Koltuğundan kalktı. Her tarafı tutulmuştu. Uzun uzun gerindi. Sonra toplanmaya başladı. Yan masadan Necati başını uzatıp ne yaptığına baktı. “Nereye gidiyorsun? Saat daha üç bile olmadı.”
İstifini bozmadan toparlanmaya devam etti Ferhat. “Buradaki mesaimi doldurdum. Artık kariyerime başka bir yön vermenin zamanı geldi” dedi.
Necati bu sözlere o kadar şaştı ki az kalsın sandalyesinden düşecekti. “Ne, ne kariyeri?” diye kekeledi.
Ferhat, bir firmada muhasebe elemanı olarak çalışıyordu. Sabahları kurduğu alarmın ilk çalışıyla kalkar, tıraş olur, akşamdan özenle ütülenip asılmış kıyafetlerini giyer, saat sekiz buçukta evden çıkar, iki kilometre yürüyerek saat dokuzda, yani tam zamanında işe gelirdi. Köşedeki sokak poğaçacısından aldığı, biri peynirli biri patatesli poğaçasını, masasına serdiği kağıdın üzerinde, mutfaktan aldığı çayla birlikte yer, sonra işlerine gömülürdü.
O güne kadar kimse kendi işi dışında bir şeyle ilgilendiğini görmemişti. Gün içinde fazla konuşmaz, etliye sütlüye karışmaz, kimsenin arkasından konuşmaz, hiçbir konuda görüş belirtmezdi. Biri onun yanında diğer bir iş arkadaşı hakkında atar tutarsa, ne bu sözlere katılır ne de itiraz ederdi. Çarpma işlemindeki etkisiz eleman gibiydi. Varlığı da yokluğu da hiçbir şeyi değiştirmiyordu. İşte bu yüzden Necati, Ferhat’ın bir kariyer planı olmasına, aslında kariyer ile ilgili olmasına bile değil, bir planı olmasına hayret etmişti.
Ferhat özenle, çekmecedeki birkaç şahsi eşyasını çantasına yerleştirdi. Paltosunu aldı. Kapıya doğru yürüdü. Necati koşup önüne geçti.
“Dursana yahu? Nereye gidiyorsun?”
Ferhat’ın yüzünde alışılmışın dışında bir dinginlik vardı. “Ben artık hayalimin peşinden gitmeye karar verdim.”
Konuşulanlara kulak misafiri olan Feyza koşup geldi. “Ne oluyor?”
Ferhat, kendinden memnun açıkladı. “Artık sevdiğim işi yapacağım.”
Necati ile Feyza birbirine baktı. “Neymiş o?”
“Özlü söz söyleyeceğim artık. Siz modern zaman ozanı da diyebilirsiniz.”
Necati ile Feyza gülmeye başladı.
“Ya ne diyorsun abi, ateşin falan mı çıktı” diye sordu Feyza.
Ferhat ikisine de derin bir bakış attı.
“Bülbül olmayı seçmişsen dermanı yoktur derdinin” deyip yürüdü. Koridorda yürürken çıktığı kapıdan kahkahalar dışarı taşıyordu.
Ferhat özlü söz ustası olmayı çocukluğundan beri istemiyordu. Böyle bir mesleğin adını dahi duymamıştı ki zaten yoktu. Ama o gün, o karar anında, bunu yapmak istediğini yürekten hissetmişti. Sanki kalbine bir ilham doğmuştu. Karar vermiş, hemen ayağa kalkıp çantasını toplamaya başlamıştı.
İtiraf etmek gerekirse, geceleri dolaştığı Facebook sayfalarından okudukları dışında özlü sözlerle haşır neşir olmamıştı. Daha önce edebi bir metin de yazmamıştı. Ama şimdi kendisini bu iş için yaratılmış hissediyordu. Sadece nereden başlayacağını kestiremiyordu.
Eve giden yarım saatlik yolu yarım saatte aldı. Çantasını girişteki dolabın yanına koydu. Hafta içi bu saatte evde olmak tuhaftı. Ev hem onun için çok tanıdık hem de yabancıydı, senelerdir tanıdığı arkadaşının hiç bilmediği bir yönüne şahit olmuş gibi. Bu durumla ilgili bir özlü söz söylemek istedi. Gözlerini kapatıp bekledi. Ama ilham adına gelen giden yoktu. Eh, zamanla olacaktı. Biraz pratik yapınca…
Üstünü değiştirip kanepeye uzandı. Kendisine bir yol haritası hazırlaması gerekiyordu. Basamakları tek tek çıkmalı, yıllarca dilden dile dolaşacak özlü sözler söyleyerek kariyerini taçlandırmalıydı. Parlak geleceğini hayal ederken gülümsüyordu. Yıllardır böyle bir heyecan hissetmemişti. Ne var ki birazdan uykuya yenik düşüp horlamaya başladı.
