Menu
SAÇ
Öykü • SAÇ

SAÇ

Gömmek istemiyordu aslında. Saçları gömmesinin iyi olacağını düşünmese böyle yapmazdı. Kapıdan girince, selvileri gördüğünde yine de gömmeyecekti. Yolun hemen başında sağ taraftaki küçük mezara baktı. Çok özlemişti torununu. Her zaman yaptığı gibi toprağını kokladı uzunca. Toprağı derince eşeleyip saçları bıraktı alel acele ve üstünü sıkıca örttü. Sonra hemen arkasındaki çeşmeden su doldurdu mavi ibriğe. Saçları suladı, büyüyecekmiş gibi…

Kalktı dizleri ağrımıştı hemen, oturacak bir şey getirseydim diye düşündü. Ellerini yıkamadı sadece üstünü silkeledi. Saçın, toprağın kokusu biraz daha kalsın istedi. Tırnaklarının arasında kalanlar bile rahatsız etmedi onu.

 Dalgındı, kızına ne diyeceğini düşünüyordu. Belki kızacak ama zamanla anlayacaktı. Giriş kapısındaki görevliye evinin yerini söyledi, en yakın dolmuşu sordu. Onu hastanenin önündeki durağa yönlendirdi. Kavşaktan zor geçersin birine söyle seni karşıya geçirsin diye de tembihledi.

Mezarlıktan yukarıya doğru yürümeye başladı. Adamın dediği kavşağa ulaştı. Trafik ışıkları yoktu. Geçmeye çekindi. Birilerine bakındı ama kimseye geçirin diyemedi. Herkesin acelesi vardı. Geçmeye niyetleniyor tam geçecekken bir araç sesi duyup geri çekiliyordu. 

Kızı işten dönüyordu. Yorulmuştu dur kalk yapmaktan. Korna çalan arabalar sinirini daha çok bozuyordu. Birden annesini gördü. Karşıya geçmeye çalıştığını anladı. Biraz ilerleyip dörtlülerini yaktı, arabayı sağa yanaştırdı. Annesini o sırada karşıya geçirdiler. Evden çıkacağını söylememişti şaşırdı, bir şey istese söylerdi. Koşarak annesine yetişti, yanındakilere teşekkür edip arabaya doğru götürdü.

Hayırdır anne bu saatte dışarıya çıkmazdın, bir şey mi lazım oldu diye sordu. Kadın başını camdan çevirmeden saçları gömdüğünü söyledi. Kızın gözleri kocaman açıldı. Bağırmaya başladı. Kadın kızına döndü, yüzüne dikti gözlerini, sesini duymuyor, şiddetle gerilen yüzünün kıvrımlarına bakıyor, direksiyonu sıkışını, vitesi sinirle kavrayışını fark ediyor ama sesini duyamıyordu. Suya dalmış gibi kulakları doluyordu. Sadece baloncuk sesleri… Ellerini sıkıştırıyordu, tırnaklarının arasındaki toprağı gördü kızı. Oğlunu okşamış gibi kıskandı annesini.

Onu ve gülen yüzünü görünce mutlu oluyorum. Terapistim değil de candan bir arkadaşım gibi. Kavgamızı anlattım, bu seferki çok ağırdı, ne desem susup sadece yüzüme bakıyor dedim. İstersen EMDR ile çalışalım hazır olduğunu düşünüyorum dedi. Kulağıma bir ses verecekmiş, ikimiz de seyirciymişiz. Sesler, görüntüler, kokular kesit kesit gelecekmiş, onları anlatacakmışım. Gözümü kapatıp hiç kıpırdamayacakmışım. Bazen vücudumda da bir şeyler hissedebilirmişim, onları da söyleyecekmişim.

Başlatıyor tik tak tik tak tik tak. Hızı 21, metronom gibi.

