Menu
ANNE ŞEFKATİ
Öykü • ANNE ŞEFKATİ

ANNE ŞEFKATİ

F. öğle yemeğini yolu bu mahalleye düştükçe uğradığı esnaf lokantasında yedi. Tavuk sote, pirinç pilavı, yoğurt ve tel kadayıf. Beyefendi tavırları ve her uğrayışında bıraktığı bahşişler sayesinde gözüne girdiği lokantacının çay konusundaki ısrarını reddetti. Bir ekonomi dergisinde yemekten hemen sonra içilen sıcak içeceklerin mideyi genişletip, göbeğin ihtişamına ihtişam kattığını okumuştu. “Başka sefere!” deyip yurtdışına yaptığı bir iş gezisinde aldığı göze batacak derecede alımlı deri çantasını omzuna taktı. Çıkış kapısına yakın bir kısımdaki kasaya ödemeyi yaptı. “Üstü kalsın”  komplimanına  kıllı bir tebessümle saygılarını arz eden  pala bıyıklı lokantacının uzattığı kolonya şişesini reddettikten sonra dışarı çıktı.

Öğle ezanı okunalı bir saat kadar olmuştu. Bu mahalleye yolu düştükçe uğradığı camiye doğru yola koyuldu. Bir buçuk seneden beri düzenli olarak namaz kılıyordu.  F. Avrupa’ya yaptığı bir iş gezisi esnasında hava alanındaki basit bir büfeden aldığı incecik bir kitapta okuduklarından etkilenmiş, yaşamdan sonraki hayatı için bir şeyler yapması gerektiğini düşünmüştü. Belki çelişkilerini dindireceği bir liman arıyordu ve bu kitap liman yolunun kılavuzu olmuştu, belki de F. de heves enflasyonu ile sürekli yeni meşgaleler edinen o dimağlarının bir yanı hep boş okumuş züppelerdendi. Kendi hakkında, yaptıkları, yöneldikleri, kaçındıkları ya da hesapladıkları hakkında çok fazla düşünen birisi değildi zaten. İçindeki o seslere ara sıra onları umursamayacak kadar dengeli bir değer verirdi. Mesela onun gibi birisi namaza basit bir büfenin ucuz sepetinden aldığı kitap aracılığı ile başlamamalıydı. Hele esnaf lokantasında yemek yemek! Günün bu saatinde dosyalara gömülmüş olmalıydı, kulağından telefonlar inmemeliydi. Canı sıkkın bir yazarın buğulu öykülerinde gezinmek yerine, alımlı bir kadının hayran bakışları altında uzun ama anlamlı cümleler kurmalıydı İstanbul Boğazı’nın en manzaralı noktasında. Hayır, F. camiye vardığında o keskin sonbahar esintilerinin birinin serinliği ile irkildi. Allah’tan abdestliydi. İhale toplantısının sonunda otelden çıkarken beş yıldızlı tuvaletin sıcak sulu lavabosunda almıştı abdestini. Görüşme iyi geçmişti, görüşme esnasında ikram edilen bitki çayları çok lezzetliydi, oturduğu koltuk yumuşacıktı ve etrafındaki insanlar tüm ihtiraslarına rağmen kibar ve güleçti. Çıkışta, lavaboya girerken yüzüne, kollarına, ayaklarına değecek soğuk suyu düşünerek kaygılanmıştı ama hayır; kaygısı boşa çıktı, lavabodaki su sıcacıktı. Tene değen soğukluklardan nefret ederdi, eli ekmek tutana kadar üniversite yurtlarında, bekar evlerinde hep soğuğa sarılıp yatmıştı. Mücadelesi bakımsızlığın ve kimsesizliğin