MEVSİMLER
geçiyor mevsimler
hasatsız
heveslikler birikiyor
koynumda
daha kursak görmemiş,
yitik.
koparıp takvimlerden
bir gülistanı
saçlarına taksam
başlasa;
bir iklim, bir ülke
teninden eser.
fitleşse ömrüm
zamanla.
GEL
Davetsizdir kederler
Yol verelim gitsinler
Yüklen tüm arzularını
Biraz da arsızlık kuşan
Katıl bir sabah rüzgârına
Öncesiz, sonrasız
Ve sorgusuz, sualsiz
Al değmişlerini de gel
Söğüt gölgeli tenha su boylarında
Meyveleşme vaktidir güzel.
KADINLAR
kadınlar kadınlar,
sarışın, esmer, kumral kadınlar;
al testide şarap misali,
zamana üfleyen kadınlar;
mağripte sabah, maşrıkta akşam,
baş ağrıtan kadınlar;
yazda kış, kışta yaz,
mühim paradoks kadınlar;
gönlü bahar,
saçları rüzgar,
gözleri mahpus kadınlar;
başımda duman,
heybemde peşin zaman,
üstü kalan kadınlar;
yüksek sütunlu revaklarda,
bana mey sunan kadınlar;
sizlere şiir borcum var.
BU NİSAN AKŞAMI
Bilinmezin beşiğini sallıyor
Bu nisan akşamında
Bir deli rüzgâr
İçinde ben
Ben'den uçan kuşlar
Ülkemde yangın var
Kararsız bulutlar dolaşıyor
Cigaramdan duman alan
Kadehime yağmur bırakan
Ne yapsam dönüyor dünya
Ve esmer kızlar düşüyor aklıma
Gözleri sabah
Saçları akşam
Tenleri gece
Testide şiir
Sanki öylece
Yolsuz trenler geçiyor içimden
Nalsız kısraklar
Menekşeler katar katar
Ve kelebek çocuklar
Atlıkarıncaya binip
Neverland'a giden
Çekip bir çiçeği, gözlerinden öpüyorum
Dalına can yürüyor zamanın
Bir kerpiç duvar dibinde
Hakikatin orta yerinde
Havanda dövülen suyum bu gece.
İSTANBUL
bütün rüzgârlarımın anavatanı saçların
ki tel tel kıyılar süzerdi zamandan
ben boğazda biriktiğin
şarkılardan seni içerdim
selâtin cami avlularında kuşlar serinlerdi
İstanbul’a en çok nisan yakışırdı
ve yağmurda karanfildi
bir İsiklalara sokağında
öptüğüm dudakların
İstanbul sarhoştu
boğazda gemiler sallanıyordu
sen Kandilli’de kayda geçiyordun
bir Roma sarnıcında kaybolurken ben
bir su mührüdür şimdi yüzün
altın varaklı bir tarih güncesinde
uyanmış yalnızlık uykusundan
yeryüzünde bu gece
içimizde Tanrı
hallaç pamuğu yuvasında mesut
ve bir maun kasnak bu gece İstanbul
gergefin bir ucunda ben
bir ucunda sen
ışıklar nakşedelim bu kente
yıldızlardan çaldığımız ışıklar
zaman ki şeridinin
pamuktan mandallarında ömrümüz
yok telafisi bilirsin
heveslerin dört nala yurdudur
bu şehirde akşam
kurnalarından
hülya içilir
mey içilir
acemi, taze ve biraz çocuk aşıklar
dolaşır sarmaş sokaklarında
ve sen
işveli geceye kandil kadın
gel
yatayında serserilik yapalım
zamanın
dikeyinde sevişelim sevgili
gel
dudağına al
gözlerinde yıka
memelerinden ay ışığı içir bana
kelebek etkisi olur belki
ve Serengeti savanlarında
bir ceylanın ömrü uzar.
NAFİLE
hayatıma değen güzel insanlar
benden size daima bir yol uzar
yollar ki yürünmez aynı anda
paralel yaşanan zamanda
binip dev kanatlı simurgun sırtına
çıktım yola
düştüm peşine
alnından çivileyip bir duvara
sabitlemek için zamanı
epey dereler, tepeler ve düzlerden sonra
bir ufka vardım dediğim anda
varmıştım yüce dağlı
puslu bir hayal diyarına.
KIRKİKİNDİ
Daha bağlanmadan mekân zamana
Telaşsız sabitler serde serseri
Terki diyar etmeden kavak yelleri
Kafdağı henüz yakın
Toz malum renkte iken
Ömrümün bu deli çağında
Ben katıksız bir ahmak
Sen kırkikindi yağmuruydun o diyarda
Islandım, üşüdüm, duruldum. . .
AKŞAM
kordondayım bir akşamüstü
maviye selam durmuş
ege palas kumandasında evler.
esintiler körfezden…
kadınlar geçiyor;
edalı, şuh.
etekler rüzgâr almada,
saçlar dalga dalga.
bir kuş yüzer,
bir balık uçar,
cümle kent akar;
boncuk boncuk
damlar kâselere,
kadim ırmaktan mekânlar.
zulasında elma kırmızı.
iç gıcırdatan
yaz şarkısın söyler bu şehir.
ben’in yolcusu bir adam
şimdi molada.
zaman kentli bir mahir usta.
al satar, yağ bal satar
bu akşamda.