Bereket Efendi, ömrünü sonsuzluk iksiri için eksik olan bileşenin ne olduğunu aramakla geçirmişti. Atölye olarak kullandığı attar dükkânının arkasındaki odada bu mesleğin atası, piri Lokman Hekim hazretlerinin yolundan gidiyordu. Nebatatın dilinden anlar, envai çeşit otun dahi çiçeğin hangi amansız dertlere deva, hangi şerlere de kapı olduğunu iyi bilirdi. Öyle ya, bitkileri büyücülük, zehirleme gibi fena işler için kullanan insanlar da vardı. Amma bitkinin kıymetini bilmek gerek. Fena insanlara aldırmamalı. Herkesin tuttuğu bir yol var. Çalap kötülere fırsat vermesin. Bereket Efendi şifa için, iyilik için bu yola baş koymuştu. Allah’ın izniyle de nice hastanın sıhhatine vesile, derdine de derman olmuştu. Olmuştu olmasına amma Bereket Efendi de amansız bir derde tutulmuştu.
İlk başlarda pek ehemmiyeti yoktu. Hastalık derecesine varmazdı yani. Sonradan sonraya dermansız bir dert olup çıktı. Emindi. Sonsuzluk iksiri için gereken her şey tamamdı. Yaptığı birçok deney esnasında şifası bilinmez hastalıkların dermanını bulabilmiş, yalnız sonsuzluk iksirini tamamlayamamıştı. Bu durum onu gittikçe ümitsizliğe sevk ediyor, hastalık hâline gelmiş bu arayış ruhunu sömürüyordu.
Ancak, geçenlerde kulağına çalınanlar tekrar ümitlenmesine sebep oldu. Duyduğuna göre, Peder Damian sonsuzluk iksiri için gereken tüm bileşenlerin ne olduğunu biliyordu. Bereket efendi, ne zamandır Peder’e ulaşmayı ve sonsuzluk iksiri için eksik olan bileşenin ne olduğunu öğrenmeyi arzuluyordu. Bugün oldukça kararlı gözüküyor. Birkaç saattir, atölyesindeki sandalyede oturur vaziyette düşüncelere dalmıştı. Evet, dedi sonunda. Bu işi bu gece bitirecekti. Birden ayaklandı. Sonsuzluk iksirinin formülünün yazılı olduğu sahifeleri rulo hâline getirip tezgâhın altındaki gizli bölmeye koydu. Tezgâha şöyle bir göz gezdirdi. Her şey yerli yerindeydi. Atölyeden çıkarken kapının kilidini vurup anahtarı gömleğinin iç cebine koydu. Bu cebi kendisi dikmişti. Anahtarı nereye saklayabileceğini çok düşünmüş, yanında taşımaktan daha güvenli bir yol bulamamıştı. Askıda duran ceketini omzuna geçirip dükkândan ayrıldı.
Kimselere görünmeden kiliseye nasıl gideceğini düşünüyordu. Hızlı hızlı yürüyor, bir an önce Peder Damian ile görüşmek istiyordu. Ahaliden birinin kendisini görmemesi için dualar ederek, sağa sola bakınarak karanlığın içinde yürümeye devam etti.
Nihayet kiliseye vardığında etrafı kolaçan edip avlunun bulunduğu ana girişten geçti. Peder’in kilisede yalnız olmama ihtimali soğuk soğuk terlemesine sebep oluyordu. Kiliseye dikkatlice girdi. Soğuk gri taş kütlelerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bu yapı oldukça ürkütücü gözüküyordu. Mabet dediğin huzur verir, diye düşündü Bereket Efendi, bakışlarını tavanda sabitlemişken.
Biraz sonra Peder Damian elinde bir mumla çıkageldi. Mumun alevi hiç değilse ortama bir miktar sıcaklık katıyordu. “Hayrola Bereket Efendi? Hangi rüzgâr attı seni buraya?” diye sordu, elindeki mumu Bereket Efendi’nin yüzüne doğru tutarak.
