Menu
AKİF HASAN KAYA İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • AKİF HASAN KAYA İLE SÖYLEŞİ

AKİF HASAN KAYA İLE SÖYLEŞİ

Islak Kibritler ve Ölmüş Oyuncaklar Müzesi adlı öykü kitaplarından sonra, Akif Hasan Kaya’nın üçüncü öykü kitabı Uzun ve Lacivert Günler yakın bir zaman önce İz Yayıncılık’tan çıkarak okuyucularıyla buluştu. Yazarla son kitabını ve öyküyü konuştuk.

-Önceki kitaplarınızda olduğu gibi bu kitabınızda da insanı sarsan acılar ve toplumsal konular ön planda. Bu konulara yönelik ısrarınızın sebebi nedir?

-Aslında sosyal olayları işlediğim politik öyküler yazarlık serüvenimde zannedildiği kadar bir yer tutmuyor. Bu bağlamda kitaplara yeniden baktım. İlk kitabım Islak Kibritler’de yirmibir öykü var ve bunlardan sadece altı öykü bahsettiğiniz temaya sahip. Ölmüş Oyuncaklar Müzesi'nde yirmibeş öykü var ve sadece dokuz öykü bu temalar etrafında kurgulanmış. Yine, yeni kitabım Uzun ve Lacivert Günler’de de durum yarı yarıya gibi. Bunların öne çıkmasının, dikkat çekmesinin en önemli sebebinin, az yazılıyor olması olabilir.

Bundan şikâyetim yok aslında. Ama yalnızca böyle öyküler yazıyormuşum gibi bir algının da üzerime yapışıp kalmasını da istemem. Elbette özellikle insanın hiçe sayıldığı, dini, dili, ırkı ne olursa olsun insan onurunun aşağılandığı her mesele konusunda yazmaya devam edeceğim. Öyküyü yazma sebeplerim arasında bunlar var zaten. Yani öykü, bunlar karşısında yerimi belirleyen bir araç aslında. Bütün olup bitenlere karşı muhalif duruşumu anlatabileceğim yegâne araç. Ama dediğim gibi hemen her konuda yazmaya gayret ediyorum.

1-301 adlı öyküde güncel bir meseleye değinirken Koleksiyoncu öyküsünde konuyu mizahi bir bakış açısıyla ele alıyorsunuz. Yine Siyah Mavi adlı kısa öyküden sonra Göl adlı uzunca bir öyküye yer veriyorsunuz. Bunları öykü alanında bir arayışın sonucu olarak değerlendirebilir miyiz?

-Elbette. Yalnızca bir temaya bağlı kalmadan geniş bir yelpazede öykülerimi yazmaya gayret ediyorum. Uzun, kısa, olay, durum, mizahi, dram… Böyle olunca da dediğiniz gibi bir çeşitlilik ortaya çıkıyor. Ömrüm oldukça da bu arayışım sürecek.

-Ben Yapmadım adlı öykünüzü okumaya başladığımızda ilkin mizahi bir öykü okuduğumu zannediyoruz. Ancak öykünün sonunda gerçeklerin yüzümüze tokat gibi çarptığını görüyoruz. Yani mizahi olmaya müsait öykülerinizde bile acı gerçeklerle bir şekilde bağ kuruyorsunuz. Bunu sorumluluk bilinciyle yaptığınızı söyleyebilir miyiz?

-Aslına bakarsanız öyküleri kurgularken önce mizahi bir dille başlayayım, arkasından şöyle yapayım gibi bir düşünceyle başlamıyorum yazmaya. Her hikâye bir yerde kendi biçimini de dayatıyor sanırım. Bu durum öyküye bakış açımla da alakalı. Sanat anlayışı olarak durulan yer öykünün içyapısını da etkiliyor.

Sorumluluk meselesine gelince, elbette o yurtta olanlarda benim de bir sorumluluğum var. Kendi zamanımın olaylarına elbette sessiz kalamam. Özellikle doğruluğu ya da gerçekleştirilen eylemin içeriği alacalı değilse. Bazen birçok meselede tereddütte kalıyoruz. Ne yapsak bilemiyoruz. Ama bu olay öyle değil. İyi ve kötü açıkça belli. Öyleyse elimdeki tek şeyle; öyküyle bunun karşısında durmak benim sorumluluğum diye düşünüyorum. Daha doğrusu öyle olsun istiyorum, öyle umuyorum.

-301, Sınır, Gecenin İpi gibi öykülerde güncel konuları öyküleştirmişsiniz. Güncel olan gündemden düşünce öykülerinizde değerini yitirmez mi sizce?

2-Keşke bu olaylar bir daha olmasa, öyküler de unutulsa. Ama öyküleri kısa bir zaman önce yazmış olmama rağmen, geçen bu kısa zaman içinde bile aynı olaylar tekerrür etmeye devam ediyor. Zaten burada anlatılan, olaydan ziyade meselenin yalnızca bir anıdır. Olay daha çok bir araç olarak öykünün içinde yer alır. Böyle olunca da insanda meydana gelen tahribat her zaman, her devirde devam ediyor. Dediğim gibi keşke değerlerini yitirseler, yerin dibine batsalar da bir tek çocuğun, bir tek saç teline bile zarar gelmese.

-Öykülerinizdeki şiirsel dilden hareketle öykü şiir ilişkisi konusunda ne dersiniz?

-Öykünün şiirle roman arasında olduğunu düşünüyorum. Eksiltili anlatım, kelime tasarrufu derken şiire daha fazla yaklaşıyoruz sanırım. Öykülerimde şiirsel bir dil kullanmak gibi bir gayretim yok aslında. Ama dediğim gibi birçok şeyi denerken böyle bir dile yaklaşıyor olabilirim.

-Aşkar Dergisi’nin öykü editörüsünüz. Bu bağlamda günümüz öykücülüğünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Son yıllarda öyküye ilginin arttığı bir gerçek. Hem okurlar açısından hem de yazarlar açısından bu ilgiden söz etmek mümkün. Ama bu ilginin niteliğinin hemen test edilmesi zor. Bunun için belki belli bir süre geçmesi gerekir. Sonra geriye bakıp değerlendirmek ve bunun bir yükseliş mi yoksa bir çöküş mü olduğuna karar verilebilir. Nicelik açısından dediğim gibi öykü yazmaya karşı ilgi artıyor. Okuyucu da öykü dergilerine ve kitaplarına ilgi gösteriyor.

-Teşekkürler.

-Ben teşekkür ederim.

SÖYLEŞEN: BENGİ SU