“Deneysel öyküler yazmanı istemiyorum.”
Büfeye doğru yürüyorum. Yanımda bir araba giderek yavaşlıyor. Duruyor. Sarışın bir kız arabadan inip bana koşuyor. Sarışın kız bir arabadan inip koşuyor. Sarışın kız bir koşuyor. Sarışın. Kız. Bir. Sarışın bir kız bana koşarsa kollarımı açarım. Şüpheye düşenden şüpheye düşerim.
“Naber ya? Tanımadım mı beni!”
Tanımlamaz olur muyum? Hatırlayamadım. Bir olay çıkmasın. Otuz kuruş para için dergiye yetiştirmem gereken röportaja gidiyorum. Büfeye doğru yürümemem gerekiyordu. Her şey neden karışıyor.
“Tanımaz olur muyum canım hiç. Ayıp ettin.”
Susmasa ve ortak geçmişimizden bahsederek devam edebilseydik keşke. Kız çok sarışın. Yakın zamanda tanışmış olsak hatırlarım. Muhtemelen çirkinken tanıştık. İyi arkadaş olduk. Kesin ilkokuldandır. Belki de zamanında kumraldı. Türk kızlarına inat giderek esmerleşmek yerine sarışınlaşmıştır. Büfeye birlikte vardık. Kemıl Soft. 10-7=3. Üç(3) burada kalan son öz varlığım.
“İlkokuldan beri görmedim seni. Nerelerdeydin?”
İlkokulu beraber okumuşuz. Çok güldürmüşüm. O zamanlardan zeki olduğum belliymiş. Annem nasılmış? Hangi okuldaymışım? Sakalım varmış. Az daha tanıyamayacakmış.
“Kızım dedim burada bir öykü yazıyorum. Sarışın kızlar ilgimi çekmez. Annem öldü. Babam gitti. Ben hiç okumadım. Küfretmeden gider misin şuradan.
“Olur tabii. Hem geçmişi anarız fena mı? Şu ilerideki yer? di mi?”
Allah yapısalcılığın belasını versin. Ne dediğimin neden hiç önemi olmuyor. Sarışın kız sendromu mu yaşıyorum yine. Ne dersem deyim etrafımda kızlar var. Şüphe etmeyelim sevgili okur. Bu öykü var olamayacak anlatı biçimsinin koyunları kaybettikten sonraki çırpınışları gibidir. Sarışın kızlar da öykü okur. Ama benim sevgilim esmerdir. Arabayı caddenin üstüne bırakarak beni takip etmeye başladı. Her şey gayet doğaldı. Bir cadde düşünün ve tam ortasında duran bir araba. Hangi film bu?
Şu ilerdeki yere yaklaşınca simit sarayı olduğunu gördük. Önceden biliyordum. Sadece bilinç düzeyime yeni sıçradı. Böyle olması gerek. Üst kat kapalı alan değildir bre bismillah diyerek önde sarışın arkada yere bakarak ilerleyen ben çıktık yukarı. İkimizde serf servis ibresini bilerek ve isteyerek görmemezlikten gelmiştik. On sekizimizi geçeli çok oldu. İçimiz huzur dolmuyordu. Her zaman düşündüğüm ve başarılı olamadığım repliğimi tekrarlayacaktım. Kaybedecek hiçbir şeyi yok. Sesimi diyaframa, beynimi boşluğa aldım. Kibirim, tüm ihtişamıyla ileri vitesteydi.
“Canım iki çay alabilir miyiz? Güzel hanımın çayı açık olsun lütfen.”