“Hayır Papaz Efendi, hayır. Gel biraz oturalım. Seninle konuşmak istediğim bir mesele var.” Peder bu duruma oldukça şaşırmıştı. Ne Bereket Efendi ne de Müslüman ahaliden başka birinin adımları ulaşmazdı kiliseye. Bir İmam Hüsrev gelirdi. Bir ihtiyacınız, derdiniz, sıkıntınız var mı diye sorardı. Sağ olsundu. Ama Bereket Efendi’nin gelişi pek hayır gözükmüyordu. Böyle düşünüyordu Peder Damian.
Bereket Efendi söze nasıl başlayacağını epey düşündü. Bir aşağı bir yukarı git gel yaptı durdu. Peder Damian bu durumdan pek hoşlanmamıştı. Bereket Efendi buranın bir mabet olduğunu unutuyordu herhâlde. “Bereket Efendi, derdin neyse söyleyiver.” dedi sonunda. Bereket Efendi derin bir nefes aldıktan sonra nihayet durdu.
“Pek bir samimiyetimiz yok ama beni tanıyorsundur Papaz Efendi. Müslümanı, Hristiyanı, Zerdüştü olsun hepimiz birbirimizi tanırız ahali olarak. İyi günde dar günde hep birbirimizi gözettik…” Peder Damian sözün nereye gideceğini kestiremiyordu. Belli ki Bereket Efendi buraya bir şey istemeye gelmişti. Belki de bir şeyler…
“Ahaliye ne kadarı malumdur bilemiyorum ama benim yıllardır aradığım şeyin ne olduğu belki senin de kulağına çalınmıştır.” Peder Damian sözün nereye doğru gittiğini anlamıştı. Asıl endişesi bu iş için doğru adresin kendisi olduğunu Bereket Efendi’nin nasıl bildiğiydi.
“Sonsuzluk iksiri için gereken tüm bileşenleri buldum. Ama biri eksik! Duydum ki sen tüm bileşenleri biliyormuşsun.”
“Sonsuzluk iksiri mi?”
“Peder Efendi, boşuna bilmiyormuş gibi davranma. Ahali bire bin katar amma asılsız dedikodu etmez.”
“Bereket Efendi sonsuz bir hayatın arzulanacak bir şey olduğunu nereden biliyorsun? Ya sonsuz ızdırabı içinde barındırıyorsa?”
“Bunu denemeden bilemeyiz. Sonsuz ızdırap yahut sonsuz saadet!”
“Bereket Efendi, evet bu formül sonsuzluk iksirine ait bir formül. Ancak sonsuzluk iksirinin sana sıhhatli ve genç bir ömür bahşedeceğini nereden biliyorsun? Belki geçmişte bilinmeyen bir zamanda yaşayacaksın. Belki de bir ânın içinde sıkışıp kalacaksın. Ve bu ânın iyi bir ân mı yoksa sıkıntı veren bir ân mı olduğunu bilmiyoruz. Sonsuzluk fakat nasıl bir sonsuzluk? Ya payına kıyamete kadar keder dolu bir yaşam düşerse? Evet, bende formül var ancak daha önce hiç kimse bu formülü kullanmamış. Kullandıysa da buna dair elimizde hiçbir bilgi yok. Tanrı’nın gazabına uğramak istemiyorsan bu işten uzak dur derim.” Peder Damian cübbesinin içinden çıkardığı mendiliyle alnını sildi. Derdini anlatmak onu epey yormuştu.
Peder doğru söylüyor olabilir miydi? Gene de sonsuzluk düşüncesi içini kemiren bir kurt olmuştu adeta. Tüm riskler bir kenardaydı. Bu doğruydu. Peki, yine de denemeye değmez miydi? Geçen ömrü nasıl bir ömürdü zaten? Tüm ömrünü bu uğurda harcamamış mıydı? Ne kaybedeceğini düşündü tekrar ve tekrar. Sonunda kararını vermişti.
