Dev bir kütüphaneye girdiğimi zannederdim, hudutlarından içeri girdiğimde. Dev bir kütüphaneydi burası. Zihnimde yer edinen ilk kütüphane. Üst üste, yan yana yüzlerce kitabın bulunduğu, rengârenk öyküleri içerisinde barındıran, uzun masalların yaşanmakta olduğu beni yetiştiren ilk kütüphanem. Öykülere, masallara ev sahipliği yapan bu kütüphane bana anne kucağı oldu. Öyküler ve masallar vardı bu kütüphanede. Ya çok uzundu yaşananlar masallar gibi, ya da kısa idiler öykülerde olduğu gibi. Ben de o öykülerin birinde yaşayan kahramanlardan birisiydim. Bu öykünün yaşandığı kitap müstakil bir kitaptı. Nezih bir ortamın sahibiydi. Diğerlerinde olduğu gibi başka bir kitabın altında ya da üstünde değildi. Bu kitabın komşuları sağında ve solunda ki kitaplardı.
Bu dev kütüphanenin ismi Taşkale Mahallesi idi. On yedi numaralı, önünde küçük bir bahçesi bulunan ve o bahçedeki erik ağacından düşerek bacağımı kırdığım, küçük ahşap ev idi benim de içerisinde barındığım öykünün yaşandığı kitap. Bu kitap yıllar boyu okudu beni, yıllar önceki ‘ben’i. Onlarca kitap vardı ve her kitapta yaşayan onlarca da öykü ve masal. Kimi evler üst üste konmuş kitapları andırırdı ve isimlerine apartman denirdi. Kimi evlerse bizimkisi gibi, iki katlı, ahşap, bahçeli evlerdi. Ne türden olursa olsun her evin içerisinde barınan bir öykü ya da masal vardı. Aslında her öykü dev bir masalı beslerdi koynunda. Her masal bir öykü olarak çıkardı yola. Öyküler ya öykü olarak kalır ya da masallara uzanan bir yola girerdi. Konusunu dertlerin, kederlerin, umut ve sevinçlerin oluşturduğu onlarca öykü, onlarca masal vardı bu mahallede. Apartmanlar masal yolundaki öykülerin önünü kesen şakilerdi.
Bu kütüphanedeki öykü ve masallardı ilk okumalarım. Tüm bu okumalar ilk ilham kaynağım oldu. Okumalarda okunduğum bu öykü ve masallar büyüttü küçüklüğümü, bu öykü ve masallar kapı araladı büyüklüğüme. Benim bir masalım olmadı, ben bir masala hiç konuk ol(a)madım. Öykümün bir masalın başlangıcı olmasını çok isterdim. İsterdim ki bir masala yol versin öykücüğüm. Olmadı. Benim öykümün de önünü kesti apartman denilen harami. Öykü apartmana girdi ve kapandı masal yolları. Zira dört duvar arasında sıkışıp kalamazdı engin masallar. Öykü tomurcukları bahçelerde gelişir, masallara doğru kök salardı. Bahçeler öyküleri besleyen sofra idiler. Masallar bahçelerde yol alırdı.
Benim öyküm de, evimizin önündeki bahçeden alıyordu gıdasını. Büyüyecek o da bir masala dâhil edecekti bizleri. Hiçbir zaman istemedim bir öykücüğe sıkışıp kalmayı. Ben büyüdüm, benimle birlikte öyküm de büyüdü o bahçede. Fakat ben o bahçede yaşayamadım ergenliğimi. Bunun yanında öyküm de ergen olup masallaşamadı. Üzerinden düşüp bacağımı kırdığımda ne çok kızmıştım o erik ağacına. Günlerce tekmelemiştim. Ama şu sıralar onu da çok özlüyorum.
Masallarında yaşayan eski dostlarıma gıpta ediyorum, imreniyorum. Benim gibi eriklerini manavdan almıyorlar ve erikleri hormonlu da değil. Onların hala evleri ahşap ve önünde bahçesi var. Yedikleri erikler de o bahçenin erikleri. Baharın geldiğini benim gibi haberlerden değil bahçelerinden öğreniyorlar. Şehrin çıldırtıcı ses kirliliğine maruz kalmıyor kulakları, bahçedeki kuş cıvıltıları konuk oluyor onların kulaklarına.
Masallaşamadık, masal olamadık. Zira artık o ahşap ev yok. Erik ağacımın evi olan bahçemiz de yok. Ne yazık ki bir apartmanın en üst dairesi evimiz ve dairemizin teras katına kovalarla taşıyarak oluşturduğumuz toprak birikintisi de bahçemiz(!) oldu