Oraya gitti.
Zamanın içine.
Yirminci gidişiydi.
Şubattı.
Sabah. Sis, henüz dağılmadan... Gece soğukta donmuş karın kıtırtısı ses verirken. Ağaçtaki kuşun
ürküp salladığı daldan dökülen kar birikintisi, masanın üzerine düşmeden hemen önce. Çay bahçesinde
demir sandalyelerin üzerine birikmiş karın aldığı şekle bakarken dalıp gitmeden bir iki dakika öncesi.
Titreyen elleri, soğuğu üzerine çekerken. Donmuş zaman çözülmeye yeni başlamışken. Okula gidilen
saatler. O ân. İşte tam o ân.
Sabah yelinin ısıracağı yerlerini örttü. Üşüyecek zaman mı şimdi? Yeni bir gün başlıyor. Birazdan
buradan geçecek. Yılda bir kez. Yirminci kez geçecek. Yırtarak zamanı. Durdurarak. Şöyle bir bakıp
önünden geçecek. Bir yılı devirerek geçecek.
Yeni bir yıla taşıyarak onu. Uzaklaşacak. Akıp giden zamanın akışkan yerine dokunarak, sıkıca tutarak
askıya alacak. Bir ân. İşte o ân. İkiye bölünecek hayat. Tik taklar kesilecek bir anlığına. Donmuş
zamana bakacak. Öncenin ve sonranın arasına sokularak; biraz, bir nefeslik de olsa, o kısa ânı
köşelerinden tutup genişletmeye, sonsuz hâle getirmeye uğraşacak. Var gücüyle. Olmayacak tabii ki.
Dışarıdan genişlemeyecek. Belki. Biraz. İçeriden. Yatay değil dikey. Yetecek ona. İkisine de yetecek.
Bir yıllığına da olsa yetecek. Serinletecek. Zamanın içinde bulacak kendini. Yanından geçip giden
zamanı görecek. Görecek, bu kısacık durma ve yükselmeyle. Nehri seyredecek, biraz yükselerek.
Nehrin taşıdıklarını. Nehre düşmüş cam kırıklarını. Yüzen dilleri. Kulaç atan kuyrukları. Cesetleri.
Ölü yaprakları. Arkada kalan boşlukları. İplerin içinden geçen iğneleri. Çocukları sonra. Aralarına
girmeye çabalayan, ikisinin olmak isteyen çocukları. Bedeni gençleşecek nehre bakarken. Yirmi yıl
daha gençleşecek. İki kişilik bir şiir dökülecek dilinden. “Ne içindeyim zamanın.” Önce ve sonra
birbirine girecek. Olaylar, zaman tünelinden kopacak. “Ne de büsbütün dışında.” Mekânlar kendilerini
aşacak. Uzaklar kurtulacak yerlerinden. “Yekpare, geniş bir anın.” Uzaklar uçsuz bucaksız, düz, boş
bir araziyle iç içe geçecek. Zaman mekânın, mekân da zamanın içine sokulacak. “Parçalanmaz
akışında.” Nehre daha gür bakacaklar sonra. Birlikte. İkisi. Daha coşarak. Ama kısacık. Bütün
doğmamış çocuklar yanlarına toplanacak. Birlikte yapamadıkları bütün kahvaltılar toplanacak,
olmayan akşam yorgunu eve dönüşleri de. Hiç gerçekleşmemiş akşam gezmeleri, küçük sürprizleri,
tütmeyen buğusu çorbaların. Yanağına düşmüş kirpiği fark edişi. Yüzünden başlarmış ya eskimeye
insan. İkisinin de birikmiş bütün kırışıklıkları, bakış boşluklarını silecek. Tartışmaları, huzursuzlukları
dile gelmeden sönecek. Birbirlerine ulaşmayan bütün sesler toplanacak dudaklarında. Nehri kurutana
kadar yükselecek sesi ikisinin de. Yaşayamadıkları her şeyin adını anacaklar. Yüksek sesle. İçlerinde
biriken zehri dolduracaklar sözcüklere. Dişleriyle delecekler. Sözcükler zehir zemberek. Yorgun
gözlerle bakacaklar. Çok uzakları görecekler, kendilerinden taşarak. Sonra alev alacak bir köşesinden
o hiç yazılmayan mektup. Yazılmayan satırları mektubun, damlayacak gözlerinden. Sonra erimeye
başlayacaklar tırnak uçlarından. Yok olana ve nehre karışana değin. Sonra zaman, durduğu yerden
akmaya devam edecek. Her şey sıradanlaşacak.
