Menu
APARTMAN KEDİSİ ZİYA’NIN SON AŞKI
Öykü • APARTMAN KEDİSİ ZİYA’NIN SON AŞKI

APARTMAN KEDİSİ ZİYA’NIN SON AŞKI

Apartman Kedisi Ziya, şöyle iyi bir yemekten sonra genellikle ballıbabaların arasına uzanıp etrafı -tuhaf bir simetriye sahip apartmanın yükselerek koruya ulaşan bahçesinin nerdeyse tamamını kaplamış arsız karalahana kalabalığını, ilerileri sarmış ortancaları, zemin kattakilerin bahçeye ulaşmasını sağlayan yampirik merdiveni, toy güvercinleri, güneş ışıklarının oyunlar oynadığı asmayı, ötelerde tekinsiz bir yer olduğuna inanılan viraneyi- seyreder ve hoş şeyler düşünürdü. Mesela şu güzel, huysuz ve bir o kadar da saldırgan Maviş’i. Yani son aşkını. O günde öyle yaptı.

Gözlerini kısıp Maviş’i düşünmeye başladı. Maviş bütün ihtişahımıyla hemencecik geldi. Sonra baş başa verip; ta ötelere, belirsizliğe doğru bakıp mutlu olduklarını düşündü. Fakat ansızın rüzgârı ve rüzgârın getirdiği haberi hissedince, kötü oldu. Kasabın azman Tekiri üç gündür buralara dadanmış; Ziya’nın biricik, tertemiz topraklarını kirletiyordu. İşte yine bahçedeydi. Canı iyice sıkıldı. Bir kere Tekir, yaşının verdiklerinin farkında olan gerçek bir küstahtı. Üstelik gençliğini, gücünü başkalarının görmesi için de elinden geleni yapar, yok yere hır gür çıkartırdı.

Esasen doğuştan barışçıl bir ruha sahip olan Ziya gençliğe, güzelliğe hiç önem vermezdi. Burnunun üstünde talihsiz bir zamanda indiği bodrumun hatırası derin, uzun bir yara izi ile kemirilmiş kulakları vardı.Tüyleri de biraz seyrelmişti.

Güngörmüş Apartman Kedisi Ziya, küstah Tekir gösterişli adımlarla vakti geçmiş ortancaların arasına dalınca yeniden Maviş’ın yanına yamacına uçuverdi. Gözlerini yumar yummaz, içini ferahlatan resmin yanına gelmesi de uzun sürmedi. Maviş içli sesiyle kuytu bir yere çağırıyordu. Maviş! Ah Maviş! Seni gidi, kötü kalpli güzel yaratık !

Ziya, aşıkların sevdiklerinin hayaliyle bir araya geldiklerinde tutuldukları anlık derin sarhoşlukla, mırıl mırıl bir şarkıya tutunuverdi. Muhteşem Mavişkarşısında süzülüyor, yumuşak yumuşak bakıyor ve kuyruğuyla çok şeyler vaad ediyordu ki; yeniden keyfi bozuluverdi. Apartman çocukları, korkunç sesleriyle bahçeye doğru koşuyorlardı.

Üç erkek ile sevimli, oyuncak gibi bir kız çocuğu gürültüyle Ziya’nın yakınına kadar geldiler. Sevimli şey bozuk, komik bir Türkçeyle konuşurken çığlık attı. Hoplaya zıplaya ballıbabaların yanına seyirtti. Ziya sıçradı. Maviş uzaklara doğru kaçtı. Sevimli şey çiçekleri kopardı da kopardı. Diğerleri sadece seyrediyorlardı. Aşağı yukarı dokuz- on yaşlarındaydılar. Sevimli şey de onlardan bir iki yaş daha küçükce.

Erkekler bu yaşta da aşkı yaşar ancak anlamazlar. İçlerinde uyanan kıpırtı canhıraş bir gayretle dışarı çıkıp sesini duyurmak ister. Bu yüzden de telaşlı, gürültücü ve çoğunlukla da saldırgan olurlar. Bahçedeki üç çocuk da, bağıra çağıra konuşuyor, buna rağmen anlaşmazlığı bir türlü çözemiyorlardı.

Fakat sesi daha kalınca olan en irileri çabuk davrandı. Oracıkta kocaman bir karasineği yakalayıp, sevimli şeye uzattı. Kız öncekinden çok daha güçlü bir çığlık attı. Sinek hemen ortadan kaldırıldı.

Galatasaray formalı sarı kabak kafalı oğlan da yıllardır bir salkım bile olsun üzüm vermemiş hayırsız asmanın sarmaladığı duvarın dibini eşelemeye koyuldu. Bir anda birbirlerine dolanmış, kıvranıp duran şişman solucanlar gün yüzüne çıkıverdi. Kız delirdi, tepinmeye başladı. Tam kusuyordu ki sarı oğlanın yanaklarından boynuna doğru bir kırmızılık akıverdi. Hemen arkasını döndü. Burnunu çekmeye başladı. Diğer iki çocuk elbirliğiyle solucanları yok ettiler.

