Menu
UÇURTMA
Öykü • UÇURTMA

UÇURTMA

Küçük çocuk kerpiç duvarın üzerine oturmuştu. Kerpiçlerin arasından dışarı çıkan saman tanelerini yerlerinden çekmek çok hoşuna gidiyordu. Üstü başı çamurlu eve gelmesinden sonra anasından yediği dayağın acısını çoktan unutmuş, anasının verdiği elli kuruşu küflü bakkalda bir külah dolusu ay çekirdeğine çevirmişti bile. Elinde 50 kuruşla bakkala girdiği zaman çoğunlukla alacağı şeyi bilmezdi, “Buna ne çıkar?” sorusuna verilen mal cinsinden karşılığa rıza gösterirdi. Bugün de bu çıkmıştı parasına işte. Şimdi sessizce duvarın üzerinde oturuyor bir taraftan çekirdeğini çitliyor bir taraftan gökyüzündeki uçurtmaları izliyordu. Evlerinin perdesi aralandı. Beyaz başörtüsünün altında ak pak yüzüyle adeta evi aydınlatan yaşlı kadın elindeki tespihi sallayarak işaret etti torununa. Çocuk alışkanlık üzere omuz silkti. Kadın perdeyi kapadı. Perde kapanırken buruşan yüzünden bir hayıflanmanın izleri belirmişti. Çocuk nenesinin bu halini anlamış olacak ki homurdanarak yerinden kalktı. Avuçlarını silkeledi, üzerini çırptı. Eve girdiğinde güneş ışıkları evin penceresinden içeri giriyor, bu sayede uçuşan tozlar belirginleşiyordu.

Yaşlı kadın torununu yanına çağırdı başını okşadı yeleğinin cebinden çıkardığı şekerleri hiçbir şey söylemeden çocuğun ellerine tutuşturdu. Gözleri nemlenmişti yaşlı kadının, çocuğun ellerinden tuttu. Çocuk başını çoktan yaslamıştı kadının böğrüne. Bir ara başını kaldırdı nenesinin gözlerine baktı onun göz çukurlarında biriken yaşları sildi. Nene dedi güneşten sonra tozlar neden havalanır, rüzgâr da yok ya. Kadın başını yana büktü dudağını bilmiyorum der gibi büzüştürdü..

Çocuğun gözü yine dışarıda uçuşan uçurtmalara takıldı. Yaşlı kadın, çaresiz çocuğun bakışlarını görüyor hevesini geçiştirmek için her zaman söylediği alışıldık sözleri söylemeye mecbur hissediyordu kendini. Yarın baban geliyor arayalım sana getirsin o uçurtmalardan. Kim bilir kaçıncı yarındı bu. Umursamadı çocuk. Somyadan ani bir hareketle kalktı, dışarı çıktı. Bahçenin köşesinde duran çimento çuvallarının yanına geldi. Yırtmaya başladı çuvalları etrafa dağılan çimentolara aldırış etmiyordu büyükçe bir parçayı kollarının arasına sıkıştırdıktan sonra eli yüzü toz içerisinde kalmıştı. Nenesinin pencereyi açıp başını uzatmasından sonra gülerek uzaklaştı oradan. Yaşlı kadın şaşkın şaşkın bakıyordu çocuğun ardından. Dişsiz ağzından sitemkâr kelimeler takır takır dökülüyordu. Ah deli oğlan uçurtma olur mu ondan. Baban da aynıydı. Olmayacak işler peşinden koşmaktan bıkmadı şu sizin sülale. Kaç yıl oldu buradan gitti. Şu gözü yaşlının haline bak yıllardır yolunu bekler. Sadece para yollamayla oluyor mu? Gelinin başını kaldırıp yalvarır gözlerle bakmasıyla amaaaan diyerek sözünü kesti. Sırtını kırlente yaslayarak uyuklamaya başlamıştı. Gözünün önünde canlanırdı yıllar, ilk evlendiği günden şimdiye kadar birçok şey. Tam yirmi yıl önceydi. O zamanlar ölümün nefesini ensesinde hissediyor da değildi. Önünde uzun yılların olduğunun farkındalığı kendisine umut veriyordu. O yıllarda hayata güzel gözlerle bakmak alışkanlıktı. Eh az değil dile kolay. Başında masalların okunduğu şamdanların çoktan masal olduğu, evlerde minik çocukların odanın ortasına oturup el el üstünde kimin eli var diyerek oyunlar oynadığı bahçelere terk edilmiş traktör kasalarında oynanan köşe kapmacalar her şey gözünün önüne geliyordu.

