Menu
Haberler • "SEL VE KUM" çıktı!

"SEL VE KUM" çıktı!

CEMAL ŞAKAR'IN GİDENLER GİDENLER (1990), YOL DÜŞLERİ (1996), ESENLİK ZAMANLARI (1999) ve PENCERE (2003) ADLI KİTAPLARINDA YER ALAN ÖYKÜLERİ "TÜM ÖYKÜLER I: SEL VE KUM" ADIYLA "OKUR KİTAPLIĞI" TARAFINDAN YANLANDI.

Tüm Öyküler 1: Sel ve Kum'un sunuş yazısı:

CEMAL ŞAKAR ÖYKÜLERİNDE FİZİKLE META-FİZİK DİLİN İZDİVÂCI

Yazma eylemi, düşünen özne’nin öz-ne-liği’ni keşfetme çabasıdır.

Bu çabayla kalemi eline alan yazar, hayatta kendisine tekâbûl eden ve/ya kendisinin onda tekâbûl ettiği yeri belirleyerek ve betimleyerek başlatır yazı serüvenini.

Kim-lik sorgulaması, diğer düşünen öznelerden farkı ve bu farkın niteliği/niceliği, onu kuşatan şeylerle olay, durum, duygu düzeylerindeki ilişkisi ve düzeyler karşısındaki sorumluluk ve/ya sorumsuzluk tutumu özne-özne, özne-nesne, fizik-metafizik mütekâbiliyeti esasına göre yazarın öz-ne-liği’nin keşif süreçlerini oluşturur.

Kimi yazarlar, öz-ne-lik keşfini asıl yazı alanı olarak belirleyerek, kendi mahrem ve dolayısıyla gotik dünyalarını sivriltmeyi seçerken, kimi yazarlar da kendini kendine karşı ötekileştirerek, diğer öznenin perspektifini, nesnenin bilgisini kuşanarak genelin içinde özel kalmayı tercih ederler.

Şu anda, ilk dört kitabında yer alan öykülerini topluca okumaya hazırlandığınız Cemal Şakar, söz konusu bu iki tutumu yazma eyleminin gerekli iki aşaması olarak gören ve uygulayan bir öykücüdür.

Gidenler Gidenler (1990)’deki on bir öyküsünde, yazan öznenin öz-ne-liğini keşfe çıkan Cemal Şakar, bu öykülerinde, birey olarak kendi var-lığı’nı tanımlayabilmek için kendi(nden) kaçışlarını, aile, arkadaş ve mekan ilişkilerini, “bildik bir veda”nın, ancak şimdi tahakkuk eden hüzünlü, ağrılı sonuçlarını gotik bir üslup içinde, nostaljik bir tutumla anlatır.

Bu nedenle, Gidenler Gidenler’deki öykülerinde ötekini anlatırken de aslında hayata bakış biçimini sivriltir Cemal Şakar; okur için meçhul (mahrem) olan kendi iç-in-i, kelimelerin kalıbına dökerek dış-a vurur; deyim yerindeyse iç-i-nin atlasını, dış-a doğru üfleyerek kendi kubbesini görünür kılar; öz-ne-liğe mahsus temel sorularını gotik olanda vuzûha kavuşturarak, ilgili cevaplarını da dilsel bir çerçeve (öykü formu) içine (bu eyleminden huzur duymadığını gizlemeksizin) yerleştiririr.

Gidenler Gidenler’deki son öyküsü (İnşirah), Cemal Şakar’ın söz konusu sivriltmeden ve dolayısıyla gotik tutumundan mutmain olmayışının delilidir; öz-ne-liğin keşfi, öznel olanın abartılmasından daha öte-de bir yerde mümkün olabilmelidir; tam da bu nedenle son öykü “İnşirah”, Cemal Şakar için öz-ne-liğin keşfinde gotik olmayan bir yeni imkân arayışının ilk eşiğini oluşturur.

İnşirah’ta özne-zaman-toprak-mekân-yol-yolcu-hicret silsilesi içinde öz-ne-lik sorusu/sorgusu, özneyi belirleyen diğer öz’lerin varlığıyla kâim kılınarak gotik olandan bütüne (tümel’e) bir yol aralanır.

