Menu
KUZU KUZU GİDERİM
Öykü • KUZU KUZU GİDERİM

KUZU KUZU GİDERİM

Kuzu gibi giderim. Bana yakışan budur. Daha fazla bekleyemem. Beklersem, benim için iyi olmaz. Ben gitmeden onlar gelirse ayıp olur. İtibarım zedelenir. Hiç yoktan halkın gündemini meşgul etmiş olurum. Kahrolurum!

Varsayalım şimdi kapı çalındı. Heyecanla koştum, açtım kapıyı.

“Sen gelmeyince biz geldik. Nerelerdesin bu güne kadar?” dediler.

Ne diyeceğim?

“Vallahi kuzu gibi gelecektim, işte kapının arkasında duran valizim”

Yalan değil, valizim altı aydır kapının arkasında hazır bekliyor.

“Aç bakalım şunu, içini bir görelim”

Çok mantıklı bir istekte bulundular. Çünkü dış güzellik değil, iç güzellik önemlidir. Valizin içindekiler dağılmasın diye itinayla açarım. Onlar da itinayla karıştırır.

“Hafta sonu turlarına mı katılacaksın birader? İki adet don koymuşsun buraya”

Mualla’nın gözlerine bakarım. Mualla’ya bakmayacağım da kime bakacağım. O, benim karım.

“Mualla, ben sana iki don demedim ki. İki don, ilk güne yetmez!”

Mualla’nın ne diyeceğini biliyorum.

“Hayrullah, evde yeteri kadar don var”

Bu saatten sonra valize don takviyesi yapmanın bir yararı olmaz. Aslında suçlu benim. Sorup soruşturduktan sonra yanıma kaç don almam gerektiğini aşağı yukarı hesaplayıp Mualla’ya söylemem gerekirdi. Neyse, olan oldu artık. Ben, sorumluluğunun bilincinde bir insanım. Kendimi doğru anlatmalıyım.

“Her gün, sabahın köründe kalkıp gün ışıyana kadar kuzu gibi sizi bekledim. Bu nedenle, çok defa işime geç kaldım. Çalıştığım yere telefon açıp sorabilirsiniz”

“Hayrullah Bey, biz sütçü değiliz. İşte bu dedikodular yüzünden sahur vakti rahatsız ettik sizi”

Sahur için bir hazırlığımız da yok ama… İki yumurta fazla kırarız artık.

“Estağfurullah. Gelmekle ne iyi ettiniz”

“Asıl konuya geçelim. Bizi beklediğinize nasıl inanacağız? Varsa kamera kayıtlarını gösterin lütfen”

“Evin içerisine kamera yerleştirme fikrime Mualla karşı çıktı. Neymiş efendim, olur olmaz zamanda göbeğimi kaşıyormuşum. Bu hareketim saygısızlık olarak algılanırmış. Bu nedenle, sabah saat altı’da, elimde valiz, kapının önünde kuzu gibi beklerken kaydedilmiş bir tek görüntüm yok. Çok üzgünüm”

Mualla, imdadıma Hızır gibi yetişir. Çantasından cep telefonunu çıkartır. Beni de şaşırtır.

“Şu video kaydına bakın. Elinde valiz, Hayrullah sizi kuzu gibi bekliyor. Hem de sabah, saat tam altı”

Melahat’ın elinden telefonu kibarca alıp bakarlar. İki kişinin, aynı anda, aynı soruyu sorması anlamlıdır.

“Hayrullah Bey, bu siz misiniz?”

Benim yerimde kim olsa heyecanlanır. Eğer, elinde valiz kapıda bekleyen şahsı tanımadıysa… Ben, Noel Baba kıyafetini ne zaman giydim, o sakalı ne zaman taktım? Bunlar cevap bekleyen sorular. Bu sırada, Mualla neden ortalıkta yoktur anlayamam. Cevap vermekte gecikmemeliyim.

