Dedim çıkar gözlerini. Çıkar. Sulanmışlar. Bu zamana kadar buna kimse cesaret edememişti. Geceyi bekleyen hiç kimse. Aldı gözlerini yuvalarından, çıkardı. Önündeki üstlerden basık, yanlardan şişkin, uzaktan bakınca bir kaç renk, yakından bakınca bir çok renk olan kürenin içerisindeki saydam sıvının içerisine bıraktı. Dünyaya bıraktı. Saydam, kaygan sıvının içinde gözleri kendi etrafından, üstten alttan çapraz ve karmaşık, yerleşene kadar sıvıya, dönüverdiler içinde. Ah. Cânım gözleri dönüverdiler. Göz çukurlarını iyice kuruladı bir peçeteyle. Sonra Ellerini yıkadı.
Gece yayı çekildi. Gece yayı; güneşin gök küresinde bir gün boyunca çizdiği çemberin ufuk altında kalan parçası. Zaman ölçülebilen, tartılabilen, geçebilen, geçilebilen ve bunlar gibi şey olabilen bir şey değildi. Zaman sadece ekşiyebilen bir şeydi. Ellerini yıkadı ve kuruladı. Tahtadan yapılmış karyolanın üzerindeki döşeğe uzandı. Ayak ucundaki katlı duran yorganı üzerine çekti. Burnuna kadar çekti. Burnu, yorgan ve göz çukurları aynı hizaya gelerek tahta kulübenin tavanına paralel oluşturdu. Gece gündüz demeden devam eden gece işçiliği başladı. Gece kıyafetlerini giydi gece bekçisi. Başını, tam daire hiç zorlanmadan çevirebilen gece kuşu öttü. Çırptı kanatlarını. Bir gece uçuşu başladı.
Gece mavisiydi gök. Gök renginde gören bir çift göz, körlüğe talip oldu. Körlük; körlüğün hakikatte ne olduğu bilinmediği zaman tedavi edilen bir hastalık olmaya kayda değerdi. Yoksa körlük tedavi edilemez bir göstergeydi. Daima kuzeyi gösterir, daima doğruyu gösterirdi. Daima geceyi gösterirdi. Gece de daima Durmuş’u gösterir. Ne zaman gece gelir, Durmuş gelir. Köylü de bilir Durmuş gece gelirdi. Gündüzleri ne yapar ne eder bir iki kişiden başkası bilmezdi. Bunu düşünen de yoktu zira. Herkes yeterince kendi derdindeydi.
Bir gece köy kahvesinde dediler. Zaten yaşadığı köyün, zaten her gece turladığı etrafını, zaten yine de turlamaya devam edecekken, bir de para vereceklerdir üstüne. Bedavadan para kazanecen len Durmuş, dedi Mustafa. He. He Emmi. Para kazanecem. Para kazanecem. He Durmuş. He ya çok para kazanecen. Ne edecen o kadar parayla leeen. Evlenecen mi yoksa. Evlenecem ya evlenecem ya evlenecem Ayşe'yle evlenecem ya. He Durmuş evlenecen ya. Dünya tersine döner de Ayşe sana varır da evlenecen. Ayşe beni sevecek. Ayşe beni sevecek. Evlenecem ya. Evlenecem. Durmuşa bir çay getir Bekir diye seslenir içeri Mustafa. İçsin de içi ısınsın. İçi ısınsın, içi ısınsın diye tekrar eder Durmuş, Mustafa’nın dediğini. İçi ısınsın. Mustafa bazı bazı eğlenir Durmuş’un saflığıyla ama sever yine de. Kollar, gözetir. Fehim dede, bu bayrama var ise sonrakine yoktur. Mustafa, gider muhtara. Şu yetime de bir iş, üç beş kuruş. Sevaptır. Hallediver şu işi der. Dedesi de yolcudur. Ne yapar ne eder der. Üç beş kuruşu olur belki dengi bulunur baş göz ederiz he muhtar. Durmuş'u gece bekçisi yapıverirler resmiyette. Mustafa der sonra Durmuşa. Hakkınla kazandın leeenn. Bütün gece devir daim. Tekrar eder Durmuş. Hakkıyla kazandı. Hakkıyla kazandı. Hakkıyla Hakkıyla. Hakkkıyla.
