Menu
METRO
Öykü • METRO

METRO



Yaşlı  adam  metroya  bindiğinde  yorgundu. Oturacak  boş  yer  olmadığından  kapının  hemen  ağzında  ayakta  durdu. Aslında  çok  yürümemişti, evle  metro  istasyonu  arası  en  fazla  üç  dakika  ederdi  ama  yorulmuştu  işte. Bu  durum  o  kadar  ağırına  gidiyordu  ki... Eskiden  çok  hızlı  bir  hayat  yaşamış  olan  yılların  delikanlısı,  on  adımlık  mesafede  nefes  nefese  kalıyordu, sırf  bu  yüzden  evden  çıkmamaya  gayret  ediyordu. Yaşlanmıştı  artık  ve  yaşlılığı  kabullenmek  yaşlanmış  olmaktan  daha  zordu. Aynaya  bakmak  istemiyordu, formunu  korumak  için  çok  uğraşsa  da  bedeni  yılların  ağırlığını  taşımaktan  hayli  yıpranmıştı. Eskiden  beri  giyim  kuşamına  çok  dikkat  ederdi, son  yıllarda  ise  daha  bir  özenir  olmuştu  kıyafetlerine. Çok  abartılı  olmasa  da  spor  giyinmeye  çalışıyor, bedeninin  sarkan  kısımlarını  kamufle  etmek  için  çok  uğraşıyordu. Bugün  de  öyle  yapmıştı, şık  bir  kot  pantolon  ve  göbeğini  saklayan  bol  bir  eşofman  üstü ,fermuarını  boğazına  kadar  çekerek  katmerleşmiş  boynunu  gizleyebilmişti, vardı  üzerinde. Spor  bir  şapkatakmayı  da ihmal  etmemişti. Uzun  boyu  sayesinde  dinç  görünüyordu, uzaktan  bakıldığında  yaşını  pek  göstermiyordu. Ayakta  kalmasının  nedeni  belki  de  buydu. Gençlerin  yüzlerine  daha  uzun  bakarak  etrafına  göz  gezdirdi. Umursamaz  bir  ifade  takınsa  da  birinin  yer  vermesine  çok  ihtiyacı  vardı, metro  çıkışındaki  merdivenler  zaten  gözünde  büyüyordu. Hiç  kimseden  böylebir  lütuf  gelmeyince  başını  önüne  eğdi.

Genç  kız  her  zaman  olduğu  gibi  burnunu  cama  yapıştırmıştı. Pencere  kenarında  boş  yer  olursa  otururdu  yoksa  ayakta  gitmeyi  tercih  ederdi. Metro  yerin  altında  olduğundan  pencereden  bir  şey  gördüğü  yoktu  ama  illa  ki  cama  yakın  olmak  istiyordu,  bunun  anlamsızlığının  farkındaydı. Aslında  bunun  nedeni  haddinden  fazla  çekingen  oluşundandı. Zatenilginç  bir  yaradılışı  vardı. İnsanlardan  korku  derecesinde  çekinirdi, yüzlerine  özellikle  gözlerine  bakamazdı. Çok  yakınları  bundan  müstesnaydı  ama  onlarla  bile  olması  gerekenin  çok  dışında  bir  ilişkisi  vardı. İnsanların  onunhakkında  ne  düşündüklerini  çok  merak  ederdi  ve  kötü  düşünmelerinden,  eleştirmelerinden  çok  korkardı. Bunlar  hiç  tanımadığı,  bir  daha  görmeyeceği  insanlar  bile  olsa  bu  hissin  önüne  geçemiyordu. Halinde  tavrında  sürekli  bir  mahcubiyet  olurdu. Sadece  kötü  düşünmelerinden  değil  onları  kırmaktan  da  mümkün  olduğunca  kaçınırdı. Birçok  insana  gayet  normal  gelen  şeyler  onun  benliğinde  çok  kuvvetli  yankı  bulurdu. Yolda  yürürken, alışveriş  yaparken, insanlarla  konuşurken  hep  tedirgindi. Belki  çocuğunu  çok  seven  ama  onu  incitmekten  korkup  dokunamayan  hastalıklı  bir  anne  gibi. İnsanlara  yardım  etmeyi, onlarla  iyi  ilişkiler  kurmayı  çok  istiyordu  ama  yanlış  bir  şey  yapmaktan  o  kadar  korkuyordu  ki  tüm  girişimleri  düşünce  aşamasında  kalıyordu. Onlara  zararının  dokunmamasının  tek  yolu  onlara  hiç  bir  şekilde  dokunmamaktı, maddi  ve manevi  yönden. Belki  de  bu  kadar  çekingen  olmamalıydı, kendine  biraz  güvenmeliydi, düşüncelerini  harekete  çevirmeliydi. Dünyanın  en  güzel  resimlerini  yapan  ama  beğenilmeyeceği  endişesiyle  kimseye  göstermeyen  bir  ressamın,  insanların  gözünde  ne  değeri  olabilirdi  ki? Hem  bu  tavrı  bilseler  belki  deli  olduğunu  bile  düşünebilirlerdi. Kız  da  öyleydi  işte. Ailesi  de  dahil  olmaküzere  herkes  onun  normalin  dışında ,tanımayanlar  direkt  anormal, olduğunu  söylerdi. Yolda  bile  adam  gibi  yürüyemeyen  bir  insandı  onlara  göre. Genelde  kaldırımın  en  ucundan , duvarlara  sürtünerek  ya  da  yola  inerek  kenardan  yürürdü. İnsanlarla  göz  göze  gelmekten, onlara  çarpmaktan  fazlasıyla  çekinirdi. Sürekli  kendini  kastığından  omuzları  bile  iyice  düşmüş  hastalıklı  bir  tipe  bürünmüştü.

Bugün  de  farklı  değildi. Camdan  gözünü  ayırabildiği  bir  arada  biraz  ilerisinde  ayakta  duran  yaşlı  adamı  fark  etmişti. Ona  yer  vermek  için  dayanılmaz  bir  istek  duymasına  karşın  adama  seslenemiyordu. Göz  göze  gelse  işaret  edebilirdi  belki  ama  adam  kafasını  yere  eğmiş  kaldırmak  bilmiyordu. Yanlış  anlaşılacağından  korkarak  gözlerini  adama  dikip  sürekli  de  bakamıyordu. Kaçamak  bakışlarla  adamın  gözlerini  yakalayabilmek  için  çok  uğraştı  ama  olmadı. Adam  da  içinde  bulunduğu  hale  üzüldüğünden  yorgunluğunu  unutmuş  hayallere  dalmıştı. Eski  günlere  dönmüş, hızla  geçen  yılları  gözlerinin  önünden  geçiriyordu, bu  arada  gözlerini  yere, ayaklarının  ucuna  dikmiş  kaldırmak  bilmiyordu. Kızılay  istasyonuna  geldiğinde  metroda  tam  bir  hareketlenme  oldu. Adam  inmesi  gerektiğini  hatırladı  ve  kendini  kapıdan  son  anda  dışarı  attı. Kız  adamın  arkasından  hüzünle  baktı, yine  bir  yardım  girişimi  başarısızca  sonuçlanmıştı. Birbirine  taban  tabana  zıt  olan  ama  o  an  için  birbirlerine  mutlak  ihtiyaç  duyan  gözler  birbirini  bulamamıştı. Adam  yürüyen  merdivene  ağır  adımlarla  ilerlerken  kız  burnunu  yine  cama  yapıştırmış  karanlığa  bakıyordu.

Diğer Yazıları