“Evet benim. Yeni yılın ilk günü, sabaha karşı sizi beklerken…”

“Bunu bizim külahımıza anlat. Bu evde barınan üçüncü şahıs kim?

Ben bu soruya cevap ararken, Mualla elinde Noel Baba elbisesiyle yan odadan çıkar gelir.

“İşte Hayrullah’ın o gece giydiği elbise”

“İki adet don ve bir Noel Baba elbisesini biz teslim alalım. Çünkü delilleri karartma ihtimaliniz var”

Hem Mualla, hem ben şaşırırız. Ağlamaklı oluruz. Mualla, daha fazla kendini tutamaz ve ağlamaya başlar. Arkasından da ben…

“Tamam, tamam, size inandık. Çünkü çok güzel ağladığınız”

Bir “Oh” çekip, rahatlarız. Daha doğrusu rahatladığımızı zannederiz.

“Hayrullah Bey, aslında bizim geliş nedenimiz farklı. Telefon kullandığınız halde neden dinlemeye takılmadığınızı merak ettik”

Eyvah! Eyvah! İşte şimdi yandık.

“Biz elimizden geleni yaptık, yapıyoruz. Aramızda hep şifreli konuşuyoruz. Buna rağmen, neden şüphe çekmedik anlayamadım doğrusu. Sizin aletlerde bir arıza olmasın?”

“Aletlerimiz, AB standartlarına uygundur beyefendi”

Şimdi ne diyeceğim? Vereceğim cevabı düşünürken, imdadıma yine Mualla yetişir. Hemen gider, okuduğum gazetenin 30 kupona dağıttığı “Dinlemeye Takılma Rehberi”ni getirip, gösterir. Dinlemeye takılmak amacıyla gösterdiğimiz çabanın kanıtı olan kitapçık işe yarar. Konuğumuz kendini şöyle savunur.

“İşimiz çok, personelimiz az. Yetişemiyoruz…”

“Allah kolaylık versin”

Bunu da atlattık. Bundan sonraki soruları cevaplamak zor olmaz artık.

“Bir sorumuz daha olacak. Çevrenizde güvercin besleyen var mı?”

Mualla, benden önce cevap verir. Belli ki çok rahatlamış, rehavet çökmüş üzerine.

“Biz besliyoruz. Hayvanları çok severiz”

“Durum anlaşılmıştır. Toparlanın gidiyoruz!”

Mualla ne yaptın? Oysaki tam düzlüğe çıkmıştık. Durumu acilen toparlamalıyım.

“Memur Bey, yanlış anladınız. Biz, Sultanahmet Meydanı’ndaki kuşları besliyoruz. Onlara yem atıyoruz”

“Allah iyiliğinizi versin. Az daha başınızı yakıyordunuz”

Ben bu varsayımlardan çok sıkıldım. En iyisi, bir an önce yola çıkmalıyım.

“Kuzu gibi geldim işte…” demeliyim.

Ne derler, çok merak ediyorum. Belki sarılıp öperler. Çay, kahve bile söylerler. Hatta yılın kendi geleni seçerler.

“Sen kimsin, niye geldin?”

“Adım, Hayrullah… Sizi yormamak amacıyla kendim geldim”

“İyi de bize Hayrullah lazım değil ki…”

Böyle bir şey olursa üzülürüm. Geri döndüğümde kimse bana inanmaz. Düştüğüm duruma çoluk çocuk güler.

“Bize Muharrem lazım. İsterseniz O’nun yerine sizi kabul edebiliriz. Tamam diyorsanız, şu formdaki sorulara cevap verin”

Formdaki sorular…

“O kitabı niye yazdın? / O başlığı niye attın? / O kişiyle niye görüştün?”

Benim biraz daha düşünmem lazım. İyi ki bunların hepsi varsayım. İyi ki bunlar hiç olmadı, yaşanmadı. Kuruntu yapmanın lüzumu yok. Kendiliğimden gitmem arkadaş. Ancak çağırırlarsa kuzu gibi giderim…

Diğer Yazıları