…
Geceleri daha çok bekledi Ayşe. Çok bekledi. Köyün yetişkin bütün oğlanları onunla evlenmek ister de Ayşe neden kimseyi istemez bilen yoktur. Kimi dedilerse olmaz der de başka söz söylediği yoktur. Komşu köylerden, kasabadan hatta şehirden bile okumuş yazmış, eli kalem tutmuş talipleri olmuştur güzelliğine. Lakin Ayşe istememiştir. Ne hanedekiler ne de köylü anlamamıştır, Ayşe ne bekler. Köyün kızları muhabbeti kesmiş, oğlanları da ümidi kesmiştir artık. Beklediği neydi bunu bilen yoktu ya bir Durmuş vardı. Vardı ya Ayşe’nin ne beklediğini bilen bir oydu. Karanlığı severdi. O da dolanırdı geceleri. Köylü bilmezdi. Köylü ne bilsindi. Ama Durmuş bilirdi. Durmuş kimsenin bilmediğini bilirdi.
Kendi kendine konuşurdu geceleri. Ayşe bilirdi. Duyardı. Bir Ayşe duyardı Durmuş ne konuşurdu. Durmadan konuşurdu. Aynı şeyleri söylerdi. Tekrar tekrar aynı şeyleri söylerdi. Bilirdi Ayşe. Gerçeği söyleyen, kendi kendine konuşan bir garipti. Gerçekler, bir gariplerin gönlünde kaldı. Ağlardı. Çok ağlardı. Geceleri evin ardındaki bağa kaçar, hamakta yatıp, sessiz sessiz ağlardı. Durmuş bilirdi. Hamaktı Ayşe. Hamak, daha olmamış olmaktı. Biraz da buna
ağlardı, neye ağladığını bilmeden. Hamağa yatardı. Hem hamağa, hem kendi içine. Sallanırdı. Hem hamakta, hem kendi içinde. Hamdı Ayşe. Ağlardı.
İnce bir uğultu duyuldu bir gece. Bağ toprağının kara böcekleri. Üzümlere dadanan bal arıları. Vızıltılar. Sızılar... İnceler... Gece kuşları... Yarı gece. Ateş gecesi. Derdin sözlere hapsedildiği gece. Derdin suskunluğa terlediği gece. Gece yarısıydı. Bir Hamak, cayır cayır yanmaya başladı. Sallanıyordu Ayşe. Yanmaya başladı. Canı, bağı, bahçesi yanıyordu. Yandıkça bir koku yayılıyordu. İbrahim'in ateşinden gelen bir koku aralıyordu, gece mavisini. Ufkun altında kalan bir parça aydınlanıyordu. Durmuş kokladı etrafı. İlerledi. Kendi kendine gülüyordu. Allah. Allah. Gülüyordu Durmuş. Gülüyordu ya ağlıyordu Durmuş. Hamak yanıyordu. Hamak. Yanıyordu. Ateş böcekleri tutuştu. Gece kuşları ötüştü. Ayşe, yanıyordu. Koştu Durmuş. Yanına yetişti. Bağın musluksuz çesmesinden bir avuç su getirdi. İç dedi. İçin ısınır, için ısınır. İç dedi. İçti Ayşe. Gözünü araladı. Durmuş bir koşu gidip, bir avuç dolusu su daha getirip, içirdi Ayşe’ye. Durmuş, bir koşu daha... Ayşe yavaş yavaş gözlerini Durmuş’un avuçlarında açtı. Gördü ki bir avuç su daha. Dedi çıkar gözlerini çıkar. Dedi Durmuş. Sulanmışlar. Bu zamana kadar buna kimse cesaret edememişti. Geceyi bekleyen hiç kimse. Aldı gözlerini yuvalarından, çıkardı. Durmuş’un avuçlarındaki suya bıraktı. Durmuş, avucundaki suya bırakılan gözlerine bakarak Ayşen’in, alış iki gözüm alış kendine dedi. Ayşe’nin gözlerini kurutmadan, avucundaki suyu da azaltmadan hızlı hızlı yürüyerek bahçedeki bir gül fidanın yanına gömdü. İnsan kendini bırakacaktı ki kendine varsındı. Ayşe kimsesiz kalmış kendine gözlerini verdi. Verince tanıdık geldi bir şeyler. Baktı. Dağlar yeşil. Deniz mavi. Fidan büyüdü. Üzümler oldu. Arılar bal yaptı. Durmuş devam etti bekçiliğe. Üç günde bir geldi suladı fidanı. Gözü gibi baktı Ayşe’nin gözlerine. Yanına uzandı. Göğe baktı. Ağladı. Kendimden yanayım dedi. Kendimden yanayım. Kendimden yanayım. Kendimden yanayım dedi. Fidanın altında uyuyup bir gece Ayşe’nin düşünde uyandı.
