Arnavut-Sırp toplulukları arasında yıllarca süren anlaşmazlıklar sonucu Arnavutların Kaçanik’te Kosova’yı bağımsız devlet olarak ilan etmeleri ve UÇK birliğini kurmasıyla olaylar daha da alevlenir. 1998 sonlarında karşılıklı çatışmalarla başlayan olaylar savaşla sonuçlanır.
Aylarca Sırp zulmüne maruz kalan halk Sırplarla savaşmaya çalışır. Daha çok köylerde yaşanan bu olaylar yavaş yavaş kentlere yansımaya başlar. Olaylar kentlerde yaşayan Arnavut, Türk ve Boşnak toplulukları daha da endişeye iter, televizyonda ibretle izlediğimiz bu dehşeti yaşamak, bunlara tanık olmak zordu hepimiz için... Her gün yaşadığımız korku, ölümün bize adım adım yaklaştığını bilmek ister istemez psikolojimizi etkiliyordu.
Ebeveynlerimiz bizden daha zor durumdaydı. Bir yandan gördükleri, yaşadıkları, bir yandan da bizi düşünmeleri, korkuları onları yiyip bitiriyordu. Hepsi kendinden çok çocuklarını düşünüyordu. Biz ise her şeyin farkındaydık ama sonuçta çocuktuk ve her şeyi algılayamıyorduk, birçok şey de bizden saklanıyordu zaten... Genç ve yetişkin erkeklerin sokağa çıkmaları sakıncalıydı. Sırplar sokakta gördükleri sağlıklı erkekleri toplayıp toplu mezar kazmaları için görevlendiriyor ve birçoğu geri dönemiyordu. Bir taraftan savaş sürerken bir taraftan da devlet işlerinde çalışanlar işe gitmek mecburiyetindeydi. Çalışanların bir kısmı da iş yerinden Arnavutluk’a sürülüyordu. Fabrikalar çalışıyor, fabrikada çalışanların her birine birer güvenlik kartı veriliyordu. Erkekler sokağa çıkamıyor ya bodrumda ya da tavan arasında saklanmak zorunda kalıyorlardı. Çünkü Sırp askerleri evleri basıp erkekleri toplamaya başlamışlardı.
Tüm bunlar yaşanırken bir de karnımızı doyurma derdimiz vardı tabii ki. Belirli yerlerde (çoğunlukla devlet büfelerinde) ekmek kuyruğu vardı. Bu kuyruk sabahın dördünde başlıyor, kadın ve çocuklar sabahın erken saatlerinde 2-3 saat bu kuyrukta bekletiliyorlardı. Kuyrukta ayakta zor durabilen yaşlı amcalar ve teyzeler de vardı. Bir de işin ilginci, her zaman yediğimizden çok ekmek yiyorduk. Bu yaşadığımız stresten kaynaklanıyor olabilirdi. Hemen her gün sakinleştirici ilaçlar kullanılıyordu, o şartlarda ayakta durmak zordu. Sırp askerleri bizim mahallenin her iki tarafına barikat kurmuşlardı, bunlara aldırmıyor, bisiklet sürüyorduk. Çocuksu ruhumuzla oyuna dalıp yaşanan her şeyi birkaç saatliğine de olsa unutuyorduk. Saat altı sularında herkes evine çekiliyor, sokaklar boşalıyor, yine gecenin sonsuz karanlığı ağır bir yükle çöküyordu omuzlarımıza. Birbirimizden haber alamıyor, tüm iletişimimiz kesiliyordu. Akşam olur olmaz pencereler battaniyelerle örtülür, evdeki ışığın görünmemesi sağlanırdı. Her gece “acaba bu gece saldıracaklar mı?” diye bekleyen evin erkekleri bizi korumak için planlar yapmış evin belirli yerlerine bıçaklar, benzin şişeleri yerleştirmişlerdi. Arada sırada bizi gözetleyenlerin avlu duvarından baktığını görsek bile, bu ebeveynlerimiz tarafından inkâr ediliyordu. Akşamları genelde haber seyredildiği için sıkılıyor, biz de yaşadığımız olayları günlüğümüze aktarıyorduk.
Köylerde yaşanan katliamlardan kurtulanlar, kaçanlar ya kentlere sığınıyor ya da Arnavutluk, Makedonya, Türkiye’ye mülteci olarak sürülüyorlardı. NATO’nun bu katliamlara göz yummaması sonucu başlattığı bombardımanlar ve Sırbistan ile NATO arasında kalan biz... Sabahlara kadar uyumayan evin erkekleri her an Sırpların geri çekildiği haberini duymak için bekliyordu. Çoğu gece elbiselerle yatıyor, her zaman özel eşyalarımızı koyduğumuz çantalarımızı yanı başımızda tutuyorduk. Mahallemizde bulunan terziye ara sıra Sırp askerleri geliyor, askerlerin ellerinde özellikle tuttukları kanlı bıçakları görünce hepimiz evlere kaçıyorduk. NATO’nun bombaladığı yerler arasında kentimiz de vardı. Sırplara ait birçok kışla ve tarihi yer bombalanırken havada oluşan renk cümbüşünü seyrediyorduk battaniyelerin kenarından. Bazen bombaların etkisi bize de yansıyor, sallanıyorduk. Dürbünle savaş uçaklarını seyrediyor, onların bomba yerine barış topları attıklarını hayal ediyorduk.
Mahallemizde Türk, Arnavut olduğu gibi Sırplar da vardı. Hatta bizim yan komşumuz çatışmalar başladıktan itibaren oraya yerleşen bir Sırp polisiydi. İsterse her an bize zarar verebilir, bütün mahalleyi yok edebilirdi. Sonuçta mahallede olup bitenleri görebiliyordu. Sırplar tarafından her eve formalite nüfus sayımı yapılıyor, evde mülteci olup olmadığı araştırılıyordu. Üç ay süren bombardımanda Kosova’dan geri çekilmeyi kabul eden Sırbistan ve Sırplar, giderken bile halka zarar veriyor, evlere girip araba hırsızlığı yapıyorlardı. Geceleyin evleri gözetleyen askerler bizim eve girip arabayı almak istedikleri için mahallede bulunan Sırp polisi tarafından engelleniyordu. Ertesi sabah hepsi, çaldıkları ya da kendi arabalarıyla koloni halinde kentten uzaklaşıyordu.
Savaş bitmiş Sırplar çekilmişti ama geride yıllarca kapanamayacak kadar derin izler bırakmışlardı. O izler çocukların çocuk ruhuyla birlikte büyüdü ve o çocuklar ölünceye dek bu izler onlarla birlikte yaşayacaktı. Tek arzum ve tek ümidim bizim yaşadığımız acıları, korkuları başkaları çekmesin, çocuk yürekler üzülmesin...
Bizde bulunan izlerin bir çocuğun kalbine daha çizilmemesi dileğiyle...