KİREÇ YANIĞI
Kan ter içinde çalışıyor. Çocuklarına helalinden bir ekmek götürmek için çabası.
Yazın sıcağı kavuruyor. Alnında biriken ter yol bulup birden göz çukuruna iniyor. Ter
gözünü yakıyor.
Kamyon kasasındaki kireç torbaları gün batmadan indirilecek. Bugün bu iş bitmezse
eğer yevmiye de yok. Eli yüzü kireç tozu. Bir ara durup terini siliyor, bir nefesleniyor.
Eskimiş, rengi solmuş gömleğinin açık yakasından kireç tozları girip terli sırtına
yapışıyor. Bir müddet sonra sırtında bir sızı başlıyor. Kıvranıyor, yerinde duramıyor.
Sanki alev alev yanıyor. Yüzünde acının derin izleri...
Kireç torbaları inecek ama artık takati kesiliyor. Olduğu yere çöküyor.
AH ANNEM
Bayburt’un Demirözü ilçesinden hareket edip ikindi sonrası buraya geldik.
Üzerimizde yol yorgunluğu. Hemen bir çeşmeye koşup serinliğe sığındık. Erzincan
tren garındayız.
Annem tenha bir yerde üzgün, kederli duruyor. Gözyaşlarını gizler gibi. Kayseri’ye
gidecek treni bekliyoruz. Gün batmak üzere… Bir türlü zamanında gelmeyen tren.
Uzun bir bekleyiş. Karşıda uzayıp giden sıra dağlara bakıyorum. İlk göz ağrım, ilk
sevincim Bayburt günleri… Bir dönem daha kapanıyor. Ne umduk ne bulduk? Göç
göç olmuş kervan. Bir yerden bir yere insan. “Üç göç bir yangına bedel” demiş atalar.
Gün görmüş, umur görmüş atalar; vardır bir bildikleri.
İşte beklediğimiz tren geliyor. Kara duman gök boşluğunu doldurdu. Akşam rüzgârı
esiyor. Koşuşuyor insanlar. Yürüdük annem ile… Ve ağır demir kapılar kapandı.
Geride kaldı mor dağlar, solgun güller, sarı yapraklar…
ÇERÇİ BEKİR
Çerçi Bekir’in uzaktan sesi duyuluyor. Demir, bakır ve atık yün karşılığında çekirdek,
kırık leblebi, keçi boynuzu veren o gül yüzlü, nuranî adam. Çocuklar şimdi Çerçi
Bekir’e doğru koşuyorlar. Tek teker küçük tahta arabaya ne çok şey sığdırmış.
Rengarenk bir alem bu. Biriktirdikleri metaller karşılığında elde ettiklerine bakıp bakıp
seviniyor çocuklar. Çalışmak, kazanmak neymiş anlamaya başladı keratalar.
Çocuklar avuçlarındaki yemişleri ceplerine doldurup oyun alanına doğru seğirttiler.
Çerçi Bekir güne iyi başladım diye sevindi. Uçuşan kuşlara göz ucuyla bakıp alın
terini sildi ve şapkasını düzeltti. Çerçi Bekir’in dilinde bir türkü: “Yine yeşillendi Niğde
bağları”
MUSTAFA
Mahallenin bir Mustafa’sı var. Kendi âleminde hür Mustafa. Kimseye eyvallahı yok.
Kimseye küs değil, kırgın değil, düşman değil. Kendi ile barışık; insanlar ile barışık.
Ayak topu oynayan çocukları seyrediyor şimdi. İri vücudu oturduğu yerde arada bir
sallanıyor. Kumral saçları ışığını kaybetmiş ve dağınık. Yüzünde toz ile karışık ter izi.
Gülüyor Mustafa, gülüyor Mustafa, gülüyor. Kimse aldırmıyor ona. İşte buna
dayanamaz Mustafa.
Bir gök gürültüsü gibi ayak topu oynayan çocukların arasına ansızın dalıyor. Şimdi
bir kaçışma, bir şamata... Hiç bitmeyecek gibi bu kargaşa ama Mustafa yoruluyor. Bir
taşa oturup derin derin nefesleniyor. Çocuklar etrafında toplanıyorlar. Kuşlar o yöne
kanat çırpıyor. Mustafa sürekli yere bakıyor. Aralarında bir sessizlik büyüyor.
Murat SOYAK, Niğde’de doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Niğde’de tamamladı. Marmara Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Gül Aydınlığı edebiyat dergisini çıkardı. Bir dönem gazetelerde kültür, sanat, edebiyat yazıları yazdı. Bir Nokta, Yedi İklim, Yitik Düşler, Ay Vakti, Likâ, Türk Dili, Ardıç, Akpınar, Berceste, Kuşluk Vakti, Beyaz Gemi, Değirmen, Edep, Mesel dergilerinde şiir, hikâye ve denemeleri yayımlandı. 2009 yılında Defterk edebiyat-kültür-sanat sitesinin kuruluşunda yer alıp genel yayın yönetmenliği görevini yaptı. Halen bir lisede Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak görevini sürdürmektedir.
Yayımlanan kitapları:
Irmaklarca (şiir, 2006)
Bahar Sürgünü (deneme, 2010)
Acı Ceviz (öykü, 2011)
Direniş Taşı (şiir, 2012)
Kırk Öykü (öykü seçkisi, 2013)
Gül Aydınlığı (deneme, 2017)