Menu
FANZİN KİMLİK
Şiir • FANZİN KİMLİK

FANZİN KİMLİK

Masanın üzerine bir elma koydum.
Elmanın içine kendimi. Ne büyük huzur!
Henri Michaux

Fanzin genel kullanımıyla, ‘fanatik’ ve ‘magazin’ kelimelerinin kısaltılmasından oluşmuş bir kelimedir. Kısaltılan bu iki kelime dahi kimlik ve kültür çağrışımları yaparken fanzinlerin kimler tarafından sahiplenildiğine baktığımızda, bu çağrışımların somutlaştığını görmek mümkün. 70’ lerde ilk örneklerini görmeye başladığımız fanzinler, 80li ve 90’lı yıllarda oldukça yaygınlaşmış; büyük kentlerin dışında küçük Anadolu şehirlerinde de fanzin dergicilik yankısını bulmuştu. İlk bakışta hep muhalif kimliklerin sesi olarak egemen olana bir karşı duruş geliştirme çabası ya da, daha doğrusu, bu kaygıya bile girmeden egemen olana karşı bir çığlık görümündeydiler.
Hemen belirtelim, fanzin her daim kentli bir çığlık olma iddiasında olmuştur. Fanzinlerin kentlerde üretilmesinin bu çığlığa elbette ki etkisi yadsınamaz; çünkü kent öncelikle egemen olana alternatifler geliştirme mekanı olmuştur bizde. Ancak kentler kurulsa da kentleşmeyi beceremediğimizden, o malum arada kalmışlık sendromu fanzinlerin yakasına da yapışmıştır. Fanzinlerin çığlığı da arada kalmış bir çığlıkdır; egemen olanla alternatifleri arasında gidip gelen. Arada kalmışlık yasal edebiyat ve dergilerinde de tespit edilse de yasal edebiyatla, kaçak vuruşan edebiyat damarı olarak fanzinin önemli bir farkı vardır: Yasal edebiyat çığlık atsa da yine otoritelerinden, egemen olandan, hatta alternatiflerinden bu çığlıklarının yankılarını toplayarak büyür. Fanzin ise arada kalmışlığı dahil egemen olana, hatta alternatiflerine çığlıklarıyla küfür edip geçer çoğu zaman. Küfreden elbette küfrünün yankılarına kulak asmaz.

Fanzin, basitçe iki kelimenin kısaltılması olarak önümüzde dursa da, ülkenin yaşadığı malum kimlik bunalımının her derecede yansıdığı ve bu yansımalarınfotokopiyle çoğaltılarak yaygınlaştırıldığı alternatif kültür ve kimlik üretim araçlarıdır. Yani en azından böyle bir görünüm arz ediyorlar. Anarşistler, radikal solcular, islamcılar, milliyetçiler, rock ve havy metal müzik fanatikleri, homoseksüeller, anti militaristler ve aklınıza gelebilecek egemen kültür ve kimliklerce zaman zaman ‘ ucube’ sayılan grup, kültür ve kimlikler kendilerine ifade yolu olarak çoğu zaman fanzini seçmişlerdir. Fanzinin söyleyecekleri şeyler olan ve bunları yasal mekanlarda dillendiremeyen grupların sesi olmasında, elbette ki siyasi ve kültürel değişimlerin her daim rolü olmuştur. Hatta zamanında ‘ucube’ sayılan kimlik ve kültürlerin bazıları zamanla, hatta zaman zaman egemen olma zevkini de tadarak; yelkenleri suya indirmiş, kalabalığa karışmış ve hatta kalabalığın adı olmuşlardır. 80-90’lı yıllarda fanzinlerin çoğalması ve yayılmasında o dönemdeki siyasi değişimlerin etkisi büyüktür. Cumhuriyet döneminde büyük siyasi değişimler, her zaman ilk saldırıyı kimliklere yaparak kendi değişimlerini pekiştirmişlerdir. Bütün ‘kaka’ kabul edilen şeyleri bertaraf ederek, egemen basit bir kültür ve buna uygun bireyler yaratmak ilk düsturu olmuştur efendilerin. Çok kültürlülük, çok kimliklilik önce temelleri sağlam olmayan bir tevhide sürüklenmiş bu kavramların içi boşaltıldıktan sonra da tekrar parçalara bölünmüştür.
Seksen sonrası her alanda hissettiğimiz ‘aynılaştırma’ operasyonuna karşı tepki fanzin görünümünde çıktı karşımıza. Kendini ‘farklı’ gören ve olduğu gibi yaşama koşullarını talep eden her grup, kimlik, kültür kendine bir fanzin edindi. Yeraltından ilerleyen bir muhalefet, bir direniş olma özelliği ön plana çıkıyordu fanzinlerin; kentin ara sokaklarını, varoşlarını, hayatımızın çıkmazlarını sahiplenerek. Kentin her köşesinde ummadığınız bir anda siyah-beyaz bir fotokopi elinize tutuşturulabilirdi; sunulan dünyanın bir parçası size denk düştüğünde o fotokopiyi saklar hatta çoğaltır, veya yırtıp atar ve o dünyanın renklerine arkanızı dönerdiniz. Egemen olan üzerinde etkisi çok hissedilmiyordu ya fanzin üretiminin, kendini kıyıda hissedenler üzerinde etkisi küçümsenemeyecek kadar büyüktü. Fanzinler sayesinde Türkiye’de yeraltı edebiyatı gelişmese de, yeraltından ilerleyen ve arada yeryüzüne çıkarak küfreden bir muhalefetin varlığını hissediyorduk... Fanzin üretim, elma kurdumuz olarak sahipleneceğimiz tek adayımızdı belki de...