Gidenler Gidenler’deki öykülerin de içinde yer aldığı Yol Düşleri’nin (1996) ikinci bölümündeki sekiz öykü, aralanan söz konusu yolu tümüyle temsil etmese de, o temsile mahsus tüm işaretleri içinde barındırır.

Öz-ne-liğin keşfini mütekâbiliyet esasıyla kendini konumlandırma sürecinde özne’nin iç-sel tekâmülü olarak da okuyabileceğimiz sekiz öyküde, öncelikle sır (hakikat), ayna (karşılık), ses (“İşittik ve itaat ettik” Bakara 285) metaforlarını fizikî (gotik) olandan, meta-fizik olana yatay geçişin zorunluluğu olarak da okuyabiliriz.

Bu zorunluluk, Esenlik Zamanları (1999)’nda yer alan on öyküde yerini, bundan böyle sadece Cemal Şakar’a mahsus olacak fizikle meta-fizik dilin gönüllü, düşünülerek benimsenmiş izdivâcına bıkarır.

Bu izdivâçta yazar, hem seçen, hem de seçtiğini seçkinleştirmeyi üstlenerek onun seçimine edebî planda süreklilik kazandıran bir konumu üstlenir; meta-linguistik olanı kendiliğinden dayatan meta-fizik, Cemal Şakar öykülerinde, iç-gerçekliğin (hakîkatin, rüyanın, tahayyülün, vehmin) dış-gerçeklikle (fizikle) cilveleştiği, zâta (yazara) mahsus bir biçim ve biçem zemininde kendini  üreterek var eder artık.

Esenlik Zamanları’ndaki öykülerinde, öz-ne-liğini, “Kendi haklarını düşünmekten ar” edip, “benim benimi kentin benine kat” diyerek, Rab- merbub, vahdet – kesret, vücud – mevcud, varlık – yokluk ilişkisine dahil eden Cemal Şakar, öz-ne’deki ben-cillik’ten, öz-ne’deki öz’ü keşfetmenin büyüsüne feda eder sorularıyla, sorgularıyla tüm öz-ne-liği.

Pencere (2003), söz konusu feda edişin gerçekleştiği noktada, aranmaksızın bulunmuş bir öz ve biçimin ürünü olan öykülerden oluşmuştur; “bu öz, bu biçimi; bu biçim, bu özü gerektirir” dedirtecek cinsten bir uyumu içeren Pencere (içinde beş) ve diğer (içinde dört) öyküler, Cemal Şakar’ın yukarıda ana hatlarıyla verilmeye çalışılan öykü serüveni bilinmeksizin değerlendirildiğinde onun “ustalık” zamanına mahsus sayılacaktır.

Oysa ki, bu niteleme Cemal Şakar’ın elinizdeki (ve sonraki) öykülerinin tümü için geçerlidir; son öyküsü İstitrad’da ne kadar ustaysa, ilk öyküsü Gidenler Gidenler’de de o kadar ustadır Cemal Şakar; ilk öyküsünden son öyküsüne değişen öz-ne-liğin tahkiye edilme düzeyleridir. Diğer bir söyleyişle, Cemal Şakar öyküsü, ilk öyküsünden son öyküsüne özne’nin bencilliğinden, öznenin (görünen ve görünmeyen yüzüyle) âleme katılışının, özne’nin öteki’yle kaynaşmasının serüvenidir.

Elinizdeki öyküler toplamı bu bakış açısıyla okunduğunda taklit yoluyla ya da cetvel hesabıyla yazılan öykülerden farkını size kendiliğinden gösterecektir.

Asıl bu nedenle, Cemal Şakar öykülerinin kurgusu ve dili (biçimi ve içeriği) konusunda burada ayrıca bir bahis açmak, aslan’ın güçlü olduğunu söylemekle eş-değer olacaktır; Cemal Şakar öykülerinin dil, biçim ve içerik açısından yetkinliği, biricikliği ilgili her değerlendirmenin daha başında teslim edilmesi gereken bir haktır ve hak edilmiş olanın ayrıca bir değerlendirilmeye tabi tutulması sözü gereksiz yere çoğaltmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

O halde, buyurun Cemal Şakar’ın öz-ne-liğin keşfinden ve fizikle, meta-fizik dilin izdivâcından doğmuş öykülerini okumaya...

ÖMER LEKESİZ