Akşam vakti ezan okunmadan sokakların boşalması sonra dağ gibi bir adamın elinde bir kese kâğıdı ile eve gelmesi çocukların evde bir köşeye oturup üç beş lira okul harçlığımızı çıkartalım diyerek kese kâğıdı yapmaları canlanıyordu hayallerinde. Kapı açıldı yaşlı adam içeri girdi. İki büklüm olmuştu. Yıllar önce bıraktığı eve daldı gözleri, kadına uzandı elleri. Üzerinden işinden gelmişliğin yorgunluğunun izleri dökülüyordu. Evin odalarını gezmeye başladı. Her girdiği odada bir müddet bekliyor etrafı izliyordu. Salonun ortasındaki masanın kenarında her zaman hazır bekleyen seccadeyi aldı. Sandalye başında duran tespihe uzandı elleri. İkisini yanına alıp odadan çıktı. Tekrar kadının yanına geldi. Uzun müddet izledi onu. Hiçbir şey söylemedi kadın şaşırmıştı bu zamansız ziyarete. Elindeki seccadeye tespihe baktı anlamsız gözlerle. Konuştukları duyulmuyordu adamın sessizce ağzı kıpırdıyor dua ediyor gibi bir hali vardı. Tespihi öptü seccadeyi öptü pencereyi torununu işaret etti yaşlı kadına. Sonra onları somyanın kenarına bırakıp tekrar dışarı çıktı. Yaşlı adam bir çimento fabrikasından emekliydi. Oradaki nakliye araçlarının yıpranan tekerleklerini tamir ediyordu. Ömrünü tozun dumanın içersinde tüketti. Sonra aldığı üç beş kuruş emekli maaşıyla bir moloz yığınından arta kalan inşaat malzemelerini toplamıştı üzerine de borç harç biraz bir şeyler ekleyip bu evi yapmıştı. Çok geçmeden de göçüp gitmişti bu dünyadan. Kolay değil tam yedi çocuk büyümüştü bu evde. Dışarıda uçurtma sevdasıyla yanıp tutuşan yumurcak en küçük olanın oğluydu.

En küçük oğlu Selahattin birkaç yıl önce Arabistan’a işçi olarak gitmişti gelmesinin mümkünâtı mı var. Bir ara orada yüksek gerilim hattına kapılıp öldü diye haber bile ulaşmış, ocaklarına ateş düşmüştü o gün sanki. Ardından gelen haber başka eve ateş düşürmüştü ama bunların sevinmesine sebep olmuştu, dünya hali işte birisini güldüren diğerini öldürüyor. O günleri gören bir duvarlar bir de yaşlı kadın kalmıştı işte.

Yaşlı kadın başı önünde burada geçirdiği yılları hatırından geçiriyordu. Artık geçmişe ait ne varsa bir buhurdanlıktan yayılan tütsü gibi gökyüzüne karışmıştı. Arada bir o günlerden kalma bahar havaları geri gelirse yıllar bir bahar kokusu olup doluyordu ruhuna. Her bahar kokusu da hatırlatmazdı geçmişteki güzel günleri. Her günün bir kokusu olduğuna çoktan inandırmıştı kendisini. Geçmişe ait bir gündü buram buram yıllar öncesi kokuyordu havada. Düşünceli gözleriyle yerinden kalktı zor attığı adımlarıyla salondan bozma çift badallı odanın içerisinde ağır aksak ilerledi. Güneşin parıltılarına karışmış toprak kokusunu yollara sarkan iğde dallarından yayılan kokular tamamlıyordu. Bahçeden dışarı çıktı demir kapının kenarına bırakılmış tek kaldırım taşının üzerine oturdu. Elinde tespihi ile oturduğu yerde evden daha sağlam yapılı duruyordu bu yaşlı kadın. Görenlerin gözünü alamadığı bir yüzün hasletleri en ince ayrıntılarına kadar yüzünden okunuyordu. Bakıldığı zaman insana rahatlık veren etrafı aydınlatan bir çehresi vardı. Kendisinin yanına gelenlere karşı gösterdiği yakınlık ile mesrurdu bu kadın. Genç gelin elindeki iğne oyasıyla yaşlı kadının yanına geldi, başını yaşmaklamıştı. Genç kadın ayakta bekliyordu. Çocuğu aradı gözleri etrafta, göremeyince başını iki yana salladı, kaynanasına baktı göz ucuyla yeniden içeri geçti. Orada onun ruhunun rahatladığının farkındaydı. Yaşlı kadın çoktan dışarıdan gelen toprak kokusu ile hemdêm olmuştu. Karşı kapıdan çıkan çocuklardan birisinin yanına gelmesi ile irkildi. Çocuk telaşla yaklaştı kadının yanına. Hatice nine Murat evde mi dedi. Kadın başını salladı. Çocuk bir ikinci söz söylemeden uzaklaştı kadının yanından. Koşarak evin arkasındaki boş alana gitti. Murat orada oturmuş koltuğunun altında beklettiği çimento kâğıdı ile oturuyor elleri çenesinde gökyüzünde salınan uçurtmaları izliyordu. Yanına gelen arkadaşını fark etmedi bile. Çocuğun arkadan saçını çekmesi ile irkildi. Ne var lan niye rahat durmuyorsun dedi. Çocuk elinde tuttuğu söğüt dallarını gösterdi Murat’a. Bunlara çıta denir bak bunlarla yapacağız uçurtmayı yalnız senin o elinde tuttuğun çimento kâğıdından uçurtma olmaz kaldırmaz rüzgâr o kâğıdı daha ince bir kâğıt bulmamanız lazım hatta poşet bulmalıyız dedi.