Çalan telefonun sesiyle sıçradı. Akşam karanlığı çökmüştü. Üstü açık uyuyakaldığından üşümüştü. Uyuyanın üstüne kar yağar diye boşuna dememişti büyükler. Demişlerse bir hikmeti vardı, bir hikmeti olmasa zaten söylemezlerdi. Telefonu açtı. Abisinin sesini duyunca ne söyleyeceğini tahmin etti hemen. Şirketin patronu abisinin arkadaşıydı ve işe de abisinin ricası ile girmişti. “Sen napıyorsun Ferhat? İşi bırakmışsın.”
“Evet abi” dedi. “Sana o işi ayarlayacağım diye göbeğim çatladı. Ama sen ‘Hadi bana eyvallah’ deyip çıkıp gitmişsin.”
“Öyle oldu abi” dedi. “Söyleyeceğin başka bir şey yok mu?” “Yok abi.”
“Tüh Allah cezanı versin.” Telefon kapandı.
Umursamadı Ferhat, onu başarılarla dolu parlak bir gelecek bekliyordu. İçinden “Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verecek cevabım vardır ama bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adamı mı diye” sözü geçti.
*
İşi bırakalı bir ay 15 gün olmuştu. Ferhat mütemadiyen elinde kağıt kalem ilham gelmesini bekliyordu. Bu zamana kadar sadece bir söz yazabilmişti. Onun da pek özlü olduğu söylenemezdi.
“Bir kere yanılan bir daha denesin. Bir daha yanılırsa tekrar denesin. Tekrar yanılırsa gidip kaderine inlesin”
Özlü sözler için kafiye şarttı. Ama denesin sözcüğüne bir türlü anlamlı ve kafiyeli bir sözcük bulamamıştı. Morali bozulmuştu ama pes etmek istemiyordu. Buzdolabındaki sebzeler bitmiş, bakliyat dolabı boşalmış, konserveler de birkaç tane kalmıştı. Abisi bir daha arayıp sormamıştı ki Ferhat bunu yeğlerdi. Ablası bir iki defa uğrayıp yemek getirmiş, ne yapmayı düşündüğünü sormuş ama Ferhat’tan cevap alamamıştı. Kadıncağız kardeşinin delirdiğinden endişeli, gözü yaşlı evine dönmüştü.
Salonda volta atmaya başladı. Banka hesabında da para kalmamıştı neredeyse. İşte sanatın önündeki engeller diye düşündü. Sanatçıya destek yok ki. Aç karnına sanat olur mu? O esnada karnı guruldadı. Gerçekten açtı. Ablasına gitmeyi düşündü. Eniştesi aklına gelince vazgeçti. Bir yandan kocaman göbeğini kaşırken bir yandan da nasihat vermesi gözünde canlanmıştı. Buzdolabında kalmış iki parça peyniri kuru ekmeğin arasına koydu, bir de çay demledi. Kafiye düşünmeye devam etti. Düşündü, düşündü…
Artık açlığın ve umutsuzluğun sınırındayken, “Bu böyle olmayacak” deyip bilgisayarını açtı. Google’a özlü sözler yazıp arattı. Arama sonuçlarından 3. Linke tıkladı. İşte sayfalarca özlü söz gözünün önündeydi. “Hayat dibi delik bir matara gibidir, içsen de biter, içmesen de…” Hemen Facebook hesabını açıp ekledi. Altına adını yazmayı unutmadı. Ferhat Çölgeçer. Daha paylaşım yapmasının üstünden 10 sn geçmişti ki ilk beğeni geldi. Çayını tazeleyip mutfaktan dönene kadar beğeni sayısı 12 olmuştu. Ferhat doğru yolda olduğunu anlamıştı.
Başka sayfaları gezmeye başladı, “Şikayet ettiğin o hayat, belki de bir başkasının rüyasıdır.” Hımmm, bu çok güzel ama çok bilindik, bir iki kelimesini değiştireyim… “İstemediğin hayat başkasının özlemi olabilir”
Tecrübelerin iyi kararları, kötü kararların da tecrübeleri doğurur.
