O eski ve kıymetli zamanlarda, ne güzel sohbetler olurdu; nihavent makamlı ezgilerin eşlik ettiği mekanlarda. Nargilelerin etrafa yaydığı dumanların sarhoşluğu da eklenince değmeyin keyiflerine, o kadirşinas insanların...
İki eski aşina rastlaşınca sokakta illa ki biri tutardı diğerinin kolundan, kadife lakırdılarla ikna ediverirdi diğerini, meydandaki söğüt ağacını altında oturmaya. “Selâmün aleyküm” deyip kahvehaneciye, birer demli çay rica ederler. Çoktan koyuldukları sohbetlerin canlılığı her şeye aksederdi. Kırışık alınları sevinç çizgileriyle belirginleşirdi.
Eskiden ‘Kelâm’ vardı, laklakiyat vardı, muhabbet vardı, sohbet vardı... Aynı anlama gelseler de, aynı kıymeti görmezlerdi. Velhasıl “Gel dostum, sohbet edelim.” Demek; hafifliğe iştikal ederdi. Hitap şöyle olsa, daha fazla hürmet getirirdi: “şöyle varalım da bir soluk hasbıhal edelim, üstadım?” Gücüne bakınız şu lakırdının, haşmetine, verdiği zevke bakın.
Gel zaman git zaman, değişim başladı. Ani başlayan bir fırtına gibi ve tüm bu zarafeti, tadı, zevki silip süpürdü. Kaldı, geriye kof, içi boş kelimelerle geçiştirilen misafirlikler. Bununla birlikte hürmet de savruldu, hissiyat da, muhabbet de... Keza, bir vapurda, bir otobüs durağında ve yahut bir sahil kahvesinde, böyle bir kimseye rastlamak imkansız hâle geldi. Olur da karşılaşırsak bu yaşı ilerlemiş insanlara, hummalıymış gibi bakıyor veya nükte konusu ediyoruz. Evet! Tam da böyle olmalı ki susuyorlar o insanlar, dolaşmıyorlar rıhtımlarda, bu yüzden olmalı binmiyorlar vapurlara.
Nitekim haklılar, çok haklılar hem de. Yürüyen merdivenler onların o güzelim adımlarına göre değil; onlar ne kadar yaşlansalar da merdivenlerden çıkmaktan hazzederler. Okuyarak öğrenirlerken eskiden; şimdilerde, bilgisayar oyunu öğretmeye kalkar torunları, anlamadığı cümlelerle, yolda rastlayamaz olurlar hasbihal edilecek o aşinalara; çoğu göçmüştür nitekim. Zaman ellerini öpmüştür, son kullanma tarihleri geçmiştir bu insanların. Hoyratça ve azımsayarak yorgun ellerinden tutup muhabbetten yoksun bu zamandan ebediyet köprüsünü aşırırlar.
“Değişim ve dönüşüm” Franz Kafka’nın kitabındaki, böcek ‘Samsa’yı nasıl derinden sarsıyorsa bu yaşlı samsaları da öyle zedeliyor. Bilinmez gönül rahatlığıyla mı geçiyorlar kelâm yoksunu insanların arasından öyle sessiz sedasız. Yoksa bu mu yenilginin sebebi?..
Hasılı kelâm zaman öyle mekanik bir hal aldı ki, söz bitti; birkaç kelimeyle hayatımızı idame etmeye gönüllüyüz.
Eskiden ‘kelam’ vardı; şimdi ‘lak lak’ seviyesinde sohbetler bile edemiyor iki kişi, peki ama neden?