Nasıl konuşulacağını bilmiyordu. Eli havadaydı. Birkaç hareket yaptı fakat ne anlattığını kendi de bilmiyordu. Bir kaya kadar katılaşmış buldu kendini. Aklından tekrar toparladı. Dilinin ucundaydı anlatamadığı. Oysa konuşmak ne kadar kolaydı. Hiçbir çaba sarf etmiyordu. Dudaklarının suyu çekilmeye başladı. İnce ince sızlıyordu. Gözlerinin içine baktı. Kendi çaresizliğini gördü. Eli havadaydı hâlâ. Çocukken oynadıkları sessiz film oyununu hatırladı. Kolaydı o zaman. Kaç kelimeydi saydı. Dört artı üç; iki cümle, yedi kelime. Konuşabilse arkası gelecek. Ama öncelikle yedi kelime.
Ben şimdi nasıl anlatacağım bunu sana!
Karşısındaki bir şeyler çizdi havaya.
Anlamıyorum ki, dedi omzunu çekerek.
Konuşmak…
Yabancı memlekete gitmiş bir turistin yaşadıklarını yaşıyordu.
Sen nasıl anlatıyorsun ihtiyaçlarını, gerisini boş ver, dedi kendini kasıntıdan kurtarmak için.
Beş dakika boyunca hiçbir şey anlatamadan birbirlerine baktılar. Bu kadar olur diye düşündü. Kimse bilmiyor…
İşaret dile biliyor musunuz, diye soruyordu sağır gözden kaybolduğunda.