Televizyon izlerken vaktin nasıl geçtiğini anlamazdık. Eski Türk filmlerini severdi, en çok da siyah beyaz olanları. Apartmanların istilâsına henüz uğramamış ormanlar. Gençliğimizde az mı dolaşmıştık el ele tutuşup oralarda. Ufacık ekranda akıp giden gri tonlara hatıralarımızın rengi karışırdı. Derken simsiyah bir fon belirir “Son” yazısı ile kendimize gelirdik. Kare çerçevelere yerleştirilmiş hayaller bitiverirdi, hayat gibi. Mehparemin yüzüne hasret sihirli kutu şimdi derin uykusunda.
Şehir tiyatrosu uzun zaman avuntum oldu. Tül perdenin gerisinde uzanan koskoca meydan. Salonda tek kişilik koltuk. Doktor kendimi yormamamı tenbihledi durdu. Merdivenleri inip çıkmak çoğu kez sorundu. Bir bıçak gibi göğsüme saplanan o ağrı. Vücudumu parça parça edecek cinsten. Eski günlerdeki gibi kahve içmek nerede. Müsade edilen günde sadece bir fincan. Pencerenin önünde yudumlamanın keyfi başkadır. Yanında da birkaç tane bisküvi. Sizleri soluksuz izliyorum. Genelde telaşlısınız. Benim durumumla ne büyük bir tezat. Şu arabaların gürültüsüne nasıl dayanıyorsunuz peki? Ben rahatsız olmuyorum artık. Varlığımın farkında değilsiniz elbet. Yoksa bu kadar doğal olabilir miydiniz? Kim bilir daha kaç kez sahneye çıkacaksınız benden habersiz.
Dizlerimi örten battaniye. Bedenimi ısıtmaktan aciz. Biricik kızım renklerine bayılırdı. Sanki bir gökkuşağına sarılmış gibi uyurdu. Üzeri açılmış mı diye usulca kapısını aralar bakardım. Bazen uyanıverirdi. Tatlı tatlı gülümserdi. Hoş bir sıcaklık dolardı içime. Beni bu halde görse kim bilir ne çok üzülür. O kocası olacak kesin bırakmıyordur. Yoksa beni arayıp sormaz mi hiç. Annesinin son günlerinde bile gizli gizli uğrardı.
Rahmetli, oğlumuza bir ayrı düşkündü. Küçükken kitaplarımı karıştırır “Baba bunların hepsini okudun mu?” diye sorardı. Şimdi kapakları tozdan. Daha o yaşlarda öğrenmeye merakı vardı. Ablası gibi değildi. Pek severdi okulunu. Uzun yıllar evden uzak kaldı. Dirsek çürüttü. Şimdi meyvelerini topluyor. Kolay mı üniversitede hoca olmak? Son telefon görüşmemizde yoğunluğundan şikayet etmişti. O da istemez mi babasıyla doya doya sohbet etmeyi, dertleşmeyi.
İnsan kimi hatıraları gözünün önünde olsun istiyor. Pencerenin pervazındaki çiçekler. Dışarıdaki yağmurla sulanıp güneşte kavrulmuş hayali bahçemin vazgeçilmezleri. Uzun zaman önce soldular. Ailecek yaptığımız pikniklerin hayali camdan yansıyor bazen. Yol boyunca şakalaşmalarımız. Bir kuş gibi kendimizi özgür hissettiğimiz anlar. Maviş son şarkısını söyledi ve sustu. Kafesinden kurtarıp toprağa kavuşturacak bir eli beklemekte.
Sessizlik. Herşeyi yutup yok eden bir canavar adeta. Duvar saati de sonunda teslim oldu. Kim bilir kaç kez günleri doladı kollarına. Yelkovanla akrep birbirini takip etmekten yorgun. Farkında olmadan geçmişle gelecek arasında yavaş yavaş öğütüldüler. Varlıklarının önemsiz hale geldiği odada dört bir yana savruldular. Kahvem buz gibi. Tabaktaki bisküviler çoktan tek hücrelilerin hücumuna uğramış. Direnen son birkaç kuru yaprak da zaman seline kapılıp gitti.
Bir tıkırtı. Çocuklarım mı geldi yoksa? Saklanabilsem. Beni böyle görmeseler. Belki de varlığımla yoklugumu farketmiş olan komşulardır. Ya da bir süredir dairemi gözetleyen birisi. Ne zamandır ışıkları yanmayan katın uyandırdığı ilgi. Sahipleri tatile çıkmış olabilir mi? Soruların ardından fitili ateşlenen cesaret. Bir gölge, herkesin uykuda olduğu bir vakitte uyanık, kapımın önünde. Deneyimlerinin verdiği rahatlıkla anahtara ihtiyaç duymadan eşikten geçecek. Burnuna dolan leş gibi bir koku. Yanında getirdiği torbaya midesindekileri boşaltacak şiddette. El fenerinin cılız ışığında titreyen eşyalar. Herhangi bir saldırıya karşı korunaksızlar. Ses çıkarmamaya özen gösteren karaltı, garip bir durumun olduğunu sezecek. Defalarca sokak lambasının aydınlığında yıkanmış bedenim. Koltuğa gömülü. Birkaç adım daha atmak ya da hızlıca geriye dönmek. Koca bir el gibi arkasından ittiren merak duygusunun artan gücü. Bana dokunmaya cesaret eder mi bilmem. Ayaklarının dibine düşen çürümüş bir baş. Ağır adımlarla tırmandığı merdivenlerden uçarcasına inecek. Koşacak, koşacak, koşacak. Ta ki nefessiz kalıncaya dek. “İnsanlık namına” diye yükselen bir ses vicdanında. “Bir ihbarda bulunacağım” diye başlayacak söze ve polis memuru söylediklerini dikkatlice kaydedecek. İsmini söylemek istemeyecek. İçeriye ne niyetle girdiğini de. Telefon kulübesinden hızlıca çıkıp karanlığa karışacak.
Belki de bu olasılıkların hiçbiri. Ama umutsuz değilim. Birgün birileri gelip beni koltuğumdan kaldıracak. O zaman çok ilgi göreceğim. Birkaç gün sürer sanırım ya da bir iki hafta. Sonra tekrar unutulacağım. Donuk bir hayalim gazete sayfalarında görünüp kaybolacak ve siz hayattakiler için kim bilir daha neler neler yazılacak.