Bu bahçeye kapak attığım çok iyi oldu. Binanın tadilatı da henüz bitmedi ama. İçeride şimdilik 7-8 öğretmen çalışıyor. İnşaat işinde çalışanları saymıyorum. Onların çok bir getirisi yok. Hani içerideki öğretmenlerin de pek yok ya! Kendi çaylarını kendileri demliyorlar. Benim yaptığım çayın içimini tutar mı hiç! Başlarındaki şube müdürüyle iyi geçinmem gerek. Bu şube müdürü de kendisini birinci dereceden Genel Müdür sanıyor, kıl oluyorum amma ne edem!..
Yeni bir söylenti dolaşıyor. Buralara yakın bir yerlerde çalışan 70-80 öğretmen varmış. Bu öğretmenleri, tadilat tamamlandıktan sonra bu binaya taşıyacaklarmış. Hele o günleri de görseydim hayırlısıyla. Bizim hanımı artık buralarda süründürmezdim. Ben mahvoldum, o da benimle birlikte simit tezgahının başında mahvoldu. Kar demedi, kış demedi, sürünüp gitti garibim. Hey büyük Allah’ım, ahdim var. Hemencecik şu köşeye bir büfe açacağım. Hanımı da tezgâhın başına geçireceğim. Kışın da üşümeyecek. Elektrikli ısıtıcıyla ayaklarını ısıtacak. Hele bir bakalım. Oğlanın da düğününü yaptık ya. Gerçi taksitleri tam bitmedi ama, olsun. Şimdi bir de ayağımı yerden kesecek ufak boylu bir araba alabilseydim. O da olacak inşallah!..
Yaz olmasına rağmen işler iyi gidiyor. Ama ben pek çaktırmıyorum. Bu yeni gelen öğretmenler de pek saf hani. “Mahvolduk Hocam!” diyorum, gülüyorlar bana. Ben de zaten gülsünler diye söylüyorum. Hoşlarına gidiyor böyle konuşmam. Çay yetiştiremiyorum. Bahçe, çay bahçesine döndü. Bir taraftan da korkmuyor değilim hani. Çekemeyenlerim çok. Ah bir büfem olsaydı! Ben o zaman gösterirdim o çekemeyenlere. Şikâyet ediyorlar. Tabi benim gibi satışları yok. Satıcılıkları da yok heriflerin. Müşteri beni istiyor. Anlayacaksın müşterinin dilinden. Mesele sadece çay yapmak değil ki. Yaptığın çayı satabilmek de önemli.
Bakın size birkaç tüyo vereyim bu konuda:
Mesela müşteri, bir çay mı istedi. “Bin çay mı hocam? Hemen hocam, bin çay geldi hocam” diyeceksin. Bitiyorlar benim bu sözüme.
Başka bir örnek: Aynı kelimeyi tekrar edeceksin. “Mahvolduk!” gibi.
Onlar:
“Kirvem, ‘mahvolduk’ diye diye mahvolacaksın, haa-haa-haa!” diye gülecekler. Sen “Dalım kırıldı hocam, dikine duramirim, mahvolduk!” diyeceksin, onlar: “Haa-haa-haa” diye gülecekler.
Gülün bakalım gülün! Siz de çalıştığınızı mı sanıyorsunuz?! Sizin gibi masabaşı oturgaçlı bir işim olsaydı, yüce Rabbimden daha ne isterdim ki… Sabahın beşinde kalk. Motora bin, hanımı arkana al. Soğuğu rüzgarı ye. Niye? Üç kuruş için. Hepsinin arabası var. Haa bir de muavinlik yapmaz mıyım beyefendilere. Özellikle bayan şoförler, ya sağa bakarlar, ya sola. İki tarafı aynı anda kontrol edemezler. Ben muavinlik yapmasam ne olurdu hâlleri!..
Ben de neler söylüyorum böyle. Onlar benim müşterilerim. Velinimetim. Gelecekteki büfemin teminatı her an paraya çevrilebilir banka teminatlı çeklerim…
Bugünlerde iyi para kazanıyorum. Bahçede kırmızı renk bir Lada var. Gözüme ilişip duruyor. Satılığa çıkarmış sahibi. 4-5 bin diyor fiyatına ya. Anlaşabilirsek kış gelmeden motordan kurtulabilirdim. İki bin peşin versem gerisini 500 500 taksitle öderdim. Benden iyi müşteri mi bulacak. Kim verir bu kadar parayı Ladaya. Bakalım hele bir. Çocuk da hasta bugünlerde. Zayıf bunlar zayıf. Pek dayanıksızlar. Çalışmaya, az biraz ağıra gelemiyorlar. Zamane yetişmeleri, zorluk görmediler bizim gibi. Hepsini ben düşüneceğim. Aha ben de dikine duramirim. Mahvolduk!
En sonunda arabayı da aldık. Söylediğim gibi önden iki bin peşin verdim. Kalanları beş beş ödeyeceğim. İşler böyle oldukça iki ayda da öderim hepsini. Hanım biraz cazgırlandı ama sabahları arabanın ön koltuğuna oturdu mu keyfi yerine geliyor. Bir de kaloriferi yaktım mı fırın gibi oluyor arabanın içerisi. Allah’ıma çok şükür. İnşallah büfeyi de açacağım.
