Menu
YEDİ KATİL
Öykü • YEDİ KATİL

YEDİ KATİL

-Beyaz, dedi uzun boylu olan.

-Bembeyaz, dedi ikinci adam.

Üçüncü konuşmadı.

Yerdeki beyaz şeye bakıyorlardı.

-Bu iş sana kalır, dedi uzun boylu. Gözü üçüncünün üzerindeydi.

-Aldırma dedi ikinci adam. Hatırlanmayacak bir vaka olarak kalacak nasılsa. İş olsun diye bir şeyler yaz ve amirlerine teslim et.

Saçlarına baktılar üçüncünün.

İkisi uzaklaştı bir şey söylemeden. Üçüncü orada kaldı. Yere baktı. Hiçbir delil yok gibi görünse de ortada bir cinayet kokusu vardı. Kalbi çarpıyordu çünkü yerdeki beyazlığa baktıkça. Tıpkı yirmi üç gün önce, yol ortasında uzanmış ya da yayılmış olan o siyahlığa bakarken olduğu gibi. O gün saçları bir anda ağarmıştı. Sanki başındaki siyah bir su kütlesi gibi yerdeki benzerine dalıp kaybolmuştu.

İşini bitirmeye çalışan memurun elinden tebeşiri aldı. Beyazlığın etrafını çizgiyle döndü. Başladığı yeri ıskalamıştı. Aldırmadı.

-Sen gidebilirsin, dedi memura. Memur olduğu yerde selam durdu. Sonra eriyerek dakikalar önce kesilmiş yağmurun ıslattığı parke taşlarının arasındaki küçük nehirlere karıştı. Üçüncü gitmek istiyordu. Ortada delil denecek hiçbir şey yoktu. Ama kalbindeki çarpıntı da neyin nesiydi? Biraz düşündü. Bu ağrı için yarına kadar bir sebep bulabilir o da olmazsa bir doktorun açıklamalarını ciddiye alabilirdi.

Ellerini paltosunun cebine soktu.

Reklam afişlerindeki kızlar da artık toparlanıyordu. Bu soğuk havada incecik elbiselerle saatlerce bir reklam panosunda sadece afiş kâğıdının sıcaklığına sığınarak beklemek de ne garip bir meslekti. İnce bir kâğıt gibi indiler kaldırıma. İkisi aceleyle gitti. Biri arkada kaldı. Yavaştı. Hasta gibi. Rüzgâr bir an sokağı tokatlayınca kız az kalsın düşüyordu. Üçüncü şimşek gibi yetişip kızı tutmasaydı su birikintisinin üstüne yayılacaktı.

Üçüncü birden kıza:

-Bugün burada garip bir şey gördünüz mü? Size garip gelen bir şey ya da birisi?

-Hayır, dedi kız. Biz çok fazla şey göremeyiz ki… Ama sabah işe başladığımızdan hemen sonra bir karartı görür gibi oldum. Yanımdaki kızların tüm renkleri titreyiverdi bir an. Kalbim fena çarptı. Kıza baktı dikkatlice. Siyah beyaz bir elbisesi vardı.

Üçüncü durdu. Kızı kolundan tuttu. Etsiz, kansız kâğıttan bir kızın ince kolunu.

-Kolumu yırtacaksın, dedi kız öfkeyle.

-Aa, şey.

Kolu bıraktı. Kimliğini gösterdi.

-Nasıl biriydi şu karartı? Ya da nasıl bir şeydi?

-Detaysız, karartı işte. Hızla uzaklaştı buradan.

Üçüncü dalgın baktı yere. Düşünüyor sandı kendini. Ayakkabıları da bir görünüp bir kayboluyordu. Bir sağ vardı bir sol, bir sağ yoktu bir sol. Belki de herkes tek ayaklıdır diye geçirdi içinden. Kendisininkinden farklı adımlar vardı yanıbaşında. Kızın yürüyüşündeki kâğıt hışırtısını duyuyordu.

-İşte gidiyor diye haykırdı kız. Kâğıttan kolunu ileri doğru uzatarak. Üçüncü, parmağın gösterdiği yere baktı. Gördü. Karartı hızla köşeyi dönüp gözden kayboldu. Peşinden koştu. Kız mı? Artık umurunda değildi. Kız arkasından koştu.