Üçüncüsü hediyesini hemen göstermedi. Sımsıkı kapalı avucundaki hazineyi sorup durdu. En nihayet ellerini açtığındaysa, öğle güneşinden nasiplenmeye çalışırken yakalanmış gariban bir kertenkelecik ortaya çıkıverdi. Kerata hiç vakit kaybetmeden, babasının doğum günü hediyesi İsviçre çakısı ile kuyruğunu kesiverdi hayvancağızın. Kuyruk yerde kıvrılıp dururken, yeniden bir çığlık kopuverdi . Bu hengâmede kertenkele sıvıştı ama çığlıklar kesilmedi. Üstelik işin içine bir de gözyaşları eklendi. İki çocuk, sevimli şeye dil döküp yalvarmaya başladılar. Bahçedeki başka esaslı numaraları, harikaları gösterip, yeminler ettiler. Fakat gözyaşları bir türlü dinmiyordu. Derken “Hey buraya bakın!” diye seslendi sarı kabak kafalı oğlancık. Üç çocuk, aynı anda sese doğru döndüler. Sarı oğlan derin bir nefes alıp, yeniden konuştu. “Ece!” dedi. “İyice bak! Çünkü gözlerine inanamayacaksın!”

Ece sustu. Diğerleri suratlarını buruşturdu. Sarı oğlancık, uyandırdığı etkiden memnun, işi uzattıkça uzatıyordu. Tekrar “Ece!” dedi. Yine bir şeyler söyledi. Sonra da “İşte şimdi başlıyor” diyerek, yarı robot bir televizyon kahramanının yürüyüşüyle merdivene doğru ilerledi ve artık biraz da zorlukla taşıdığı çirkin kediyi en üst basamağında durduğu merdivenden atıverdi. Sevimli şeyin yüzü karıştı. Küçük elleriyle küçük ağzını kapatıverdi. Sarı oğlan, kızın gözlerinde korkunun yanında başka şeylerin de izini görünce rahatladı, rengi yerine geldi. Bu arada kedi düşüyordu.

Aslında çocukların da kedinin de aşina olduğu ancak büyüklerden gizlenen bir oyundu bu. Ziya pek çok kere atılmış, fırlatılmış, uçmuş, savrulmuş ama ne yapıp edip her defasında da dört ayağının üzerine düşmesini bilmişti. Sarı kabak kafalı oğlancık az önce hediyesinin beğenilmeyişine içerleyince, karşılık göremeyen aşıkların çoğuna olduğu gibi onun kalbinde de minik kara bir benek ortaya çıkıvermiş; benek vakit kaybetmeden küçüğün kulağına bu oyunu fısıldamış; sonra da çocuk, ballıbabaların arasında her zamanki gibi sersem sepelek uzanmış kediyi kucakladığı gibi apartmanla bahçeyi birleştiren yüksek merdivene yönelmişti. Planı basitti. Kediyi fırlatacak, bunu gören kız önce korkup çığlık atacak; fakat Ziya’nın son anda ters dönüp yere kazasız belasız inmesiyle; sevinip, mutlu olacaktı. Hepsi buydu işte.

Ziya ise kafası güzel ve mayışmış bir halde Mavişiyle hoplayıp zıplıyorken aniden havalandığınıı hissetmiş; apartman çocuklarından birinin kucağında merdivene doğru ilerlediğini anlayınca başına gelecekleri kestirmesi zor olmamış; her zamanki angarya diye düşündüğünden de kaçmaya bile çalışmamıştı. Fakat açıkcası çocuğun uzun uzun konuşmasını biraz garipsemişti. Tabii muhteşem Maviş yine ortadan kaybolmuştu.

Oyun çok geçmeden başlayıvermiş; çocuk olanca kuvvetiyle Ziya’yı fırlatmıştı. Ziyacık hoplayıp önce hafiften biraz yükselmişti. Bu da hep böyle olurdu. Sonra da düşüş başladı. Tatlı Maviş onu bulutların ardında beklerken, başına gelenler öylesine asap bozucuydu ki. Yine de Ziya, kendisinden beklenildiği gibi güzel güzel düştü. Düştü. Düştü. Tam da meşhur numarasını yapıyordu ki; ortancaların önünde küstah Tekir ile uysallıkla onu takip eden Maviş’i fark etti. O anda olanlar oldu. Dünyası başına yıkılıverdi Ziya’nın. Bu arada büyük numarası da aklından uçup gitti.

İşte aşıklar hep böyledirler. Yani tıpkı Ziya gibi her an düşüp paramparça olabilirler.

Diğer Yazıları