Başarının bir yolu yok ama başarısızlığın formülü herkesi memnun etmeye çalışmaktır.
Geleceği inşa etmek için elimde sadece bugün vardı.
Ferhat artık, Facebook, İnstagram, Twitter her mecradan paylaşım yapıyor altına da imzasını atmayı unutmuyordu. “Ferhat Çölgeçer Özlü Söz Yazarı” Beğeniler, rtler, yorumlar… Gördükçe daha mutlu oluyor, artık kitaplardan, filmlerden, internetten aldığı birçok sözü kendince uyarlıyordu.
Bir gün gelen kutusunda bir mesaj gördü. Ayşe Kara’dan gelmiş. Tanımıyordu. Merakla açtı.
“Merhaba Ferhat Bey, ben Çetele Yayınlarından Ayşe. Kişisel Gelişim alanında çalışan bir yayıneviyiz. Bir süredir sizin paylaşımlarınızı takip ediyorum. Bizim için bir kitap hazırlamaya ne dersiniz? İlgilenirseniz sizi yarın yayınevimize görüşmeye bekliyoruz.”
Hemen cevapladı Ferhat. “Merhaba Ayşe Hanım. Memnun olurum. Ben de artık çalışmalarımı kitaplaştırma zamanının geldiğini düşünüyordum. Boşuna dememişler ‘Siz bir yol seçerseniz, evren dileğinizi gerçekleştirmek için çalışmaya başlar’ diye. Eğer anlaşır da kitabı basarsak insanlarda önemli bir farkındalık oluşturacağını düşünüyorum, çünkü ben bu farkındalığa eriştim. ‘Bu dünyada görmek istediğin değişikliği kendinde başlat.’ Görüşmek dileğiyle.”
*
Ferhat 3. kitabının imza günü için fuar alanına geldi. Çetele Yayınlarından ilk kitabı basılalı bir yıl olmuştu. Kitap o kadar ilgi görmüştü ki ardı ardına 10 baskı yapmıştı. Tabi bunda kitap yayınlandığında yayınevinin ayarladığı birkaç röportaj da etkili olmuştu. Ferhat bir gün nasıl birden aydınlandığını, sıkıcı hayatından sıyrılıp farkındalığa ulaştığını, hakikati bulma yolunda ne acılar çektiğini anlatıyor, kendisini sultanlıktan vazgeçip aydınlanma yoluna giren bir derviş gibi satıyordu. Her sayfada bir özlü söz olan kitabın bu kadar ilgi görmesi Ferhat’ı bile başta şaşırttı ama çabuk uyum sağladı. Ardından 2 kitap daha geldi. Başka yayınevlerinden de teklifler vardı ama kendisini keşfeden yayınevine vefasızlık yapmak istemiyordu. Tabi telif oranını arttırmazlarsa durumu tekrar değerlendirebilirdi. Ne de olsa fazla fedakarlık fazla vefasızlık getirirdi. Evet, bunu 2. kitabının 32. sayfasında yazmıştı. İmza saati gelince masaya oturdu. Uzun bir kuyruk görünüyordu. İlk kitabı uzatan 25 yaşlarındaki genç kız, “Sizi çok takdir ediyorum. Hayat hikayeniz çok ilginç” diye cıvıldadı. Ferhat gülümsedi, “Siz de yapabilirsiniz sadece kendinize inanın” dedi. Kitabı alıp imzaladı. “Yüreğinin götürdüğü yere git. Ferhat Çölgeçer”
1978 yılında Eskişehir’de doğdu. Üniversite eğitimimi Anadolu Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü’nde tamamladı. Yeni Şafak gazetesinin kültür servisi, kitap ve pazar eklerinde muhabirlik yaptı. Uzun süre Pazar Eki’nin editörlüğünü üstlendi. Yeni Şafak gündem sayfalarında editörlük yaptı. Yeni Şafak gazetesi için “Biraz Muhabbet” başlığı altında haftalık röportajlar kaleme aldı. Bu röportajları “Zamanın Tanıkları” ve “Türkiye’de Din Algısı” isimleriyle kitaplaştı. 2016-2019 yılları arasında Gerçek Hayat dergisinin yayın koordinatörlüğünü yürüttü. Şu an TRT Haber kanalında görev yapıyor.