Menu
Duran Çetin'le Söyleşi
Söyleşi • Duran Çetin'le Söyleşi

Duran Çetin'le Söyleşi



Öykü yazarı Duran Çetin, Beka Yayınları'ndan çıkan “Balkondaki Adam” ve “Büyük Ödül” kitabıyla okuyucunun karşısına çıktı. 2000 yılında yayınlanan “Bir Kucak Sevgi” isimli hikaye kitabıyla edebiyat dünyasına adım atan Duran Çetin, öykülerinde iyi insan olma yolunda ilerleyenleri ön plana çıkarıyor: “Roman ve öykülerimi 'iyi insan' üzerine kurgulayan biri olarak, iyi insanların yetişmesi ve topluma kazandırılması hedefiyle yazmanın gereğidir bu durum”

-Kitabınıza adını veren “Balkondaki Adam” öyküsünde balkon;
kent yaşamının boğuculuğunda hem hayata açılan bir kapı, hem de hayatın anlamsızlığını hatırlatan bir beton olarak vurgulanıyor. Balkon imgesini Anadolu insanının kent yaşamıyla olan derdinin bir yansıması olarak görebilir miyiz?

-Bu kitabımda balkon imgesi farklı anlamlar yüklenerek fazlaca yer aldı. Belki de bunun yanında düşünmenin gerekliliği ve düşünen insan modellemesi yapılıyor. Balkon, çoğu zaman insanın düşünmek için kullandığı bir araç mekân. O zaman balkon bakış açısı da olabiliyor. Hayatın devam ettiğini de, hayatta yapılan birçok konuşmanın, davranışın anlamsızlaştığını da, kent yaşamının cenderesini ve sıktığı, bunalttığı insanların çıkış yeri olarak da görülmesi pekâlâ mümkün. Bir de beton yığınları içinde kalmış olmanın, bunalmanın, kalabalıkta yalnızlık içinde kalmanın bir yansımasıdır balkon imgesi.

İNSANIN HAYATI ARAYIŞ İÇİNDE GEÇİYOR

-“Ben Seni Ararım” isimli öyküde “Yalnızlaşan bir adam, yalnızlaştıkça korkan, korkuyla korkunç düşüncelere sapan, sapaklardan geri dönüşünde zor adımlar atan, attığı adımları gittikçe belirsizleşen, kaybolmaya yüz tutan, kalabalıklar ortasında yalnızlık hissiyle kıvranan bir adam” diyorsunuz. Öykülerinizde ağırlıklı olarak hep bir arayışın, bekleyişin kaygılarını mı vermeye çalışıyorsunuz?

-Ama insanın hayatı hep bir arayış, bekleyiş içinde değil mi? Yaratılıştan beri insanlar arayış peşindeler. Günümüz insanının arayışı daha farklıbir boyutta devam ediyor. Ve öze dönüş beklentisiyle ömürlerini tamamlıyorlar. Biz de insanın öyküsünü yazıyorsak bunların olması çok tabii. Bu bekleyişi ve arayışı değişik duygularla beslenmesi bütünleşmesi de bir başka gerçeklik. Kaygısız olmamak da mümkün olmayacağı varsayımı ile Balkondaki Adam kitabımdaki öykülerimde tespitlerinizin doğruluğu muhakkak.

-Büyük Ödül kitabında gözlemlere daha çok yer verdiğiniz tespiti doğru olur mu?

-Evet, ben öykü yazmada gözlemi çok önemsiyorum. Birçok öykümde bunu görmek, söylemek mümkün. Öykü konusunun gerçekleşebilir olması, gerçek hayatta yer bulması benim için kıymetli bir seçim. Gezdiğim, gördüğüm, yaşadığım olaylarda gözlem yaparım. Bu kitaptaki öykülerimin çoğu da dediğiniz gibi gözlem neticesidir denebilir.

