Menu
KAYIP ŞEHİR
Öykü • KAYIP ŞEHİR

KAYIP ŞEHİR

Aylardır hayalini kurmuştum oysa.
Oysa,yokluğuna katık yapıp nice satırlar beslemiştim sensiz...
Satır aralarına gizlediğim mevsiminin kuraklığını yaşarken dudaklarımın susuzluğunda,çatlamış ırmaklarına kavuşacağı günleri aylarca,yıllarca beklemiştim....
Güneyin o matemli,mezar kokulu yaşlı kentinde attığım her adımda,aldığım her nefeste, konuştuğum her kelimede adın geçmişti... Özlemlerimi katık yapıp trübinlere göndermiştim kalbimden bir parça diye.
Genç kızlar senden söz etmemi,dudaklarının sıcaklığını;kollarının saran ,sarmalayan çekim gücünü anlatmamı isterlerdi hep. Bense aciz ve seni yaşayamamaktan yorulmuş nefesimle hem anlatamaz,hem de kıskanırdım içten içe seni...Sen,yalnız benimdin ve öyle kalmalıydın bundan böyle; hep olduğu gibi.
Yokluğunda sana ait ne varsa çıkınımda bir bir ortaya serer tekrar tekrar yaşardım seninle geçen her günün anısı adına...
Yine öyle oldu. Her zamanki gibi koştum kollarına. Sana yaslanabilmek için bin bir türlü mazeret uydurup kandırdım kendimi. Birkaç günlük dahi olsa seni görmeden geçecek koskoca bir yıla meydan okuyabilmek için yaptım bunu. Otobüsün on altı saatlik karlı kaldırımlarla boğuşarak yol almasına aldırmadan aylar ötesinden sana geldim.
Bir yandan sana koşmak için can atarken,diğer yandan şehrin metropolüne karışan yağmurlu gölgelerinde; hayalindeydi gözlerim.
Sabahların soğuk nefeslerinde sesimi ısıtacak sesin,kaldırımlarına sarılarak ince belini bedenime dolayıp susuzluğundan kavrulan damarlarımı hayata döndürecek varlığın...her şeyin için katlandım hayallerimi ezen lastiklerin işkence saatlerine...
Geleceğimden habersizmişçesine kapıların kapalı,yolların karlı ve yer yer kayan;sana ulaşmamı engelleyen görevliler eski oyunlarını tekrarlıyorlardı.
Saatlerce,günlerce bekleyebilirdim kapında. Var olduğuna,beni beklediğine inanmam gerekiyordu önce. Yokluğunu kabullenemeden varlığını yaşamak kardan adamların ömrü kadar olurdu ancak. Güneşle birlikte erimeye başlayan,toprağına özüne karışan ve sularını ırmaklara,öz sularına akıtanların ömrü kadar...
Oysa,sen yoktun.
Bütünlüğünle kaybolmuştun.
Yedi tepeli başın ve kollarının sabahın ilk saatlerinde beni böyle yapayalnız karşılamasından anlamalıydım. İklimin sert ve rüzgarlarının kuzeyden estiğini anlamalıydım.
Ya hiç gelmemeli
Ya da geldiğim gibi gerisin geri dönmeliydim o an. Kaldırımları çiğneyerek. Ağzımda tercümesi imkansız kelimeler...
Kollarında ısıtamayacaksam ruhumu,geri dönüp yaşlanmış duraklarında güneyin yolcuları arasında kendime bir yer açmalıyım erkenden.
Ey kollarını Boğaz’ın serin sularına dayamış,tepelerinde beyaz kardelenlere yer açmaya hazırlanan şehir...sen yoktun! Sana koşmuştum oysa!
Sabaha karşı soğukluğunu yaşamak ve en azından buzdan güller açan saçaklarında dolaşabilmek için adımlarımı yedi tepenin en tepesine vuruyorum. Saatlerce sürse de bu yolculuk Çamlıca’ya ulaşmak ve karanlığın sabahında kaybolan vücudundan kurtulmak istiyorum.
Kör karanlıklar ,kaldırımlar,sokak köpekleri ve dört bir tarafımı kuşatan rüzgarın çelik gibi kolları yüzüme,gözüme karlarını savurma savaşını kaybediyor.
Yol arkadaşlarım;kar,rüzgar, soğuk ve buzdan adam Çamlıca’ya tırmanıyoruz...
Yokluğun karşısında ancak ellerim ceplerimde kendime yaslanarak ayakta durabilirim. Kendimden güç alarak çıktığım Çamlıca’nın en tepesinde yer bulabilmek ve bütün iç dünyamı kendime çevirebilmek mümkün değil.
Cılızlaşan sokak lambalarının ışıkları,karlarını savuran çam ağaçları ve sırtını Osmanlıya yaslamış tarihin gölgeleri...
Boğaz’ın alacakaranlığında tam seçilemeyen ve biteviye Karadeniz’den Marmara’ya,Ege ve Akdeniz’e... doğru Boğaz’ın orta yerinden karışmamacasına akan suyun kar renkli görünüşü.