Ayşe, pürü pak gelin olmuş. Kına gecesi o gece. Durmuş’a yar olmuş. Durmuş ona er olmuş. Gül fidanı yol olmuş. Al basmadan kınalık giyinmiş. Avuçlarına kına yakmışlar. Ellerine Gül bağlamışlar. Evlenmişler. Tahtadan bir kulübeye yerleşmişler. Bir kulübe. Tahtadan bir karyola, bir yorgan ve bir yastık. Ter su içinde uyandı Ayşe. Hayrolsun dedi. Bu rüya nedir böyle hayrolsun. Çok şükür dedi sonra. Yoksa o mudur? Yüzünde hala kurumamış damlalar vardı. Huzurla doldu gönlü. Yorganı katlayıp tahta karyolanın ucuna bıraktı.
Gençlikte insan ne kadar üzülecek nerden bilebilirdi. Hayat insana ne getirir kim nasıl bilebilirdi. Kaderdi. Önünde de ardında da yanında da kaderdi. Bir yoldu. Gidilirdi. Bir giden ile gidemeyen, giden ile gözlerini gönderdi. Bakıp da göremezlerdi bir kör nasıl daha iyi görebilirdi. Bakarlardı bilemezlerdi. Halbuki dikkatli de bakarlardı, bilemezlerdi. Bir bilen söze döktü, bir bilen göze döktü. İnsan kendinden eksiltir, kendine biriktirirdi. Damla damla biriktirirdi kendini.
Yorgana baktı Ayşe. Üzerini elleriyle düzeltti. Yüzündeki ıslaklığı sildi. Burnuna birden kına kokusu geldi. Hala rüyanın mı etkisindeydi bilemedi ama avuçları kına kokuyordu. Şu cânımın ömrü uzun, bu bağlara üzüm gele. Şu cânımın derdi hüzün, hâl derdime derman gele. Kalktı yatağından, pencereyi açtı ve havayı içine çekti. Uzun uzun baktı. Gece mavisi aydınlanıyordu. Ne olduğunu tam bilemiyordu. Baktı uzun uzun. Dağlar daha yeşil. Deniz daha da maviydi. Pencereyi açan kına kokan ellerine baktı. Ellerini kalbinin üzerine getirdi. Hayretle baktığı elleriyle gözlerini yokladı. Yerindeydiler. Suskunluğuna bir damla daha düşüverdi. Pencere kanadında kendini gördü. Kendine gizlenmiş kendini gördü. Güzelliğini gördü Ayşe. Her Bakanın, hiç bir talibinin göremediği güzelliğini gördü. Kendine verdiği gözleriyle sonra, bir garip gördü. İnsan kendini bu kadar bilmeyen miydi?
Gece yayı çekildi. Gece yayı; güneşin gök küresinde bir gün boyunca çizdiği çemberin ufuk altında kalan parçası. Dünyanın kendine, kendinden gizli parçası. İnsanın kendine, kendinden gizli parçası. Gözlerin gözlere, gözlerden gizli mavisi. Denizin denize, denizden gizli derinliği. Gece yayı çekildi.