-Bu arada öykülerinizde eğitimci karakterlere çokça rastlıyoruz… Öğretmen, öğrenci, okul…

-Eğitimci olmam olaylara bakışımı, düşüncemi çok etkiliyor. Yıllar boyu yaşadıklarım, tecrübelerim bir anlamda beni zorluyor; eğitici olmayı, kısa yoldan faydalı olmayı gerektiriyor. Hikâyelerimde roman çalışmalarımda bu hep hissediliyor. Ben de bunu bile isteye yapmaktan mutlu oluyorum. Yazarlığımda eğitimci olmamın büyük etkisi var elbette, olmalıdır da. Öğretmen olmam, hayat bakış açımı da etkileyip değiştiriyor. Yıllarca gençlerle birlikte olmak onları anlamak, onlar gibi düşünmek, onların sıkıntılarını görmek ve onlara gerçek çözümler bulmak yazdığınız yazının türü ne olursa olsun ana etken oluyor.

MESAJ VERME KAYGIM YOK



-Öykülerinizde bir mesaj kaygısı seziliyor.



-Yazdıklarımda hayatı yakalamak, gündelik yaşamın kenarında, kıyısında, kimi zaman arkasında kalmış kahramanların dilinden sözler, tavırla

rından ibretli sahneler dökerek diriltici mesajlar vermek, çoğu yazarın ihmale uğrattığı sosyal hayatın metafizik dur


uşunu okuyucuya hissettirmekse “mesaj” dediğiniz, evet bunu yapıyorum.Roman ve öykülerimi “iyi insan” üzerine kurgulayan biri olarak, iyi insanların yetişmesi ve topluma kazandırılması hedefiyle yazmanın gereğidir bu durum. Kültürel yozlaşmanın toplumu sürüklediği yokluk uçurumundan kurtarma adına çaba sarf ederken “mesaj” olmadan yazmak mümkün olabilir mi? Bütün öykülerimde mesaj kaygısı var demek doğru olmaz. Bazen kendiliğinden ortaya çıkıverir, bazen satırlar arsında gizli kalır, bazen okuyucunun anlayışına bırakılıverir… Maksat faydalı olmaktır. “Ya hayır söylemek ya da susmaktır” güzel olanı…

-Öykülerinizin geneli hatta belki de hepsi kısa. Bunu bilerek mi yapıyorsunuz? Ya da bunu benimsemenizin sebebi nedir?

-Aslında bu söylediğiniz son zamanlardaki öykülerim için geçerli. İlk dönemdeki öykülerim gerçekten uzun sayılabilir. Öykülerin kısa olması benim için özel bir tercihtir. Kısa yazmayı kısaltmayı, vurucu bir şekilde uzatmadan yazmayı tercih ediyorum. Ama bazı öyküler kendiliğinden uzar, uzun olma öykünün tercihidir.

2010 yılında çocuk kitabı çıkaracağım

-Bundan sonraki çalışmalarında yine öykü kitapları olacak mı? Başka türlere yönelmeyi düşünüyor musunuz?

-Elbette. Ben öyküden vazgeçemem. Belki de kendimi, düşündüklerimi, çevremde olup bitenleri, insanları öyküyle daha kolay ya da daha güzel ifade ettiğimi sanıyorum. Öyküye devam. Ama ben roman da yazıyorum. Yayımlanmış dört romanım var. Yayımlanmayı bekleyen romanlarım da mevcut. Son zamanlarda biraz daha çocuk yazınına kaydığımı biliyorum. Çocuk öyküleri, masalları, romanları ve çocuklar için serüven kitaplarım 2010 yılı içinde yayımlanacak inşallah. Her şeye rağmen öyküye devam…

-Kendinizi hikâyeci mi yoksa roman yazarı olarak mı görüyorsunuz?

-Evet, aslında kendimi hikâyeci hissediyorum. Hikâye yazmak beni rahatlatıyor, hikâyelerde kendimi buluyorum ya da arıyorum. İnsan olma hikâyesinin peşindeyim. Ya da kısacık bir ömrün hikâyesini anlamaya çalışıyorum. Ama sadece benim için hikâye değil roman da var. Romanı da önemsiyorum.

(YENİ ŞAFAK, 20 OCAK 2010)