***
Sonra, şehrin o tarihi heybetinin ulvi sıcaklığı altında uzattığım ellerim Boğaz’ın kollarına varmışken, bir sen yoktun yerinde bir de yokluğunun bıraktığı benliğin bende...
Kimselere görünmeden geldiğim yoldan,bıraktığım izleri takip ederek geri dönmek... yenilgi sensizliğin yok oluşunun tercümanı olmasaydı dönecektim. Bir ömür boyu sensiz yaşamaya ant içecek ve sonra adını anmamak için yeminler edecektim inan! Bilirsin, dönmek ve sensiz yaşamak cesareti gösterebilseydim yapardım bunu...
Aylarca beslediğim içimdeki benini yerinde bulamamak,sokaklarda ayak izlerine rastlayamamak; soğuk rüzgarların,yağan yağmur ve karın nefeslerinde kokunu alamamak yok etti kimliğimi. Bütün değerlerimi yitirdim sensiz. Değerlerim seninle bütünleşmişti oysa.
Oysa,sen bütünleştirmiştin dağılan parçalarımı...
Yıllarca kollarında büyütmüş,kanat germiş ve ruhundan ruh,kılcal damarlarından kan vermiştin bedenime.
Oyunlarımız birlikteydi. Beyazıt’ın döşeme taşlarında, Sultanahmet’in gökyüzünü delen uzun ince minare gölgelerinde; ya da Sarıyer’in hala bakirliğini koruyan ormanlarında birleşmişti oyun cümlelerimizin büyüsü.
Sonra iklimlerin başka mevsimlerde estirmeye başladı. Rüzgarlarını başka dünyalara savurdun. Ben,yeni iklimler peşinde atlastan yelkenlerimi rüzgarlarla şişirip meltemlere, ılık esen Akdenizrüzgarlarına çevirmiştim.
Ayların ve yılların arkasından yeniden sana koşmak,dizinin dibinde eteklerine sarılarak yedi tepenin yedisinin de anlatacağın hikayeleri dinlemek için şubat iklimine ,yolların kapalı olmasına- “zincir,takoz ve çekme halatı olmayanların yola çıkmamaları gerektiği“- yönündeki bütün uyarılara aldırmadan bin beş yüz seksen kilometre ve bir ömür boyu süren on altı saatlik uykusuz,ay yüzsüz,gülücüksüz ve sensizlik...hiçbir engele aldırmadan kapını çaldım ey İstanbul!..Cebimde sana hazırladığım kelimeler.
Ellerim soğuğun terlerini yaşıyor. Kalbim yuvasından çıkacak gibi. Uçmayı yeni öğrenmiş kuşların uçarı heyecanı içerisinde sevda nöbetleriyle kapını çalıyorum ey iki bin yıldır eskimeyen sevgili..!
Yüzyıllar ötesinden getirdiğim hatıralarım,yılların özlemiyle çekim alanına girmişken sen yoktun. Kapılar duvardı yüzüme karşı...Yeni bir ümitle karlı kaldırımların eteklerinde açan yeni baharın kollarına sığınıyorum.
Yedi tepenin yedisini de dolaşabilmek ve birkaç günlük bir zaman diliminde var olduğunu;hala yaşadığına inanabilmek amacıyla plakasız arabalarla polislerden kaçıyorum...Bütün bunlardan bi haber sen, yok olmuşluğun sinsi zevkiyle sürekli kaçamak gülücüklerini kar taneleriyle gönderen dişi bir kısrak gibi benimle oynuyorsun.
Evcilleşmeye yanaşmayan yabani kısrak...
Kah karla karşıladın beni, kah yağmurlu bir fırtına gönderdin göğsüme. Tek başıma,savunmasız olduğumu biliyordun üstelik!
Üstelik,yılların yorgunluğunu yaşıyordu yüreğim.
Yıllarımı senden uzakta,kollarına,sıcaklığına ve ay yüzüne,yedi tepende açan çiçeklerine hasret geçirmiştim.
Acaba diyorum sana olan tutkunluğumun gücünden endişen mi var?
Acıların içinde yeniden mi şekillendirmek,yoğurmak istiyorsun beni?Eğer yokluğunun amacı,rüzgarlarının vücudumu iki büklüm titreten sertliği ile anlatmak istediğin buysa başardın bunu bilesin...!Attığım her adım,aldığım her nefeste biraz daha sana olan ümitsizliğim çöküyor içime.
İhanetinin ümitsizliği...
Yaşamla ölüm arası hayatın bir yerlerinde dolaşmanın ümitsizliği...!
Kara teslim olan kanatlarım kırılmış. Soğuktan içine sığınan dallarım vurgun yemiş,öz sularına çekilmiş halde toprağa dönen vücuduma laf anlatacak mecalim yok. Dizlerim fersiz.
Yokluğuna inanasım gelmese de günlerdir yaşadığım hayat acı gerçeği bütün çıplaklığı ile fısıldıyor kulaklarıma.