Uzaktan duyulan anasının sesiyle irkildi çocuk. Oturduğu yerden adeta fırladı, koşarak anasının yanına geldi kadın. Önde çocuk yürüyorlardı, geride kalan arkadaşı anlamsız gözlerle çocuğu izliyordu; hiç değilse gidebilir miyim deseydi iyiydi ya hiçbir şey söylemeden kaçıp gitmişti. Kendi kendine söylendi hıh belli ki anasından ödü kopuyor süt kuzusu ne olacak.

Çocuk gözleri önünde aklı geride kalmış yürüyordu bir aralık anasının yanına yaklaştı kadına cevap beklemeyen bir soru sordu. Ana babam gideli çok oldu nenem dedi ki yarın gelecekmiş doğru mu? Çocuğun beklediği gibiydi kadının verdiği karşılık. Çocuk sessizce yürümeye devam etti, sonra bahçeden içeri girdiler.

Kadın çocuğun elini yüzünü iyice kuruladıktan sonra yeleğinin cebinden çıkardığı parayı çocuğa verdi. Acele et koş yemek pişiyor ezan okunacak sıraya gir ekmeği al gel. Bak top atılmadan evde ol tamam mı dedi. Çocuk başını salladı. Önüne aldığı bir taşı tekmeleyerek ilerliyordu. İsmail dede iftarı beklemek için oturduğu evin önünden seslendi çocuğa. Bırak o taşı ayakkabının burnunu vurma yere yırtacaksın ayakkabıyı. Çocuk omuz silkti taşa sert bir tekme daha attı. İsmail dede lahavle çekti.
Koşarak evine geldi. Ekmekleri sofra bezinin önüne bıraktı sonra aceleyle dışarı çıktı. Evin arkasındaki boş araziye giderdi iftardan önce. Annesi nereye gittiğini bildiği için ses çıkarmadı. Top atılmadan önce taşları aceleyle üst üste dizdi diğer çocuklar gibi. Aralarına kaygan olması için cam parçaları koydu arkadaşlarıyla birlikte. Top sesinin duyulmasından sonra elindeki taşı üst üste dizdiği taşlara fırlattı. Adetti buralarda ramazanın her günü için bir taş artırılırdı sonra ezan okununca yıkılırdı o taşlar. Ezan okunurken eve kendini zor attı. Sofraya yaklaştı, ana bugün sekiz oldu değil mi ramazan. Sekiz taş dizdim de. Anası kaşıktaki çorbayı tabağa koydu. Çocuğa baktı. Sekiz oldu yavrum dedi.

Evin bahçesine çıktığında kayısı ağacının üzerinde sallanan karaltıyı görünce korktu. Ürkek adımlarla yaklaştı ağacın yanına ağacın dallarından aşağı püsküller sallanıyordu evet bu bir uçurtmaydı. Kim bilir kimin hayalleriydi bu ipini kırıp ağacın dallarına takılı kalan. Heyecanla tırmandı ağaca. Özenle kurtardı uçurtmayı ağacın dallarından. Sevinçle eve girdi... Nenesi elinde tespih pencerenin kenarında duruyordu. Yaşlı kadının yanına yaklaştı. Elini tuttu soğumuştu bir başka. Bir kaç kez daha sıktı elini kadının. Ses çıkmıyordu kadından. Hareketsiz duran kadının dizlerine başını koydu küçük çocuk hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Elinde tuttuğu yırtık uçurtmayı çoktan yere bırakmıştı. Elinde un kabıyla içeri giren kadında olanları anlamıştı. Elleri böğründe çöktü kaldı odanın ortasında. Çocuk ellerinde uçurtma... Ağlıyordu...

Diğer Yazıları