Menu
KUZEY'İN YAZARI BURHAN SÖNMEZ'LE SÖYLEŞİ
Haberler • KUZEY'İN YAZARI BURHAN SÖNMEZ'LE SÖYLEŞİ

KUZEY'İN YAZARI BURHAN SÖNMEZ'LE SÖYLEŞİ



- Romanınız Kuzey'in masalsı bir havası var. Ancak bu masal felsefeden, psikolojiden, metafizikten, mitolojiden ve daha pek çok damardan besleniyor. Bu roman nasıl ortaya çıktı?

- “Bir şey, sadece bir şeyle açıklanmaz,” der Husserl. Bir şey, birçok şeyle açıklanabilir. Romanımın oluşumunda pek çok etkenden söz edebilirim. Bunların arasında, annemin küçüklüğümde anlattığı masallarda kuzeye gitmenin yasaklanması, ve Umberto Eco’nun Gülün Adı isimli romanında Batı düşünce geleneğine göre kurduğu yapıyı görünce Doğu düşünce geleneğine dayanan bir romana heves etmem gibi etkenler vardır. Masal ve felsefeyi birleştirmek büyük bir arzuydu benim için. Kitabı yazma sürecinde Tanpınar’ın söylediğinin de doğru olduğunu anladım: yazmak, aklın hıfzısıhhasıdır.

- Kuzey, yasaklanan, lanetlenen, sırrı çözülemeyen ve unutulmaya çalışılan bir yer. Aynı zamanda ulaşılmaya çalışılan bir menzil, yolun ta kendisi. Kuzeye yüklenen çoklu anlamlardan size en yakın duran hangisi?

- Umut! Bir gün mutlaka! Bu ruha sahip olan insan, hem Kuzey’in hem bütün hayatın hakimi olabilir. Shakespeare’in bir dizesi var: “Dünya, benim istiridye kabuğumdur, kılıcımla açacağım onu.” Bu kılıcın adı, umut ve çabadır. İnsanı insan yapan şey, koşullara teslim olmamak, yenilgiyi kabul etmemektir. Hayat pek çok olumsuzlukla kuşatılmıştır. Sınırlar, imkansızlıklar ve maalesef karamsarlıkla örülü bir dünya bu. Umuda ihtiyacımız var. Başarıdan önce, başarı uğruna mücadele etmenin tadını sevmek lazım. Kuzey, o yolun adıdır.

- Küçük Sultan'ın Safali'deki sohbet halkasında konuşulanlar çok dikkat çekici. Fesefi sohbetleri kaleme alırken en çok hangi düşünürlerden etkilendiniz?

- Birkaç isim saymadan önce, İhvanı Safa’yı anmak lazım. İslam düşünce geleneğinin, etrafında bir sır halesi bulunan bu akılcı düşünce grubundan ilhamla, kitabın o bölümüne “Safali” adını verdim. Orada sohbet eden alimler de, İhvanı Safa gibi “gönlü temiz kardeşler” olarak anılır. Orada anlatılan bir aşk hikayesi var. Alimler o hikaye üzerine sohbet ederken felsefeleri açığa çıkar. Bu ilk işarettir, felsefe hayattan ilham alarak hakikati arama çabasıdır. En eskilerden Aristo, Platon, Parmenides, eskilerden İbni Rüşd, Gazali, Sühreverdi, yakın zamandakilerden Marks, Heidegger ve daha başka düşünürler üzerine okudum o bölümü yazarken. Kitaptaki karakterler, tam olmasa da, ayrı birer düşünüre tekabül eder. Hepsi aynı meseleye farklı pencerelerden bakmanın güzelliğini yansıtır oraya.

- Rinda rüya ve gerçek arasındaki bağlantıyı sık sık sorguluyor. Romandaki önemli karakterlerden Avadin, "Gerçeği bize gösteren şey cam bardak değildir. Rüyada da bulabiliriz onu. İşte ben bunun gerçek olmadığını söylediğim an düşünür, şüphe etmeye başlarız." diyor. Neden rüya konusunun derinliklerine inmeyi seçtiniz?

- Bunun iki yanı var. Birincisi kişisel, ikincisi düşünsel. Kişisel yanı şu: Bu romana başlamadan önce bir kaza geçirdim (Belki o kazadan dolayı bu romanı yazmaya başladım). Sonrasında ortaya çıkan arazlardan biri olarak, rüya görememeye başladım. Derin uyku aşamasına geçememek ve görülen hafif rüyaları ise hatırlamamak durumu. Bunun psikolojik ve fikri sonuçlarını tahmin edersiniz.

