşuyordu. Bu gençler İslam’ı statik anlamayı yetersiz buluyor, dinamik anlamlanması gerektiğine inanıyorlar, böyle bir fikir akımına ihtiyaç duyuyorlardı, böylece de Genç Müslümanları kurdular. Biz genç Müslümanlar olarak 2 alanda çalışmak zorundaydık. İlki bize katılan gençleri beşeri ideolojilerden korumak, onlara idealimizi, İslam’ı anlatabilmek. İkincisi ise 2. Dünya Harbinde Sırpların katlettiği Boşnak köylerinden hayatta kalanları toplamak ve onları Saraybosna’ya getirmekti. İçimizden yetenekli arkadaşlar da Hidaye Dergisi’nde makale yazıyorlardı.
2. Dünya Harbi’nden sonra Hitler’in ordularının desteğiyle Hırvatlar Saraybosna’da Büyük Hırvatistan’ı kurmak istiyor, bizleri de kendi ordularına katmak istiyorlardı. Ancak bizden büyük ağabeylerimiz buna izin vermediler, karşı çıktılar. Bizim 2. çalışmamız da Doğu Bosna’da katliama uğramış yaralı Müslümanlara evlerimizi açıyor, her şeyimizi paylaşıyorduk. Ensar – Muhacir kardeşliği vardı aramızda. Oluşturduğumuz timlerle Doğu Bosna’ya gidip kardeşlerimizi getiriyorduk. Getirilen çocukların elbisesi yoktu, yetimdiler.
Genç Bayanlarda onlara elbise dikiyor, yıkıyor, yediriyorlardı Hatırlıyorum, Aziyade hanımın babasının evinde dört oda vardı. Babası tüm kardeşlerini bir odaya toplayıp diğer üç odayı yetim çocuklar için ayırmıştı. Ben bunu hiç unutamıyorum.
Genç Müslümanlar’ın öncülerinin Doğu Bosna’dan gıda yardımı aldıkları bir gün komünistler pusu kurmuşlar ve herkesi öldürmüşlerdi. Biz tekbir seslerini duymuştuk sadece. Bunlar Genç Müslümanlar’ın beyin takımıydı, öncüleriydi, ilk şehitleriydi.
Komünist yönetim Boşnak Müslüman Gençleri dinsizleştirebilmek için Diriliş Derneği adında bir dernek kurdular. Biz bunu anladık ve Milli Kütüphane’de yapılacak olan kurucular kurulu toplantısına bir gün öncesinden hazırlık yaparak tüm arkadaşlarımıza haber verdik. Toplantı başlamadan salonu hınca hınç doldurmuştuk. Konuşmacı konuşmasına başladı, biz konuşmasından niyetlerini anladık ve ıslıklarla protesto ettik. Ardından söz isteyen Aliya kısa ve öz bir konuşma yaptı. Konuşması o kadar veciz, o kadar güzeldi ki, hepimizin yüreğindekini haykırıyordu. Konuşmasından sonra alkışlarla, alkışlarla da yetinmedik ayağımızı yere vurarak onayladığımızı gösterdik Aliya’yı.
Toplantıdan çıkarken komünistler önceden önlem almışlardı ve ellerinde sopalarla bizlere saldırdılar. Büyük bir arbede yaşandı. Ardından binayı kuşatan polisler Aliya’yı aldılar ve hapse attılar. Ertesi gün Aliya’ya mahkemede “Bu idealinizden vazgeçin, biz sizin ensenizdeyiz. İstediğimiz an içeri alırız sizi” dendi. Buna rağmen ertesi günkü toplantıya biz yine katıldık ve Eşref Canpare arkadaşımız bu sefer konuşmasını yaptı. Bizleri bir güç olarak kabul ettiler ve kurulan konseyde bizlere de yer vermek zorunda kaldılar. Ardından da bu konsey kapatıldı, Aliya ve tüm dava arkadaşlarımız tutuklandı. 3 yıl hapis cezası verildi Aliya’ya. Ben bir yıl yattım hapiste. Ben hapisten çıktım ve hemen teşkilatta çalışmalara başladım.
Biz aramızda kapı çalma tekniklerinden gelenin kim olduğunu bilirdik. Bir gece Genç Müslümanların başkanı Halit Kaytaz Bey’in evinde toplantı yaparken kapı çalındı. Aliya hapisten çıkmış o gece ve evine gitmeden toplantıya gelmiş. Halit Kaytaz indi ve kapıyı açtı Aliya’ya. Aliya içeri girmiyormuş ve demiş ki “Sayın başkan, önce benim görevimi söyleyin. Bu akşam benim görevim nedir? Ondan sonra içeri girmem gerekiyorsa gireyim.” İşte Aliya’da dava aşkı.