“Papaz Efendi, seni anlıyorum. Senin de beni anlamanı istiyorum. Bir ömür boyu bu iksiri elde etmeye çalıştım. Yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim. Buradan sonra geri dönemem. Lütfen. Eksik bileşenin ne olduğunu söyle bana.” Peder’in iflahı kesilmişti. Bereket Efendi’nin yüzüne şöyle bir baktı. Bu adama söz anlatmanın bir anlamı yok diye düşündü. Çoktan dönülmez bir yolun yolcusu olmuştu. Yolun başında nasılsa yolun sonunda da öyle olur insan, der ehli irfan. Hırs, Bereket Efendi’nin acele etmesine sebep olmuştu. Acaba talih, Bereket Efendi’nin hızını kesip hırsını hiç edecek miydi? Peder Damian bu konuda hüzünlü bir merak içindeydi.
“Pekâlâ. Ben vazifemi yerine getirdim. Uyarımı yaptım. Gerisi Allah’a kalmış.” Peder Damian, Bereket Efendi’ye beklemesini söyleyerek arkadaki odaya gitti. Duvar saatinin önünde durdu. Camekan şeklinde tasarlanmış duvar saatinin içinde taştan yontulmuş ufarak heykeller vardı. Camekanın kapağını açtı. Baykuş heykelinin ayaklarından birine bir rulo kâğıt sıkıştırılmıştı. İlk bakışta fark etmek oldukça zordu. Ancak dikkatli bir göz veya orada bir rulo olduğunu bilen biri onu fark edebilirdi. Peder hafif hareketlerle ruloyu aldıktan sonra gözlerini kapayıp istavroz çıkardı.
Bu sırada Bereket Efendi kilisenin içinde gezinmeye devam ediyordu. Peder döndüğünde istemeye istemeye ruloyu Bereket Efendi’ye uzattı. Bereket Efendi kâğıt rulosunu havada kaptı. Rulo kâğıdı açıp okuduğunda hayal kırıklığı, sevinç ve şaşkınlık duygularını bir arada hissetti. Minnet dolu bir ifadeyle Peder’i başıyla selamladıktan sonra kiliseden ayrıldı.
Gecenin daha da koyulaştığı bu vakitte kiliseye giderken olduğunun aksine pek dikkat etmeden hızlı hızlı yürüyordu Bereket Efendi. Ne sağa sola bakınıyor ne kimse var mı diye kontrol ediyordu.
Bereket Efendi dükkâna vardığında alelacele atölyeye gitti. Gömleğinin iç cebinden anahtarı çıkardı. Elleri titriyor gibiydi. Az kalsın düşürecekti anahtarı. Kapıyı açtıktan sonra içeriye girdi. Gizli bölmeye koyduğu kâğıt ruloyu yerinden alıp tezgâhın üzerine serdi. Peder Damian’ın verdiği ruloyu da onun üzerine. Karşıda duran raftan ölmez otu çiçeği, sarımsak, bal, Arabistan kirazı yağı, Acve hurması, çörek otu ve zencefil alarak kucağına doldurduktan sonra hepsini tezgâhın üzerine bıraktı. Peder’in verdiği kâğıda tekrar bir göz gezdirdi. Sonunda tekrar rafa gitti ve aradığını buldu. Bir ömür boyu aradığı hemen önünde miydi yani? Bereket Efendi tereddüt etmedi, formülde belirtilen tüm bileşenleri hazırladı ve havanda ezmeye başladı. En son balı ve Arabistan kirazı yağını da ekledikten sonra iyice karıştırdı. Karışımı küçük bir cam şişeye koydu. Elinde tuttuğu şişeye yıllardır izine rastlamadığı dostunu görmüş gibi bakıyordu. Ellerinin titremesi daha da artmıştı. Bismillah dedikten sonra şişeden bir yudum aldı.