Vakit tamam. Her yıl olduğu gibi. Sokağın ucuna odaklanıyor adam. Kadının paltosu yirmi yıl
öncesinin rengi. Mavi, sokağın ucundaki buğulu görüntünün içinde belirmeye başlıyor. Sokağın iki
yakası mavileşiyor. Balkondaki çivit mavisi saksının demirleri sokağa uzanıyor. Çiçeklerin
yapraklarındaki kar erimeye başlıyor. Sokağı kaplayan sis çekiliyor. Gökyüzü, binaların arasından gök
rengini uzatıyor o ân. Yanından geçen biri, gömleğinin yakasından yana kaymış camgöbeği renginde
kravatını düzeltiyor. Saçlarını geriye yaslıyor. Birazdan onu görüp gülümseyecek ve kararsızca biraz
bekleyecek adam. Yirmi yıldır aynı. Turkuaz mavisi eldivenlerini takarken biraz zaman kazanacak
kadın. Sonra bir kuş daha havalanacak ağaçtan. Ağaçlar ağaç, kuşlar kuş olacak o ân. Daldan
omuzlarına dökülen karla adam, irkilecek ama istifini bozmayacak. Yüzünde gezinen kelebeklerin
çırpınışlarını hissedene kadar gözünü ayırmadan bakmaya devam edecek. Gülümsemesine karşılık
vermeyi düşünürken etrafına bakmayı ihmal etmeyecek. Etrafındaki bütün renkler mavide toplanacak.
Denizler açılacak önünde. Gökyüzü omuzlarına kadar eğilecek. Göz göze gelecekler. Kadının
paltosuna daha diri bir mavi yürüyecek. Zaman mavide duracak. Son yirmi yıl mavide karışacak,
birbirine girecek. Şimdi eskiye, eski şu ân’a karışacak. Zaman donacak mavide. Bir ânda gençleşecek
adam. Gözleriyle hafif tebessüm edecek kadın. Kaşları birbirine yaklaşacak kısacık. Kaşlarının
arasından bir şelâle çağıldayacak gürültüyle. Bir kuş tüyü gelip alnına konacak adamın. Yumuşacık.
İkisi de oldukları yerde duracaklar. Adam, demir direğe tutunacak sonra. Düşmemek ve yaşlanmamak
için. Kadın, gözlerini önüne eğecek. Gözleri kaybolacak kadının. Vakit dolunca yürümeye başlayacak.
Her şeyi ardında bırakarak... Adam, bir türlü yazamadığı o mektubun cebinde olup olmadığını kontrol
edecekken yine vazgeçecek. Gençleşmiş dikkatle arkasından bakacak. Sokaktan çıkana kadar gözlerini
kırpmadan, kıpırdamadan bekleyecek. Kadın, sokağın ucunda tamamen yok olacak. Sokaktan geçip
gitmiş olacak kadın, ardında bir yıl daha bırakarak. Adam, o ân zamanın donmuş mavi renginden
başını çıkartacak. Belki nefes almak belki de gittiği yerden dönmek için. Yüzdüğü denizden çıkarken,
kıyıya çarparak parçalanan dalgaların tekdüze sesleri kesilecek o ân. Denizden bir parça gibi bardakta
duran mavi suya bakacak yoksul gözlerle.