Ve ardından Hasan Biber ile görevlendirildi. Hasan Biber arkadaşımızın görevi herkesin görevini şifrelemekti. Hasan Biber’i komünistler içeri aldığında elindeki belgeyi alıp “oku, bu şifreleri bize çözümle” dediler. Sorgulandığı sırada elleri bağlıydı. Ama Hasan Biber konuşmuyormuş, o şifreler çözülürse çok sayıda insan içeri alınacaktı. Sorgulayan kişi işkencecileri getirmek için odadan dışarı çıktığında Hasan Biber masaüstünde duran kâğıdı dilini uzatarak, kâğıdı ağzına alıyor çiğneyip yutuyor. İnanmış bir adam davası için neleri yapabilir, bunun için size anlattım bu örneği.
Anlatılacak çok ibretlik olaylar var ama ben bir tane daha anlatıp sonlandırayım. İdamla yargılanan bir dava arkadaşımızı da ayaklarından tavana bağladılar. Öyle bir dava adamıydı ki, komünistler “bizim senin gibi adamımız olsa neler neler yapardık…” diyorlardı. Komünistler şahitlik yapar diye Ona bir genç getirdiler. Getirilen saf genç “Sen beni teşkilata üye yapmadın mı deyip duruyormuş.” İdamla yargılanan arkadaşımız ise “hayır ben seni üye yapmadım” deyip yüzüne tükürmüş kızgınlıkla. Ardından o genci bırakmışlar. İdam ile sorgulanırken son isteğinde babasına: “Baba o genci bulun, helallik alın, O beni o an anlayamadı. Ben onun iyiliği için kızgınlık ifadesi olarak tükürdüm ama o fark edemedi. O, bırakılsın gitsin de Genç Müslümanlara yardım etsin diye yaptım, hakkını helal etsin. Mirasımdan da düşeni O gence verin” dedi.
Ben diğer arkadaşlarımızın desteğiyle 13 şehidimizin otobiyografisini yazdım. Yakında Türkçeye çevrilecek.
Bosna’lı Bir Bilge ve Şair: Cemalettin Latiç
Doç. Dr. Cemalettin Latiç İlahiyat Fakültesi’nde Tefsir kürsüsünde öğretim üyesi. Aynı zamanda şair. Yılın yazarı seçildi. 83’te Aliya’nın İsmet Kasiyoviç’in ve Cemalettin Latiç’in içinde bulunduğu 13 Müslüman Entelektüel tutuklanmıştı. . İsmet Kasiyoviç ve eşi Aziyade Kasiyoviç ile sohbetimizde bulunmaktaydı. Söz Cemalettin Latiç Bey’de:
“Sizlere öncelikle hoş geldiniz diyorum, bizim geçmişimizle ilgilendiğiniz için. O yıllarda babam bana Genç Müslümanları anlatıyordu. Yardımlar yapıyor, yetimlerle ilgileniyorduk. Elbese adında birinin kitaplarını okuyordum. Meğersem kısa adı Leyla, Bakir ve Sabina’ymış. Yani Aliya’nın çocuklarının ismi, hâlbuki Aliya imiş yazarı. Aliya mahlas olarak bunu kullanıyordu. Biz okuyoruz ama Aliya olduğunu biz de bilmiyoruz. Aliya bize hayatımız boyunca ilmiyle, fikriyle, mücadelesiyle, çalışkanlığı ve azmiyle liderlik etmiş büyük bir kahramandır.
Cemalettin Latiç sözlerini şöyle bitirdi: “Bosna bağımsızlığını Aliya’ya borçludur. Eğer Aliya olmasaydı, yani onun liderliği olmasaydı, Müslümanlar Bosna – Hersek diye bir devlete sahip olamayacaktı.”
Medeniyetimizin Özgürlük Abideleri: Kovaçi Şehitliği
Saraybosna’nın merkezinde Kovaçi Şehitliği’nde, medeniyetimizin özgürlük abideleri, Aliya İzzetbegoviç ve yol arkadaşlarının mezarı bulunuyor. Savaştan önce çocuk parkı olan Kovaçi Şehitliği, cenneti andıran bir görünüme sahip. Aliya ölmeden önce “Her fani gibi ben de öleceğim. Mezarıma anıt yapmayın, öldüğümde Osmanlı askerleriyle, Bosna şehitleriyle yan yana yatmak istiyorum” vasiyetinde bulunur. Şehitler ise hilâl şeklinde bir havuzun ortasında, Aliya’nın kabrinin bir yıldız olmasını vasiyet edince Aliya’nın kabri yeniden tanzim edilmiş. Aliya’nın kabri, hilal şeklindeki havuzun ortasında bir yıldızı simgeliyor. Ve bu havuzdan diğer mezarlara akan sular, altından ırmaklar akan cennetleri andırıyor.