Bereket Efendi dükkâna varır varmaz atölyeye yöneldi. Gömleğinin iç cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açması gerekiyordu ancak eli titriyor olacak az kalsın düşürüyordu onu. Nihayet kapıyı açıp içeri girince tezgâha doğru yürüdü. Aşağıdaki gizli bölmeden kâğıt ruloyu çıkardı. Önce kendi hazırladığı formülü, onun üzerine de Peder Damian’ın verdiği formülü serdi. Karşıdaki rafta Bereket Efendi’nin attar dükkanında bulunan tüm otun, yağın, baharatın, meyve tohumunun bir numunesi vardı. Raftan sırayla ölmez otu çiçeği, sarımsak, bal, Arabistan kirazı yağı -Sidre ağacı da derler-, Acve hurması, çörek otu ve zencefil alıp hepsini kucağına doldurdu. Tezgâha dönüp kucağındakileri bıraktı. Peder’in verdiği kâğıda tekrar bir göz gezdirdi. Sonrasında yine karşıdaki rafa gitti. Elini rafa doğru uzattı ve istediğini aldı. Yıllardır aradığı bileşen ona bu kadar yakın mıydı yani? Bereket Efendi şaşkınlığını çoktan üzerinden atmış olacak, dönüp tüm bileşenleri gereken sırayla havanda ezmeye başladı. Hepsini iyice ezdikten sonra Arabistan kirazı yağını ve balı da ekleyip karıştırdı. Karışımı küçük bir cam şişeye aktardı. Elindeki şişeye kendisine karşı çok dikkatli davranması gereken bir canlıymış gibi bakıyordu. Elleri daha çok titriyor gibiydi. Besmele çekip şişeden bir yudum aldı.
Bereket Efendi nihayet dükkâna vardığında atölyeye doğru hızlandı. Gömleğinin iç cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açmaya çalıştı. Sanki elleri titriyordu. Anahtarı düşürecekken son ânda tuttu. Sonunda kapıyı açabilmişti. İçeri girince soluğu tezgâhın önünde aldı. Daha önce koyduğu kâğıt ruloyu yerinden çıkardı. Masanın üzerine önce kendi formülünün yazılı olduğu ruloyu, onun üzerine de Peder Damian’ından aldığı formülü serdi. Karşıda çeşitli bitkilerin ve karışımların olduğu bir raf vardı. Rafa yönelip aldığı ölmez otu çiçeğini, sarımsağı, balı, Arabistan kirazı yağını, Acve hurmasını, çörek otu ve zencefili kucağına doldurdu. Dönüp kucağındakileri tezgâhın üstüne bıraktı. Peder’den aldığı kâğıda şöyle bir baktıktan sonra tekrar rafın önüne gitti. İstediğini hemen bulup aldı. Ömür boyu aradığı demek bu kadar göz önündeydi. Bereket Efendi hiç vakit kaybetmek istemiyor gibiydi. Tekrar tezgâha döndüğünde Arabistan kirazı yağı ve bal hariç tüm bileşenleri havanda ezmeye başladı. Yeterince ezdikten sonra onları da ekleyip iyice karıştırdı. Küçük bir cam şişeye hazırladığı karışımı dikkatlice döktü. Elinde daha önce hiç rastlanmamış bir maden cevher tutuyor gibiydi. Bereket Efendi’nin gözlerinden hızla geçen duygu selini takip etmek oldukça zordu. Ellerinin titremesi epey artmıştı. İçten bir bismillah ile şişeden bir yudum aldı.
Bereket Efendi…
1999 Gaziantep doğumlu. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde okuyor. Öyküleri matbu olarak Çâre, Aşkar, Berdücesi, Mostar ve Kayıp Kayıt; edebifikir ve daima edebiyat gibi matbu ve online dergilerde yayımlandı. İnceleme yazıları ise Hisdüşüm dergisinde ve kitaphaber.com'da yayımlandı.