Kitap. Asırlardır bildiğimiz “dost”.
Bazılarımız ona kadar değer vermese de halen peşimizi bırakmayan bir “dost” kitap. Yani içimizden birşey, bizden biri kitap.
“Kitap okumuyoruz!” bu görüşe katıldığımı söyleyemem. Teorik olarak bu cümleyi hatta belki de sloganı söylemek kolay olabilir. İstatistiklere baktığımızda dediğim gibi nüfus ve kitap okuma oranı içler acısı olduğu da doğrudur. Fakat kitap okuma biraz zevk işidir. Sanat işidir. İnsanların sanata yönelebilmesi için şüphesiz öncelikle karınlarının tok olması gerekir. Hiç kimse sokakta dolaşan, açlıktan ağzı kokan bir adamın gelip Türk edebiyatını incelemesi, şehre gelen tiyatroları takip etmesi veya resim sergilerini takip etmesi(tabi bu faaliyetler bakımından da zenginliğimiz de ayrı bir münazara konusudur.) beklenemez. Sonuç itibariyle demek istiyorum ki size ey okuyucular, bizlere istatistiklerde kitap okuma oranıyla nüfusu karşılaştıracaklarına, işsizlik oranı ve kitap okuma oranını karşılaştırsalar daha isabetli olur. Tüm bunlara rağmen, gerçek manada, işin hakkını vererek kitap okuyan bir kitlenin varlığından da söz edilebilir tabi.
Bir diğer husus, birçok gencimizin elinde popüler kitapların bulunması. Bir genç eğer Sait Faik okumuyorsa, Oğuz Atay okumuyorsa, ne derece başarılı bir okuyucu olabilir. Özür dilerim olabilir ama okuyucu olabilir. Zaten herkesten sosyal bilimci olunmasını da beklemiyoruz. Varsın o ayrıcalık da bizlerde kalsın. Ama herkes o eserlerin tadına bakmalı. Benden söylemesi.
Bir de anne-babalara sesleneyim mi? Sevgili anne-babalar, çocuklarınız elinizde kitap görsün. Sizlerden görmüyorlar ki kendileri okusun. Bugün gidin bir kitap alın. Çocuğunuza hediye edin. İnsanlara hediye edin.
Ve sizlere son ve en önemli nasihatim. Tüm bu okumak için elimizde olan(daha doğrusu olmayan) imkânlara rağmen kitap okuyun. Boş zamanlarınızda bir hobi olarak değil, kitabı en önemli önceliğiniz olarak görün ve bu perspektifte okuyun. Tıpkı kitap çılgınları, delileri, hastaları, kurtları gibi. Tıpkı sosyal bilimciler gibi.