Okunan Yasin Suresi ve Aşr-ı Şeriflerle gönüller asumanlara yükseldi, Aliya ile buluşuldu. Güneşin secde etmeye gittiği vakit, cennete görüşebilmek temennileriyle ayrıldık Kovaçi Şehitliği’nden. Allah’a Emanet Aliya…
Nejat Kurdoviç ile İHH Bosna Teşkilatı: Diriliş Derneği
İHH gerek Bosna Savaşı sırasında gerekse de savaştan sonra yaraların sarılıp kapanmasına büyük hizmetler yapmış, Bosna’nın tekrardan inşa olmasına ve Boşnakların gözyaşlarına ortak olmuş. Kurulan Diriliş Derneği ile hem yüreklerin dirilmesine hem de şehrin kültürel, sosyal anlamda dirilmesine öncülük etmiş. Gorajde’de İHH Diriliş Derneği’ndeyiz. Gorajde bu arada umut anlamına geliyor.
İHH Bosna Temsilcisi Nejat Kurdoviç anlatıyor:
“Burada yapılan katliamlardan, işlenen tecavüzlerden, insanlık dışı muamelelerden kamuoyunda dünyanın haberi olmadı. Haberleşme sistemi çökertilmişti, telekomünikasyon araçlarımız yoktu. Cep telefonu, İnternet, TV gibi iletişim araçlarından mahsur kalmıştık. Hiçbir yere mesaj gönderemiyorduk. Elektrikler kesikti, sular akmıyordu. Her türlü insanlık dışı muameleleri bize reva gördükleri halde yılmadık.
Saraybosna’yı çevreleyen tepelerde mevzilerini kuran Sırplar, mitralyözle her tarafı delik deşik ettiler. Biz savaşın 3. ayında bu bölgeyi (Gorajde) aldık.
Açtık, susuzduk ve eli çıplak bir şekildeydik; silahsızdık. Avrupa’nın en büyük 4. ordusu tarafından dört bir taraftan kuşatılmıştık. Kimse sokaklara çıkamıyordu korkusundan, bir yerden bir yere gizli gizli gidiyorduk. Her an takip ediyorlar, uzaktan dürbünle vuruyorlardı. Tüfek mermileri hariç bir günde 4 bin mermi düşüyordu.
Savaşacak silahlarımız yoktu, düşmanın cephanesinden aldığımız silahlarla savaştık. Düşman bizden kat kat üstün olmasına rağmen biiznillah inandık ve kendimizi bu yola adadık. Yıkılmadık, sabrettik ve direndik. Allah’ın izniyle küçük bir topluluk olduğumuz halde Aliya İzzetbegoviç önderliğinde Allah bize zafer nasip eyledi.”
Türkiye’nin Bosna’ya yardım kampanyaları düzenlemesi, kendi öz varlığına olan borcun ifasıdır. Bosna’nın unutulması, Türkiye’nin varlığının yitmesi anlamına geliyor.
Bosna Savaşını Kazandıran Tünele Yazılan Mesaj
BİMTAŞ olarak Tünel’in ziyaretçi defterine şu sözleri yazdık:
“Osmanlının torunları olarak bizler sizlerin acınıza, sancınıza ve gözyaşınıza ortak olmaya; katledilen çocukların gözlerinde bir umut huzmesi, topraklarında yeşeren ve her zaman yeşerecek olan özgürlük çiçeğine su vermeye geldik.
Tarih sizi yazıyor ve yazmaya devam edecek ey aziz kardeşler…
2. Endülüs birikiminin yıkımına engel olan siz kahraman insanları, yüreklerinde barış, sevgi, merhamet ve hoşgörü ile insanlığa ders veren sizleri…
Sizler İbrahimî iman dolu yüreklerinizle İslam Medeniyeti’nin Balkanlarda incisi oldunuz. Topraklarınızı sabır ve direnişle savundunuz.
“Allah’ın var neyin yok, Allahın yok neyin var?...” sözünde olduğu üzere sizlerin yanında Allah var.
Yârı Allah olanlara ne mutlu…
Cennette görüşebilmek dileklerimizle aziz kardeşler…
Allaha Emanet…”
Ay Vakti 96. Sayı, Eylül 2008