Sensizliğin gerçeği...
Şimdi,şehrin yedinci tepesinden;Çamlıca’dan inecek ve karlara savurarak son bir nefes alacağım sigaramdan. Senin ısıtamadığın içimi yalancı sıcaklıklar kaplasın diye yapacağım bunu...
Sonra,gözlerine basa basa çekip gideceğim Boğazın serin sularından Ege’ye doğru ey kayıp şehir...!
“Yeşeren küçük umutlarımı
Yedi tepeli şehre ektim.
Yaşlı şehrin rüyasında
Yüreğime serptiğim kapkara örtü kalktı.
Düşünüyorum da, beni de alır mı İstanbul yanına...
İkimize birden yeter mi koca mavi.
Bırakır mısın bana da,biraz martı,biraz deniz...?”
Hiçbir satır hiçbir mısra halimi anlatacak kadar güçlü değil şimdi.
***
Beyaz kanatlı kar kuşlarının bir uçtan bir uca şehri örttüğü elbisenin tam ortasında yolunu kaybeden gezgin edasıyla adımlarımın peşinden karla kaplı örtüleri kaldırarak gidiyorum.
Tarihin yüzyıllarca konuk olduğu bu şehrin dar ve çıkmaz sokaklarında geçirdiğim zamana karşı direncimi her geçen dakikada kaybettiğimi görerek biraz daha umudun kırık dallarına tutunmaya çalışıyorum. Ancak elimden bir şeyin gelmediğini görmek,hayata dair yapacak bir şeyler bulamamak;çaresizliklerin girdaplarında beyaz örtünün şemsiyesi altında sığınacak bir ağaç gölgesi aramak bu şehri tanımamakla ilgili olmasa gerek.
Bildiğimi bütün yönlere doğru her yönelişimde ayaklarım yarı yoldan çevirdi yönümü. Bütün adreslerimi unutmuş, telefonlarım hafızamdan silinmiş,yeni yetme aşıklar gibi ortalık yerde kalakalmıştım.
Şimdi burada,yıllarca pisliğini çiğnediğim kaldırımlarında şehrin adım adım dolaşıyorum sokaklarını. Karlarla savrulma pahasına da olsa yapıyorum bunu.
Yıllar öncesinden hayal dünyamda kurguladığım Yedi Tepeli Şehre gitmiş ve yerinde bulamamıştım o esrarlı kayıp kenti. Bütün tepelerini dolaşmış,şehre tepeden bakmıştım şair edasıyla...Onu birileri almış,o birilerinin olmuştu anlaşılan!Kayıp kente gitmemem gerektiğini yedinci tepede,Çamlıca’da anlamıştım! Oysa artık çok geçti,iş işten geçmişti. Şehir yerinde yoktu...
Kayıp kentin içinde kaybolanın kendim olduğunu Çamlıca tepesinde anladım! Elimdeki güneyin pusulaları bilinmeyen yönlerini gösteriyordu!
Fazla duramadan gerisin geri dönüyorum güneyin sığınaklarına...
Şimdi burada yabancısı gibi garipsediğim güneyin kültür kaçkını sokaklarında kaldırım karlarıyla birlikte yalnızlığı yaşıyor ve yeniden bin bir ihanet duygusu ile Yedi Tepeli Şehri düşünüyorum!
Beyaz kanatlarını açan kar kuşları,milyonlarcasıyla şehre yağıyor. İstanbul’da bıraktığımı sandığım beyaz iklimin peşimden gelmesini garipsiyorum. O da kayıp kentten kaçmış olmalı!
Önüme çıkan sıcak iklimlerini hissettiren ilk adreste nefeslenmek için karlı kaldırım nöbetlerime ara veriyorum. Beyaz ufkun puslu,karlı gölgesi altında yerinde bulacağım bir kent arayışım sürüyor!

***
Yine yalnızım.
Bu şehir bana göre değil biliyorum.
Seni kaybetmiş olmanın ve seninle geçen birkaç günlük hatıra, sanki yaşanmamış gibi.
Gelip alın ve eyleyin ne eyleyecekseniz demeden;ellerimi uzatıp kendimi size sunmadan sokaklarına dalacağım bu şehrin. Belki adımın anlamını,adımlarımın sıcaklığını yeniden yaşarım diye bu şehirde, yağmurlarla çıkıyorum kaldırımların karanlıklarına.

Diğer Yazıları