Menu
SOKAĞIM KÖK SALDI
Öykü • SOKAĞIM KÖK SALDI

SOKAĞIM KÖK SALDI

Atkestanelerinin mevsimlerin farkında olmayan insanlara sonbaharı müjdelediği sakin bir sokakta büyüdüm. Sokağın bittiği yerde başlayan caddenin yoğun trafiğini bazen garip bir uyum, bazen de birbiriyle ilgisi olmayan iki dünya gibi algıladım hep. Bir yanda evimin bulunduğu güvenli sokak, birkaç metre ilerideyse her an her türlü tehlikeyle, yanılsamayla, güzel bir sürprizle, eski bir dostla, beklenmedik bir kazayla karşılaşabileceğim ve kuralı sadece koşturmak olan renkli bir cadde. Sanki bu metaforla zaman ve mekan kol kola girerek yaşamıma dair küçük bir başlangıç sundu bana. Caddeden iki tarafı atkestanesi ağaçlarıyla bezenmiş sokağımıza döndüğümde, tüm sıkıntılarımın yok olduğunu ve sonsuz bir huzurla dolduğumu hissederdim. Hayatımda sığınacak liman aradığım zamanlarda çözümü uzaklarda aramamamın sebebi bu olsa gerek.
Kuru gürültü ve sebepsiz koşturmaca caddesinin, anlamlı bir sessizliğe bürünmüş bu sokağa dönüşünün olması, zıtlıkların güzel uyumuydu. Sanki şehrin aşırı uçları o caddeyle sokağın birleştiği köşe başında törpülenirdi. O köşe başı dengenin merkeziydi. Bir adım ötede mecburiyetlerin beni iteklediği, geleceğime dair adımlara ev sahipliği yapan, bana hayatın kurallarını öğreten, bunu yaparken de illaki enerjimi sömüren ve türlü renklerden maskeleriyle her daim beni içine alan cadde; hemen arkamda ise üzerinde attığım her adımda nefes aldığım, dokunduğum her ağaçla köklendiğimi hissettiğim, var olduğumu hissettiğim şefkatli ve hüzünlü sokak.
Zaman içinde sokağımız bazen büyük bir susuzlukla aktı yoğunluk derecesini lunaparktaki sihirli aynaların belirlediği caddeye. Bazen de içine kapandı, caddeden gelen sarı kumları kırmızı devetüyü toprağına karıştırmamak için. Dünyanın en büyük setlerini inşa etti Zülkarneyn’i çağırarak yardıma. Sokağın bu tutarsızlığı korkutsa da beni, her yanım tuz küçücük bir gemiydim caddeye akan. Ve koca okyanus dalgaları hem tuzum, hem toprağım olmalıydı. Başımı göğe kaldırdığımda bin yıllık yıldızlar beni bin yıllık köklerime götürmek için göz kırpıyordu işte.
Hüznün asaletini bana sokağım öğretti. Her istediğimde devinimini kendim belirlediğim caddeye akabilme özgürlüğü ve güveniyle sevdim atkestanesi ağaçlarını. Hüzünlü bir sevişti benimkisi. Hani öyle amansız fırtınalar kopmazdı sokağımızda. Öğrenebileceğim şeyleri sessizce fısıldardı önce kulağıma o, sonra da kalbimi ellerime veriverirdi. Sebepsiz sorgulardan uzak bakardım aynaya. Her bakışta biraz daha büyümüş görürdüm kendimi. Caddenin keşmekeşinin ve sokağın hüznünün sunduğu öğrenmişlikleri avucumdaki kalbimden okurdum. Birbirine karışmazdı bu öğrenmişlikler; yazıların biri soldan sağa, diğeri sağdan sola anlam kazanırdı.
Köşe başında zaman bir helezon.. İlerlediğini düşündüğünde sarmalın gerileyen yüzüyle karşılaşıvermek yorardı insanı. Cadde, zamanla insanın ilerlediğini anlatan broşürler dağıtırdı misafirlerine. Sokağımsa bana ‘müjde’lerin suya atılan bir çakıl taşı olduğunu öğretirdi. Ona göre taşın etrafındaki daireler zamanla bozulur, müjdeden uzaklaştıkça gücünü kaybederdi. Cadde renkli bir işgal altındaydı. Sadece tüketerek ve tükettiklerinin etiketlerinden boynuna halkalar yaparak dik durabilirdi sahte bir gururla. Caddede atkestanesi ağaçları da yoktu dokunup var olduğumu hissedebileceğim. Cadde aynılaşmayı sunardı insanlara. Etiketler dağıtıp sınıflaşmayı öğretirdi. Buna rağmen cadde ‘var’dı ve ben olabilmenin bir parçasını saklardı içinde. Zorunlu bir yol, bir mayın tarlası, acımasız ve cimri bir öğretmendi cadde.
Ve ben atkestanesi ağaçlarının içime akıttığı derinlikle, caddenin manifestosu arasındaki var olma savaşını zengin bir uyuma bırakıyorum artık. Şehrin tek hakimi olduğunu zanneden mağrur caddenin ‘atkestanesi yenmez, zehirlidir’ küçümsemelerine sadece gülüyorum. Atkestaneleri pek çok hastalığın tedavisinde ilaç olarak kullanılır. Sokağımda hiçbir şey sebepsiz değildir. Ve ben olmanın verdiği huzur ve güvenle yürüyorum caddede. Doğru kullandığımda caddeye bile şifa olacak atkestaneleri cebimde. Gökyüzündeki bin yıllık yıldızlar hüzünle selamlıyor beni. Avuçlarımdaki kalbime bakıyorum. Özgürleşmek ve sımsıkı bağlanmak kavramları bir oluyor, soldan sağa, sağdan sola.. Aynı anlama bürünüyor. Özgürlük, ‘ben’ olmayı kısıtlayan engelleri aşabilmekse, ya da en azından bu engelleri aşabilecek cesarete sahip olmaksa, bana hüznün ve köklerin değerini öğreten sokağım, atkestanesi ağaçlarının iki yanını süslediği sokağım, özgürleştirmek için büyüttü beni. Ve özgürlük içimizdeki potansiyeli harekete geçirebilme gücüyse yine sokağım beni sağlam kalelerle korumaktan vazgeçmeden var olmanın, insan olmanın gerekliliklerinin içine, sınamalarla dolu koca okyanuslara bırakıverdi.

Diğer Yazıları