2000’li yıllarda fanzin giderek etkisini kaybetti. Aynılaştırma operasyonu, özellikle medyayı kullanarak son vuruşu yapma safhasına geldi. Kimliklerimize, kültürümüze yapılacak bu vuruşla nakavt olacağız belki de; sorun yenilmek değil, asıl üzücü olan bu yumruğun acısını bizden sonrakilere iletememek, anlatamamak. Acı sanatsal üretiminin en büyük atar damarlarındandır çünkü. Fanzin alternatif bir üretimdir her şey den önce, ancak o üretimde sokaklardan çekilmiştir. Bütün ara sokaklar ana caddelerin kaderine bağlanmıştır artık; daha doğrusu, bütün kentler artık ana caddelerden oluşmaktadır . Ana caddelerde ise üretim yoktur; sadece egemen kültürün türetilmesinin ve yaygınlaştırılmasının telaşı vardır.

Şimdi elma kurdumuz olarak neyi sahipleneceğiz? Ya da kendini elma kurdu olarak hissedenler, kendilerine mekan olarak nereyi seçecekler? İnternete çekilen fanzinler artık elma kurdu olabilme özelliklerini kaybetmişlerdir. Aslında fotokopi olarak çıkan fanzinler de , içeriklerine baktığımızda, bu özelliklerini koruyamamışlar; muhalif ses olma özelliklerini bir kenara bırakıp ana caddelerde kaybolmuşlardır. Hem internet hem de fotokopi fanzinlerde aynılaşmanın sızısını hissederken, bu sızının da aynılaştığını görüyoruz. Yani artık fanzinler de fotokopiyle veya internetteki mekanlarıyla, birbirlerine benzemekte hatta birbirlerini kopyalayarak tekrar etmektedirler. En belirgin değişim ise, fanzinler artık kentleri mekan olarak seçmiyorlar; ancak eskisine göre daha kentli bir dil kullanıyorlar.
Çelişkiler ve arada kalmışlık duygusu bu ülke insanın kaderi. Bu yüzden fanzin üretimden umudumu kesmiş değilim; muhalif diline ve kimliğine dönecektir ya da yeni bir dil ve kimlik geliştirerek varlığını sürdürecektir. Ya elma kurdumuzu bulduğumuz zannı...

Kaçacak yerimiz kalmadı, kendimizi huzurlu hissedeceğimiz mekanlarımız yok. Kapana sıkışmış hissiyle, varlığımızı korumak güdüsüne saplanıp kalmış durumdayız. Sanki sokakta karşılaştığımız bütün yüzler aynı; yazılanlar, resimler, filimler bir şeyleri tekrar edip duruyor sanki. Sanki mevsimi geldi de derimizi değiştiriyoruz. Parmak izlerimizin bile aynılaştığından şüpheleniyoruz bir yandan ; derinleşen farklılıklarımızın kaosundan korkuyoruz öte yandan. Kent üzerimize üzerimize geliyor ; arada kalmışlık duygusu hala dipdiri. Peki elma kurdunun huzuru nerede? Ya da bu ülke de elma kurdu olmak mümkün mü ki...

(HECE EDEBİYAT DERGİSİ)