Elinde purosuyla karşısındaki kapıdan yirmi yıl önce çıkan kahverengi paltolu adama dikkat
kesilecek. Purodan çıkan dumanın koyu mavi halkalarında kendini görecek. O kısacık ânda, kendisini
yavaş yavaş içine çeken girdabı anlar gibi olacak. Boş gözlerle bir süre daha mavi halkalardaki
hareketlenmeyi izleyecek. Gerçek hayata dönmekte, etini dilim dilim kesen makasa kendini uzatmakta
zorlanacak bu sefer de. Karın, fışkıran beyazlığında onu azarlayan sert cevaplardan kaçıracak yine
bakışlarını. Yanından bir karaltı gibi gelip geçen, sokaktaki bütün mavi renkleri uyandırarak geçmişe
doğru yürüyen kadının yürüdüğü yolu, baştanbaşa tekrar süzecek. Sokağın ucuna odaklanacak. Sonra
doğrulacak oturduğu yerden. Yirmi yıllık bir yolu yürümeye başlayacak. Her yıl olduğu gibi aynı
yollardan aynı dakikalarda geçecek, aynı noktalarda duracak. Kendini zamanın içinde hissettiği bu
anları doyasıya, acele etmeden yaşayacak. Dükkânların arasında, eskimiş bankta on beş dakika
oturacak ve yirmi yıl önce ne düşündüyse aynı düşünceleri, tutabildiği yerlerinden zihnine çağırarak
ilk günkü duygularını tazeleyecek. Rıhtımda mümkünse üşüyerek, önünden giden birini, takip
mesafesini koruyarak yürüyecek. Yürüdükçe ciğerleri açılacak, yine heyecandan eli ayağı birbirine
dolanacak. Belirlenmiş dakikada orada olmak için adımlarını hızlandıracak. Rıhtımın bitiminde şehri
yüksekten gören çay bahçesine yorgunluğuyla heyecanını saklayarak girecek. Çınarın dibine
götürdüğü iki sandalyeden birine oturup diğerine gelen çayı koyacak. Saklamaya çalıştığı sırrı çaycı,
her seferinde muzır bir gülümsemeyle anladığını belli ettiği gibi yine belli edecek. Yüzünde askıda
kalan tebessümle boşu alacak ve on dakika sonra sade kahve getireceğini söyleyecek yine. Adam
çınarın dibinde iki sandalyenin birinde oturarak her yıl olduğu gibi bu yıl da hayata yarım saat ara
verecek.
*
Şehirden ayrılmadan önce kıvrılan daracık yolda yürürken tıpkı ilk günkü gibi o şiir gelip dudaklarına
kondu. “Ne içindeyim zamanın, / Ne de büsbütün dışında; / Yekpare, geniş bir anın / Parçalanmaz
akışında.” Şiir tepesinden ayakuçlarına doğru akıyordu. Hangi mısraının hangi adımda söyleneceği,
nerede durup nereye bakılacağı belli olan bu seremonide, yıllardır değişen sadece etrafındaki
görüntüydü. Bu, geçmişle geleceği şimdide toplama gayretini bir mezarlık bekçisinden devraldığı
günden beri neredeyse yirmi yıldır, şiirin sesinden başka her şey değişmişti. Onun da zamanı anlamaya
dair tek alışkanlığı buydu. Son dörtlüğe başlamadan şehre şöyle bir baktı.
“Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.”
Biten şiiri yüzüne gözüne sürdü.
Çıktı içinden.
Yanından geliyordu. Zaman.
Biliyordu. Birazdan unutacaktı.
Bir yıl sonra tekrar hatırlamak üzere katlayıp cebine koyacaktı.
1979’da Balıkesir/İvrindi’de doğdu. İlköğrenimini Balıkesir’de, ortaöğretimini Bursa’datamamladı. Üniversiteyi Viyana’da okudu. Heceöykü, Dergâh, Post Öykü, Karabatak, İtibar, MahalleMektebi, Muhayyel, Magrib ve Melâmet dergilerinde öykü, deneme, röportaj ve soruşturmalarıyayımlandı. Viyana’da yaşadığı yıllarda arkadaşlarıyla birlikte Arz ve Magrib dergilerini çıkarttı.Melâmet dergisinde öykü editörlüğü yaptı. İlk kitabı, ‘Bekleme Salonu’ 2013 yılında HeceYayınları’ndan (İkinci baskı 2017 yılında Şule Yayınları’ndan), ikinci kitabı ‘Beni Hikâyeden Çıkart’ 2017yılında Şule Yayınları’ndan ve üçüncü Kitabı ‘Uzaklık Yaralar’ Pruva Yayınları’ndan çıktı. Kitaplarından‘Bekleme Salonu’ Arnavutçaya çevrildi. Ankara’da yaşıyor. Pruva Yayınları’nın kurgu editörlüğünüyürütüyor.