simgesi olan soğuğa karşıydı. Camide, minberin etrafında bağdaş kurarak oturmuş kuran okuyan birkaç ihtiyardan başka kimse yoktu. Cami yerden ısıtmalıydı, ayaklarına değen yumuşaklığın bedenine naklettiği ısı öyle hoşuna gitti ki. Huşu ile namazını kıldı, dizlerinin aşınmasına, pantolon ve gömleğinin kırışmasına aldırmadı, namazının bitiminde yüz bir kere Allah’ın Vedud ismini ucuz, plastik tespihin şıkırtısının ahengi ile zikretti. Sonunda F. dua niyetine Nas Suresi’ni okudu. İnsanlardan korkuyordu çünkü, bütün iyi niyetlerin ahmaklık sayıldığı ve insanın herhangi bir dünyevi metâya indirgendiği tarihsel acılığı hem birkaç kez tatmış hem de tadan çoğu kişinin öyküsüne şahit olmuştu.  Her şeyin olmasa da en azından, yüreklerdeki yangınların başka yüreklerin bahçelerini ferahlatan bir sinik yağmur olduğunun farkındaydı ve bundan ara sıra utanmaktaydı. Namaz bitince çıktı, ihtiyarlara selam verdi, kuran okumayı sonlandırmış çekik gözlü bir ihtiyar gülümseyerek selamını aldı. Caminin önünde uzayıp giden caddenin sonuna doğru yürümeye başladı, karton fincanlarda satılan Türk kahvesinden aldı, acıydı. Kahve ara sıra tepesinde nükseden o korkutucu ağrının, yüksek tansiyonunun sıkı dostlarındandı ama olsun, her insanın huysuzluk yapacağı ufak tefek zevkleri olmalıydı. Bir gün ondan da vazgeçerdi, üniversite yıllarında da sigaradan vazgeçemeyeceğini beyan ediyordu. Üç yıl önce onu da bırakmıştı işte! Göbek yapmıştı, abur cubura biraz düşmüştü ama olsun. Yokuşları, merdivenleri çıkarken tıkanmıyor, geceleri korkuya kesen kalp çarpıntılarıyla uyanmıyordu artık. Asıl gitmesi gereken yerin sokağına doğru saptığında kahvesi bitmişti. Kâğıt fincanı buruşturup üzerinde belediye amblemi olan minik, plastik bir çöp kutusuna attı. Caddeden kopup, sokağın içine ilerledikçe etrafındaki her şeyin kalitesi düşüyordu. Az önce omzuna çarptığı kişiler işsiz sanatçılar ve birbirleriyle koklaşarak yürüyen üniversite öğrencileriydi. Şimdi martı kanatları tepesini gölgelerken güzel kıyafetlerine, asil duruşuna ve pahalı çantasına gözlerini diken eğitimsiz, çirkin ve saldırgan insanları aşmaya çalışıyordu. İnsan donlu timsahları, bakışlarından en yüce değerlerin bile bir paket sigaradan daha değersiz kaldığı ve kıyasıya ve sürekli aç o tundra hayvanları gibi hareket eden her şeye bir av muamelesi yapan yarı hayvan insanları. Hepsi ama hepsi aymazlıklarıyla çağın acılarını damaklarında eşsiz bir lezzete çevirmiş yüzlerinde katre nur olmayan etten birer öğütme makinesiydi.  Aştı hepsini F. şimdiye kadar aştığı engellerin hepsinden daha az bir emek lakin daha somut bir tiksintiyle. Demir kapının önünde kirli sokağa girenleri kontrol eden polis noktasına ulaştığında polislerin bakışları donuklaştı.
-Buyurun!

