İçsem bana sunulmuş kadehlerden karıştırıp baldıranı
Ellerim titrese
Bilsem ki göğsümün kemiği varmış
Ve bana yüzümün beyazlığından bahsetse
Bir yüzünün astarı yırtılmış.
Darlığımı dua gibi bir el alır yerinden
Sırtımda gülen bir sıcaktır seherden parıltılar çalarak
Nefesimi sular şakıyan bahçeye salan
Bir telaşsız çehredir korkuma sataşacak.
Gözlerine bakmayacak kadar sözler ıskalarım ahaliden
Hesapsız azgınlığıyla buyur ederken gözleri
Ben hep ücra kürünlerde
Zehirler içerim ellerinden
Adları şerbet olan zehirleri.
Beni kollarında yabancı
Evlerinde öksüz
Bir keşmekeşte kaygısız
Feraha çıkmışken meşgul eden ahali
Bilirim sana doğru yorulmakla kapanır adımın lekesi
Sana gözünün doğrusundan bakmak gerekir
Sinerken senin yağlı derin tenime
Senden aldığım dinginliği ırmağa bırakıp
Bana her gün telaşla yunmak gerekir.
Çünkü sudur topraktan kaynayan
İçi içine sığmayan topraktan içre sudur
Ne varsa durgunluğu vaktine bulaşmış
Bir gülüşle geçer üstünden
Onun çağıltıları birer armağan bulunur.
Mahremdir bulaşması sakanın nehre
Ona çemirlerse paçasını sesler yalpalarken
Bir ceylan irkilir de kapanır suyun sesi
Ne ikindi ivezi ne bir kuş nefesi
Suyun sesi yalnızken duyulur.
Sivas’ta doğdu. Halen Marmara Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler bölümü öğrencisi.