Çiftlikteyim. Doğayla iç içe büyüsün, hayvanları yerinde görsün diye götürmüştüm. Midilliler, tavuklar, horozlar, kazlar. Minik bir gölet var. Göletin kenarında salkım söğüt, dalları suya değiyor. Diğer kenarında salıncak da var. Sudaki gölgesi öyle güzel ki. Ama düşer diye korktuğum için onu bindirmiyorum. Kazlara doğru koşuyor, kazlar kendi boylarında birini alt edebileceklerini anlayınca, tıslamayla karşılık verip bir anda üstüne yürümeye başlıyorlar. Nasıl kapıp anneee diye çığlık atarak koştuğumu, günlerce eşimden dinliyorum kahkahalarla. Çok mutluyuz.

-Sırtım çok ağrıyor. Boynumda da ağırlık var.

Sabah gözlerimi ovuşturarak perdeyi açıyorum. Her yer bembeyaz. Uyanmış çoktan ama gelmemiş yanıma. Gülümsüyor. Bak kar diyorum camdan göstererek. Heyecanlanıyor. Kahvaltısını yaptırıp hemen indiriyorum bahçeye. Minik ellerini ellerimin arasına alıp önce ısıtıyor sonra kara bastırıyorum. Yüzünün hayretle açılmış kıvrımları, üşüyen öpmeye doyamadığım yanakları, soğuk havayla birleşen kokusu. Ağlamak geliyor içimden.

-Ellerim beton dökülmüş gibi. Kıpırdayamıyorum.

-Tamam biraz öyle kal, hisset, bir şey görürsen söyle.

Şimdi o ilk an var. Karnıma yatırdıkları bana gülümsediği o ilk an. Ağlamıyor bakıyor ve gülüyor. Hoş geldin sayıklamalarımın arasında yıldız gibi yanıp sönüyor. 

-Sıkışmış hissediyorum.

Lacivert bir gece var, dolunay ve boynuzları göğe uzanan bembeyaz bir geyik. Gece yoğun ve yapışkan bir sıvıya dönüşüyor, içindeyim ve beni yutuyor, geyiği bulmaya çalışıyorum. Bulamıyorum. Gece çok yoğun, aynı o zamanki gibi.

-Hangi zaman gibi, neyi hatırlattı, ne zaman böyle sıkışmıştın?

- Ameliyathane kapısında beklerken…

-Ayaklarım tutmuyor, canım acıyor.

-Çok iyi gidiyorsun devam et. 

-Bu neydi, yani geyik. Metafor mu? Neden böyle şeyler görüyorum? 

-Onlar yaşam kaynakların, evet metafor, zihnin böyle işliyor.

-Ne görüyorsun?

Arabada beraberiz. Dışarı çıkmışız, güzel vakit geçirmişiz. Uzun zamandır yol çalışması yapıyorlar. Yol ayrımını beton dubalarla ayırmışlar. Birkaç metre önceden yola ikaz levhaları konmuş. Bir minibüs son anda fark ediyor yolu kaçırdığını. Fren, abs, hava yastığı. Sonrası hastane, ambulans, kan kokusu… Kocam ve ben yaralanıyoruz. Oğlum…

Onu küçük bir battaniyeye sarmışlar, babasının kucağında. Her şey donuk. Hiçbir şey yaşamıyor, dünya durmuş, sadece o hayatta. Görmek istemiyorum, mezarına hiç gitmeyeceğim. Elimde ameliyat için kestikleri saçları var. Göğsüme doğru yaklaştıramıyorum, kokusu…

 Annem kocamı suçladığım için ondan boşandığımı sanıyor hâlbuki ben oğlumu unutmaya çalışıyorum. Ama kimseye anlatamıyorum. İçimde o gece var. O büyüyen ve beni boğan, nefes aldırmayan o gece. Geyiğim yok bulamıyorum. Onu kaybettim, sonsuza dek kaybettim. Oğlumu kaybettim. Hatırladığım her şeyden kaçmak istiyordum. Saçları koklarsam öleceğim sanmıştım. Ama saçlar beni hayata bağlayan ipliklerimmiş. Annem onları gömmüş. Hem de bana sormadan. Her zaman yaptığı gibi. Beni düşünerek. Benim için hep en iyisini düşünerek, en doğrusunu. Ama benim ne istediğimi hiç bilmeden sormadan. Nefret ediyorum ondan. Neden anlamaya çalışmıyor? Neden bir kez olsun ne istediğimi merak etmiyor. Bana çok yakışacağını söyleyip aldığı yeşil kıyafetler gibi. Saçlar, onunla son gerçek bağımdı.