-Müsaadeniz olursa içeri gireceğim!
Polisler onun gibi kibar ve varlıklı olduğu her halinden belli olan bir beyefendinin bu mezbelede ne aradığına şaşırdılar. Onun gibi birisinin bedenini tatmin etmek için böylesi çöplüklere ihtiyacı yoktu ki. Ne kadınlar vardı kim bilir etrafında! Düşünceleri görevlerinden daha önemli değildi polislerin, kapıyı açmak zorundaydılar.
-Teşekkür ederim.
F. Üzerindeki lekeler zamanın esintiden elleriyle yozlaşmışlığa dair önemli mi önemli bir sanat eserine dönüşmüş demir kapıdan içeri girdi ve diğer günlere nazaran seyrek olan sokakta ağırca ilerlemeye başladı. Ceplerini ve çantasını kolluyordu çünkü yankesicilerin ustalıklarını göstermekten çekinmeyecekleri bir ortamdı burası. Camekânları el izleri ile kirlenmiş çerçeveleri cırtlak boyalı geniş pencerelerin ardında en çetrefilli savaşta rolleri esaretten başka bir şey olmayan garibanların kendilerini düşmanlarına sunma çabalarına göz ucuyla bir baktı.  Etrafındakiler kış uykusundan yeni uyanmış ayılar gibi yalanırken F. içinden bir Nas Suresi daha okudu. Pencereleri mavi demirli sarı eve yanaştıkça içindeki heyecan arttı. Ne zaman hasretini çektiği şeylere kavuşmanın heyecanına kapılsa boğazı ile göğsü arasındaki etlerde bir karıncalanma olurdu, hafiflerdi. Mavi demirlere tutunarak dışarıdakilere çürümüşlüklerini sergileyen çaresiz kadınları izleyen yığını güçlükle aştı. Kulağına çalınan kelimeler midesini bulandırıyordu ama olsun. Az sonra bu çirkin tınıları duymayacağı pembeden pamuktan bir dünyanın en bulutlu göğünde olacaktı. Kapıdan içeri girdiğinde iç çamaşırlarıyla oturan kadınlar etrafını sardılar. Böylesi paralı ve bakımlı bir keklik asırdan asıra düşerdi martıların yağmaya doymadığı bu çöplüğe!  F. etrafını saran kadınlarla ilgilenmedi, en genç ve en bakımlısıyla bile. Başını salonun her köşesinde gezdirdi, aradığı ortalıkta yoktu. Salonun derinliğinde bir koltuğa kurulmuş gazete okuyan tüccarın yanına gitti.

-Selamlar!

-Ooo abicim, hoş geldiniz. Nerelerdesiniz aylardır.

-Eh uğrayamadım, işler güçler, vakitsizlik.

-Allah hepimize bol kazanç versin.

Tabi ki F’nin bu herifle muhabbet etmeye niyeti yoktu. Sabırsızlanıyordu.

-Nerede o?

-Şimdi gelir güzel abim, bekle. Bir çay ikram edeyim sana.

-Teşekkür ederim.

-Olur mu yahu!

-Hayır gerçekten, teşekkür ederim. Müşterisi mi var?

Tüccar daha sorusuna cevap vermeden O başı balık kafası, gövdesi öküz gövdesine benzeyen terden gök rengi gömleği sırılsıklam olmuş nursuz bir adamın koluna girmiş aşağı iniyordu. Adam elini onun omzuna atmıştı, ve sırf laf olsun diye somut bir yapmacıklıkla kahkaha atıyorlardı. O, F’yi görünce duraksadı. Gülümsedi, kaybettiği bir şeyi bulmuş gibiydi. F. onu görünce tüccarın yüzüne baktı. Gözleri umutla doldu, bu bakımlı ve azametli adam şimdi yerinde duramayan uçarı bir çocuğa dönüşmüştü. O, biçimsiz müşterisinin açık alnına bir öpücük kondurdu, adamı abartılı iltifatlarla sepetledi.

-Nerdesin aylardır be hayırsız?

-Boş ver, konuşma şimdi sabırsızlanıyorum, haydi hemen yukarı çıkalım.

-Acele etme be civanım, bir ikramımızı kabul etseydin!

-Ne olur ısrar etme, ne diyorsam onu yap, hadi acele et yukarı çıkalım.

F’nin cümlesinin ardından tüccar kadına göz kırptı. Kadın F.’nin koluna girdi, yukarı çıktılar.
Odada ağır bir ter ve rutubet kokusu vardı. Küçük bir sehpanın üzerindeki minik bakır tabakta sigara izmaritleri, çiğnenmiş bir sakız ve ufak birkaç kağıt parçası… Bir iç çamaşırı duruyordu yatağın üzerinde, dantelleri sökük, yıkana yıkana yıpranmış ve kirli.

-Amaan bu naleti nasıl unutmuşum burada, kusura kalma.

F. hiçbir şey söylemedi, acıyla tebessüm etti. Yatağın üzerindeki çamaşırı alıp bir çekmeceye tıkıştırdı. Ellerini etrafı sapsarı kesilmiş kara taştan bir lavaboda yıkadı. F. kadının ellerine baktı, tırnakları turuncuya sarılı bir ojeyle kaplanmıştı. Üzüldü, bir şey demedi.

-İşlerin nasıl?