Üçüncü, koşarak girdiği her sokağın sonunda görünüp kaybolan karartının peşindeydi. Neyi kovaladığını bile bilmeden koşuyordu.  Nefesi ileriye doğru atılan saydam bir perdeye çaldı. Soluk borusu gittikçe ısınıyordu.

“İşte orada, köşede.” Koştu, karartı kayboldu. Kız da üçüncünün hemen arkasındaydı. Kâğıt bedeni ayakta durmakta zorlanıyordu.

Uzunca bir sokağa girdiler. Üçü. Karartı sokağın tam ortasındaydı. Üçüncü ona yakındı. Sokağın başında ya da sonunda da kâğıt kız vardı. Üçüncü karartıya iyice yaklaşmıştı.

Karartı birden kayboldu. Olduğu yerde. Üçüncü şaşırdı, kızdı, küfretti. ”Nereye gidebilir ki?”

Karartının gözden kaybolduğu yere geldi, durdu. Yandaki apartmanın içine uzanan su boruları. Kapının hemen yanındakilerden birinde bir delikten çıkan ince, iplik gibi bir sızıntı var. Havada kavis çiziyor. Kavis çizerken suları dağılıyor, ince bir duman gibi.

Üçüncü durdu. Karartı tam burada kaybolmuştu. Su kavisine baktı. Sağını solunu inceledi. Yarım daireler çizerek adımlarken küçük bir gökkuşağı gördü. Yağmur sonrası. Ve güneşin suda oynadığı bir ışık oyunu. Sadece bir açıdan görülebiliyordu gökkuşağı. Tuhaf, huzur verici, aldatıcı. “Ama karartı nerede?”

Kâğıt sesi duydu. Kâğıt nefesiyle birlikte. Kız yetişmişti.

-Kaçırdınız mı yoksa?

-Bilmiyorum dedi düşünceli. Tam burada kayboldu.

Merakı zoraki ertelenmiş bir ifadeyle kız:

-Belki de başka zaman aramalısınız. Aslında yakalasaydınız çok heyecanlı olurdu.

Kâğıt nefes ritmini bulmuştu.

-Bu arada saçlarınız niye bu kadar beyaz?

Üçüncünün suratı asıldı.

-Siyah olduklarını unutturacak bir gün yaşadılar belki, kim bilir?

-Bakın benim elbisemde de beyaz var. Sizinle bir fotoğraf çektirmeliyim. Harika olabilir.

Canı iyice sıkıldı üçüncünün. Aradığını, bildiklerini, elinde olanları hızlıca düşündü. Karartı kayboldu burada. Su ve gökkuşağı var. Yağmur sonrası. Yarı bulutlu yarı berrak bir hava.

Kâğıt bir çığlık duydu. Kulağının dibinde.

-İşte!

Kızın kâğıt parmağının işaret ettiği yere baktı. Karartı yerden bir duman gibi yükseliyordu. Ayağının dibinden. Yükseldi, su kavisine doğru. Ağır ağır kavisteki küçük gökkuşağına karıştı. Üçüncü eliyle yakalamaya çalıştı. Eli ıslandı. Hiçbir şey yakalayamadı. Tekrar denedi. Eli hep boş döndü gözünün önüne. Dondu kaldı. Anlayamıyordu. Kıza döndü.

Az önce karşısında siyah beyaz elbisesiyle duran kız şimdi rengârenk olmuştu. Yüzü, elleri, elbisesi. Sarı, yeşil, mavi turuncu, kırmızı, mor…

Kız adama şaşkınlıkla baktı.

-Saçlarınız, dedi. İyice aralanmış dudaklarının arasından birkaç kelime daha döküldü.

-Saçlarınız rengârenk olmuş…

Kâğıt çantasından bir ayna çıkardı.

-Bakın.

Aynayı aldı. İnce, hafif. Saçlarını gördü. Yavaşça suya doğru döndü. Elini suyun dağılan nemine tuttu. Gözlerinde kör dalgınlığı:

“Siyah vuruldu,

Beyaz vuruldu,

Katil gökkuşağı.”

Diğer Yazıları