Öğretmenler beni çok seviyor. Boş kaldığımda öğretmenlerin çalışma odalarına şöyle bir görünüyorum, görünmem yetiyor zaten. Hemen “Kirvem bir çay getir” diyorlar. Bir değil, on tane götürüyorum. Çayımın tadını biliyorlar. Götürdüğüm bardakların hepsi de bitiyor. Bazen yetmiyor bile. Dedim ya! Çayı hem yapmasını, hem satmasını bileceksin. Esnaflık kolay mı ya! Müşteriyi tutacaksın. Anlamak lazım müşterinin dilinden… Gerçi dün; “Ya, bu Kirvem de abarttı, istemedikçe çay getiriyor, almazsak da ayıp olacak.” diye konuştuklarına kulak misafiri oldum. Üzülmedim desem yalan olur. Nerden bulacaklar benim gibi esnafı. Hem güldüreceksin, hem çaylarını yapacaksın. Hem de çayın mohkemini. Hani aralarından bazıları benim, “mahvolduk!” sözümü “şükürsüzlük” olarak düşünüyorlar ama, olur mu öyle şey?! Nimetin nasıl kazanıldığını bir ben bilirim, bir de benim hatun. Şükrolsun elbette. Benim derdim şükürsüzlük değil, müşteri memnuniyeti. Yani suratı sirke satan bir çaycı mı olsaydım?! Öylesi ocak batırır. Ama çok görmüyorum, bunlar memur takımı. Alışmışlar aydan aya gelen paraya. Kriz olsa da, hükümet devrilse de kimin umurunda. Ay başı geldi mi tıkır tıkır maaşlarını alıyorlar. Müşteri memnuniyeti diye bir endişeleri de yok. Oh, gel keyfim gel!!! Dışarıdan davulun sesi hoş gelir tabi.
Neyse bak yine ileri gittim. Adamlar haksız da sayılmazlar. Biliyorum, beni çok seviyorlar, belki de bunun için, sırf beni kırmamak için getirdiğim çayı reddetmiyorlar. Galiba en iyisi çay satışını artırmanın başka yöntemlerini bulmak.
Bazen merkez binadan büyükler geliyor. Büyük dedimse 2. dereceden şube müdürleri felan. Toplantı yapıyorlar. Bu toplantılarda ne konuşurlar, ne yaparlar, ne kararlar alırlar bilmem amma bol bol çay içiyorlar. İşin fenası, bazen bizim çaylara hiç kimse sahip çıkmıyor. Yani kim içtiye gidiyor bizim çaylar. Ama ben akıllı adamım, ses etmiyorum pek bu durumlarda. Maslahatçı olmak lazım… Tezgah bahçede. Hani “Çık!” deseler, “Çıkmam!” diyemem. Büfe de hayal olur gider.
Şimdi artık çayları bardaklara doldurup götürmüyorum. Çaydanlıkla çıkıyorum. Sanki daha iyi oldu. Dedim ya, maksat müşteri memnuniyeti.
Geçen gün, oturduğumuz mahallede benim arabanın iki tekerini bıçakla kesmişler. Yeni de almıştım. Hocalara söyledim. Nasıl üzüldüler. Bu sefer de onların bu kadar fazla üzülmelerine ben üzüldüm. Kızdım kendi kendime, müşterilerimi üzdüğüm için.
Beni ne çok seviyorlar!.. Hangi hocaya anlattıysam: “Yapma ya! Nasıl oldu bu iş? Hele …….. yaptığı işe bak. Kirvem, sana nazar değdi. Bak mahvolduk diye diye bu hâle geldin.” gibilerinden sözler sarf ettiler. Aslında haksız da sayılmazlar. Nazar da değmiş olabilir. Çekemeyenim çok. Düşmanlarım da yapmış olabilir bu işi. Kimbilir?.. Lastikleri de yeni almıştım. 310 lira para vermiştim. Arabanın daha üç taksidi var. Çocuğun düğün masraflarının taksitleri de henüz bitmedi. Mahvolduk…
Dün gece, iş tezgâhımdan dört çaydanlığımı da çalmışlar. Tüpe dokunmamışlar. Şimdi ben ne yaparım. Taksitler duruyor. Arabaya iki yeni lastik daha aldım. Mahvolduk. Dalım da iyice tutmaz oldu, soğuktan mıdır nedir? Belimde bir ağrı var, hep aynı yerde, çakmışlar gibi oraya sanki.
Yeni çaydanlık takımı aldım. Bir de çay ocağı. 500 lira harcadım. Havalar da iyice soğdu. Dikine duramirim artık. Hocalar, “Dinlen biraz” diyorlar. “Kendini yorma bu kadar” diyorlar. Tabi, biliyorlar kıymetimi. Ben olmasam işleri küllük. Kim yapacak çaylarını? Kim güldürecek onları?
Beni seviyorlar. Onların bir parçası oldum artık. İyice mohkemleşti ilişkilerimiz…
Kendime geldiğimde küçük, dört kişilik bir hastane odasında olduğumu anladım. On gündür bu hastanede yatıyormuşum. Serum takmışlar. Dikine duramirim. Hanım anlattı her şeyi. Hatırladığım, bahçe buzluydu. Elimde çay tepsisi hocalarıma çay götürüyordum. Ayağım kaydı. Düşmüşüm. Gerisini hatırlamıyorum... Benim oğlan simit tezgâhının başındaymış. Hocalar mutfaklarına çay tezgâhı kurmuşlar. Mahvolduk!..