-Çok iyi, geçen hafta bir ihale aldık, onun koşuşturmacası. Sen nasılsın?

-Kötüyüm, ülser olmuşum, geçen ay hep hastane hastane süründüm. Çekiyoruz işte.

Doktor olacak kör olası ilaç verdi ama ilaç ne etsin. Yaş oldu elli bir be yiğidim.

-Geçmiş olsun. Tırnaklarını boyamışsın, neden yaptın bunu?

O gülümsedi, karşısındaki adamın dikkatine şaşırdı, böyle adamların olabildiği bir dünyada, böylesi zeki ve dikkatli bir adamın kollarında bir ömür tüketmek varken, alık ve kıllı, soluk dahi almayı beceremeyen öküzden bozma canavarların birkaç dakikalık eğlencesi olduğu için üzüldü. “Kader” dedi içinden.

-Dün bizim kızlardan biri almış, rengi hoşuma gitti, çalayım dedim tırnaklarıma. Olmamış mı?

-Çıkarabilir misin onları?

-Rengini mi beğenmedin?

-Çıkarabiliyorsan çıkar ne olur!

-Çıkarırım çıkarırım asetonum var, iste sen aslanım, emret yeter.

O, az önce kirli iç çamaşırını tıkıştırdığı çekmecenin içerisinden ufak şeffaf bir şişe çıkardı ve de bir bez parçası. Tırnakları ile uğraşmaya başladı, F. o tırnaklarını temizliyorken odaya baktı. Birkaç metrekarelik bu mezbeleye ne ergen heyecanları, ne serseri şehvetleri ne haykırışlar ne tokat şakırtıları sinmişti acaba. Mavi, plastik, fileli bir sepete doluşturulmuş pis çamaşırlara baktı, yatağın üzerindeki lekelere, kapısı aralı duran gardrobun derinliğinde sıralanmış renkli çarşaflara. Duvardaki boynu bükük çiçek resmine baktı, çiçeğin içinde olduğu vazonun bile kulpu kırıktı. “Kader” dedi F. herkese göklerde bir rol biçilir ve herkes rolünü yerlerde yuvarlar.

-Bitti yiğidim tamam!

-Hazırlan o zaman!

-Tırnaklarımı boyadığımı nereden fark ettin be canım, iki ay oldu neredeyse görüşeli.

-Ben mimarım, ister istemez dikkat ediyorum böyle şeylere.

-Okumak güzel şey be yiğidim, ne güzel şey şu okumak.

-Her zamanki gibi mi?

-Evet.

F. çantasını yatağın kenarına koydu ve içinden minik siyah bir poşet çıkardı; poşetin içinden de mor renkli bir yazma! Kadına uzattı, kadın tecrübeyle yazmayı başına bağladı. Ardından F. serçe parmağı büyüklüğünde bir göz kalemi çıkardı çantasından. Yazmayı başına bağlamış kadının sol gözünün altına ve dudağının sağ kenarına koyu ve büyük birer et beni çizdi.

-Tamamdır şimdi.

Kadın alışık olmadığı bir ağırlıkla gidip yatağın sağ ucuna oturdu. F. Yatağa uzandı, başını kadının dizlerine denk getirdi. Kadın da mutluydu. Tatmadığı, tatmaya fırsat bulamadığı bir sevecenlikle bütünleşiyordu şimdi.

-Başlayabilirsin.

Kadın tombul parmaklı elleriyle F’nin saçlarını okşamaya başladı. Gerçekten sevecenlikle dokunuyordu, gerçekten dokunmayı istiyordu ve yine gerçekten her şey F’nin istediği gibiydi.

-Yavrum, kınalı guzum, kurbanı olduğum, gadasını aldığım.

Kadının kalın sesi kulaklarına dolmaya başlayınca F. gözlerini kapadı. Okşanmakta olan başını dizlere gömdü, her okşayışta biraz daha  buharlaştı yüreği bedeninden, her okşayışta bir başka bulutta yer edindi kendine. Şimdi F. için her şey inanılmayacak kadar güzeldi ki bu ana inanamıyordu da zaten.

-Yavrum, kınalı guzum, kurbanı olduğum, gadasını aldığım.

Diğer Yazıları