Meselenin düşünsel yanı ise şu: Rüyalar, gerçeği bilme arzusunun geçtiği en önemli labirenttir. Felsefedeki, materyalizm-idealizm tartışmasından öte bir şeydir bu. İnsan bu hayata gelirken kendisi karar vermez. Gitmesi gerektiğinde ise gitmek istemez. Bunun yarattığı derin “kaygı” yani iki kaya arasına sıkışmışlık duygusu, sanatsal yaratının ve felsefenin gizli ateşi durumundadır (Bu duygu, kitaptaki “Kara Kurt” bölümünde işlenir.) Hayat ile ölüm arasında, tek bir ara form vardır, o da rüyadır. Bu hayatta, varlığın bilincinin farkındayız. Ama yokluğun bilinci nedir? Böyle bir şey var mıdır, diye sormak da insani bir duygudur. Bu sorulara dinsel bir cevap vermek ve ölümden sonra hayat olduğunu söylemek, sadece bir inanma meselesidir. Oysa insan bu hayatta inanmaktan öte, bilme arzusuyla doludur. Bu arzunun tatmin edilemeyeceğini kabul ettiği zaman, insana iki yol kalır, ya ölümden sonrasına iman, ya da alemin sonsuzluğuna ama insan hayatının sonluluğuna inanmaktır. Roman (sanat), burada, insani sorulara insani cevaplar aramanın, daha doğrusu, bu arayış hikayesinin modern biçimidir.

- Kahramanımız akıl almaz işkencelere maruz kalıyor. “Öldürmek bile işkenceden daha masumdur,” diyor. İşkence olgusunu ele almanızın sebebi neydi?

- Kişisel bir şey değil bu. Toplumsal olarak 12 Eylül darbesinden sonra bütün bir halk korkuyla eğitilmiş, o dönem fiilen işkenceden geçen bir milyon gencin çığlıkları toplumun ruhuna sinmiştir. Bir milyon insana işkence yapan on binlerce görevli aramızdadır. O işkencelere ses çıkaramayan milyonlarca vatandaş bu ülkenin temeli durumunda. Kördürler, sağırdırlar. Ve bundan memnundurlar, yoksa hayat onlar için dayanılmaz bir vicdan acısı olurdu. İşkence sadece siyasi bir mesele değil. Aile içi şiddet, çocuğa karşı şiddet gibi her yanımıza sinmiş bir sorundur. Bunu nasıl anlamak gerek? İnsanlık nasıl olur da bununla yaşayabilir? Bu hayatta her şeyi affetmek gerektiğine inanırım, yeter ki insanlar daha iyi olabilsin. Ama henüz iki suç konusunda kalbim affedici olamıyor. Bunlardan birisi, işkencedir.

- Başka bir dil kullanan ve kendilerine has bir yaşamları olan Şahmaran Kadınlarının dünyasını ütopik bulmak doğru olur mu?

- Kesinlikle. O ütopya sayesinde insanlık, daha iyi bir şeyin mümkün olduğunu uzaktan da olsa görebilir ve o yola koyulabilir. Eğer vicdanı ve cesareti varsa. Ütopya, var olan durumun eleştirisi ve daha iyi bir toplumun işaret edilmesidir. Gösterilen o topluma ulaşmak bugün mümkün olmayabilir. Ama en azından bir rehberdir o. Ve en önemlisi, umuttur. Her ütopyanın bayrağı, umut rengindedir. Karanlıktan başkasını bilmeyen insanlar bize inanmasa da, seher türküsünü söylemeye ve onun masalını anlatmaya devam edelim. Daha iyiye erişme umudu olmasa, yokluk içindeki anne ve babalar neden çocuk yetiştirirdi ki? Onlar, kendilerinden sonrakilerin daha iyi olabileceğine inanır, inanmak ister, umut eder. Bu, ütopyanın somutlaşmasıdır. Uzaklarda sanılan hakikatin, yakın bir parçasıdır.

- “Hikâyeler hayatımız gibidir, bitmiş, tamamlanmış tek bir hikâye bile yoktur. Ölen herkesin ömrü bitmiş olsa da, hayatlarında yarım kalmışlıklar vardır, hikâyeler de öyledir.” Romanda geçen bu sözlerden yola çıkarsak, Kuzey’den sonra siz hikayenizi nasıl sürdüreceksiniz?

- Kuzey’deki kahramanlardan biri, kuzeyin bazen bir yer bazense bir yol olduğunu söylüyordu. Sanırım benim için Kuzey bir yol. Yürüyorum. Şu an yeni romanımı yazıyorum. Bu yıl bitmeden tamamlayıp teslim edeceğim. Bu arada, bir sonraki romanımla ilgili bazı çalışmalar da yaptım. Yani o da yazılmayı bekliyor. Hayat kısa, roman uzundur. Ömrümüz yettiği sürece, yola devam...