Canım bizi kırmayıp çayları getirdi. Büfeden aldığım ve sadece üç liram kalmasına neden olan Kemıl’ı açtım. Sigara isimlerinin İngilizce olması büyük nimetti. Kalan üç liramı fark etmeme sebep olan şey sevgili okur sigara için iç cebime giden elimdi. Yoksa karşımda sarışın bir kız varken kalan üç lirayı düşünmek akıl alır şey mi? Biraz lafladık. Ben, intiharlardan ve planladığım cinayetlerden ve kutup ayılarından ve penguenlerin etçil hayvanlar olduğundan bahsetti. O, okulunu ve bölümünü ve erkek arkadaşını anlattı. Bu sonuncusunu neden yaptı bilmiyorum. Tipim değildin zaten kendileriniz. Tam da ona gözlerinin ne kadar güzel olmadığını söyleyecektim. Röportaja yarım saat kaldığını fark ettim. Hiç param kalmamıştı. Kız da gelince bir şeyler içerdi. İki kuruş telif için katlanılacak iş değildi şu dergicilik. Garson kıza klark çekmenin son yol olduğunu anlamıştım artık. Kafamda kurguladım. Öykücü olmanın en güzel tarafı buydu. Kendi oyununu kendin yazıp oynuyorsun. Kimse de okumuyor. Çantadan birkaç dergi ve kitap ve not defteri çıkartıp masaya bıraktım. Saçımı dağıttım. Sigaramı yaktım. Tutunamadım.
“Canım, iki dakika sana bir şey sormam mümkün mü? Mesleğinle ilgili danışmak istediklerim var. Bir çay içebilir miyiz?”
Kız çekingen kuzu gibi yanıma gelmedi. Bu bir öykü sevgili okuyucu, burada şiirsellik arama. Geldi. Sandalyeyi çekti. Sarışın kızın olması gereken yere belki de kızın üstüne oturdu. Beni izlemeye başladı. Sarışın kız şimdi esmer olmuştu. Geçmişimden hiçbir iz bırakmadan.
“şimdi nasıl anlatayım bilmiyorum yeni bir kitap yazıyorum da ben yazarım biliyorum çok iddialı ama seni rahatsız etmek istememiştim Ben de yazarım. Yeni kitabım çıktı. sadece danışmak istediğim birkaç şey daha doğrusu küçük bir oyun oynayacağız Burada garsonluk yapmamın sebebi yeni dosyam için. şimdi ben parası olmadığı için garsona yazar taklidi yapacağını anlatarak asılmaya çalışan bir öykücüyü oynayacağım sen de garsonu oynamaya devam et Karakteri çözmeye çalışıyorum.
Durup dururken bu kıza aşık olabilirim. Adınız Burçak mı acaba? Seninle evlenir miyim? Adınızı değiştirelim. Sonra ben de sizin adınızı alayım Burçak. Sandığımdan daha fazla Burçak’sın. Bu işi çok iyi kıvıracağı belliydi. Birlikte Dublin’e yerleşiriz. Turuncu çocuklarımız olmasın. Lütfen. Güzel sokakların, güzel çocukları. Sesimi histerikleştirdim. Altı tane dönem romanı yazmış sakallı bir yazar kadar acı doluyum.
“Canım merhaba. Yeni kitabım için öykü dosyasını toparlayan ve parası olmadığı halde çay içmiş bir yazarın, garson kıza parası olmadığını söylemek yerine karakter çalışıyorum diyerek hesabı ödetmeye çalışan bir karakteri kurguluyorum. Doğal tepkiler verip, kasayla konuşup hesabı kapatır mısın?”
Oyunumuz gayet iyi gidiyordu. Kız kıvıracaktı. Tam masadan kalkarken kolunu tuttum.
“Benimle evlenir misin? Ciddiyim.
Teklifim kurguya yenilmişti. Özümüzü biçimsel şakalar yemişti. Üzülmüştüm. Kız kalkıp kasaya yöneldi. İki dakika sonra müdür gelip bugün tüm hizmetin müessese denilen kurumdan karşılanacağını söyledi. Sevinçten vapura fazladan jeton atmış gibiydim. Röportaj için çok az zamanım kalmış olmalıydı. Garsonu sepetleyip, genç ve güzel olduğunu bildiğim yazarımı beklemeye koyuldum.
Kız pes etmiyordu. Garson kız bu kez farklı bir edayla geldi. Oyundan hoşlandı tabii. Numaramı istese de yanlış numara verirdim. Masadaki tek çay bardağını alıp diğer masaya bıraktı. Küllükleri değiştirdi. Karşıma oturdu. Ah aşk.
“Küçük oyununuz bittiyse sayın yazar. Röportaja başlayalım isterseniz.”