Durmuş uyanadurmuştu fidanın altında. Uyandığında görmüştü ki gözü gibi baktığı fidan tomurcuklanmıştı. Durmuş, görmüştü de bakamamıştı utancından. Uzun uzun bakamamıştı. Hay. Allah Allah. Allah. Gül geliveriyor. Gül geliveriyor deyivermişti sadece. Yan gözle bir daha bakıp, gül geliveriyor diye dağlara koşturmuştu.
...
Köylü şaşırmış kalmıştı olanlara. Mustafa gülümseyivermişti Muhtara. Muhtar, bak sen şu işe ya Mustafa aklına gelir miydi hiç, deyiverdi. Şu delinin dillediği gerçek oldu ya Mustafa. Gerçek oldu ya, gerçek oldu ya, ya yaaa, bak sen şu işe diye yaaa’layı verdi. Çıktı odadan Ayşe. Bahçeye gitti. Bağa gitti. Cana gitti. Baktı ki fidanı tomurcuklanmış. Baktı ki ağaçların arasındaki hamak, yanmış kül olmuş. Baktı ki bağlara, üzüm birikmiş. Baktı ki hüznüne derman serilmiş. Güle döndü sonra, doya doya baktı Ayşe. Gözleri sulandı. Kalktı babasının yanına vardı.
Olmaz dedi babası. Bir başkası da bana yar olmaz dedi Ayşe. Köylü sende kusur bulur dedi babası yapma dedi, etme dedi. Benim başımı eğme dedi. Ayşe bir dedi. Bir daha demedi. Fehim dede, bastonuyla bir gece yanına Mustafa’yı ve Muhtar’ı alıp, Ayşe’nin babasına deyiverdi. Köylü dedi. Hem bilmez, hem bilmek istemez. Söylesek, söyleyelim istemez.
Yanaşmaz dedi. Sana anlatmaya diye çaldık kapını, sende mi yanaşmazsın sen de mi deyiverdi. Ayşe’nin babası anladı ki, ardı da önü de kaderdir. Eğdi başını. Sildi yaşını. Allah’ın hikmeti dedi. Kaldırdı başını.
Uyandı o sabah Ayşe’nin babası. Tamam dedi bu sabah. Başlayalım şu işe. Bağa gitti sepet
sepet üzüm topladı. Gül fidanına baktı. Gülü gördü, kokladı. Öncesinde hamak bağlı olan iki
ağacı kesiverdi. Kesip, damadına ve kızına bir karyola yapıverdi.
Ağaçlar rızasını söyledi, verdi başını. Üzümler, arılar, bağ böcekleri, gece kuşları yer gök rızasını söyledi. Gül fidanı rızasını söyledi. Gök gürledi yağmur yağdı, söyledi. Ben Durmuş’tan razıyım dedi Ayşe, elini öptü Fehim Dede’nin. Nikahları kıyıldı evde, Mustafa şahit kılındı.
Nikahları kıyıldı gökte Gül fidanı şahit kılındı.
Okuyan, bu bildiğimiz hikayedir, tekrar oluvermiş ya deyiverdi.
Deyiverdi gece bekçisi; Tekrar ya, tekrar ya, tekrar ya deyiverdi.
Gece yayı çekildi. Gece yayı; güneşin gök küresinde bir gün boyunca çizdiği çemberin ufuk altında kalan parçası. Dünyanın kendine, kendinden gizli parçası. İnsanın kendine, kendinden
gizli parçası. Gece yayı çekildi. Bir öyküye gerildi. Gerildi. Fırlattı okunu dünyaya. Bir okuyan
bulunurdu. Gece yayı çekildi ve bir geceden sonra yine tekrar etti gün. Gecenin sabahında, o gün, alnından öptü Ayşe’yi. Gözlerinden öptü sonra. Razıyım dedi senden Ayşe. Gözleri sulandı. Razı, razı, razı, diye tekrar etti Durmuş. Elini Ayşe’nin yüzüne getirdi. Maviden düşen bir denizi sildi.
_Tekrar ya, tekrar. Tekrar ya.
Dedi.