Bir Cumartesi olmalı

Beraber alışveriş yapmıştınız. Kararsızlığın yüzünden birçok yer gezdiğiniz için keyifsiz. Sen onunla bir yerlere gittiğin için mutlusun. Metroya biniyorsunuz. İnsan kalabalığının içinde elinizdeki paketlerle güçlükle ayakta yer buluyorsunuz. Kızın tam karşında telefonuna bakıyor. Birden yanında pis bir soluk ve üzerine eğilen bir baskı hissediyorsun. Kızına seslenip yer değiştirmek istiyorsun onunla. O anlayana kadar pis soluk uzaklaşıyor. Kızın öfkeyle elindekileri alıyor. Kendini koruyamamana mı, onu kendine siper etmek istemene mi daha çok kızdı bilmiyorsun.

Bir Pazartesi olmalı

Komşunuz geliyor, yanında alnında kocaman bir morluk oluşmuş kızıyla. Kızın diyor, benimkinin kafasına şemsiyesiyle vurmuş. Sen öfkelenip adıyla seslenince, kendini odaya kilitleyip bağırıyor, bana ağzını eğerek bir şeyler söylüyordu, oh canıma değsin! diye…

Bir Pazar olmalı

Onu ilk kez öyle görüyorsun. Çaresiz, tükenmiş, enerjisi çekilmiş. Ellerinde saçlar var. Kara, parlak, taze saçlar. Sarılmak istiyorsun, duvar gibi. Kabullensin istiyorsun, kendi acını bastırarak, kulağındaki anneanne seslerini küçük gülüşleri…

Kabullensin, senin gibi. Küçükken burnunu sürterek, (tercih hakkı vermeyerek, istediklerini yapmayarak, bazen de tehditlerle) büyüdüğünde ısrarlarınla (ne kadar ısrar edersen o kadar direneceğini bilmeden) öğretmeye çalışıyorsun. Biraz sesi kısılsın, mücadelesi kesilsin ama o inatla öğrenmiyor, kabullenmiyor. Onu hiç anlamıyorsun, seni hiç anlamıyor. Gösteremediğin için, onu ne kadar sevdiğini bilmiyor.

O gün arabada ilk kez anladı. Kızının fevri ve dik başlı olduğunu düşünürdü. Oysa kendisinde olmayan ve onda fazlaca olan şey dirayetti. Ellerini sıkıştırmaya başladı, kızı daha sakindi, vitesi yumuşakça çekiyordu. Göz ucuyla kendisine baktığını hissetti. İkisi de suskun ve yorgundu. 

Anneme oğlumu nereye gömdüklerini sorduğumda çok heyecanlandı. Bunun bana iyi geleceğini düşünüyordu. Duygularını belli etmemeye çalışarak yerini tarif etti. Gidecek misin diye sormaya çekindi. Saçlarımı kısalttığımı bile anlamadı.

Kapıdan girince, selvileri gördüğümde yine de gömmeyecektim. Yolun hemen başında, sağ taraftaki küçük mezara baktım. Adını görünce başucuna çöktüm. Ellerimi toprağına daldırdım, başımı avcuma gömdüm kokladım, kokladım. Sonra derince eşeledim toprağı incitmekten çekinerek, kestirdiğim saçlarımı alel acele koyup sıkıca kapattım. Sonra hemen arkamdaki çeşmeden mavi ibriğe su doldurdum. Saçlarımı suladım, büyüyecekmiş gibi…


Ayşe

89’ da Bursa’da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Sosyoloji eğitimine devam etmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda 4-6 yaş öğretmeni olarak görev yapıyor ve Post Kitap’ta kısa inceleme yazıları yazıyor. 

Diğer Yazıları