Menu
HAYRİYE ÜNAL'IN 'EŞİKTEKİ ÖZGÜRLÜK ÇOK SESLİ ŞİİR' ADLI KİTABI ÇIKTI...
Haberler • HAYRİYE ÜNAL'IN 'EŞİKTEKİ ÖZGÜRLÜK ÇOK SESLİ ŞİİR' ADLI KİTABI ÇIKTI...

HAYRİYE ÜNAL'IN 'EŞİKTEKİ ÖZGÜRLÜK ÇOK SESLİ ŞİİR' ADLI KİTABI ÇIKTI...

HAYRİYE ÜNAL’ın, edebiyat dergilerinde yer alan eleştiri, kuram, inceleme türündeki “ŞİİR DÜŞÜNCELERİ”, Hece Yayınları tarafından EŞİKTEKİ ÖZGÜRLÜK - ÇOKSESLİ ŞİİR adıyla kitaplaştırıldı.

Bu kitapta yer alan yazılar, dergilerde yayımlanma esasına göre 2006 ve 2011 yılları arasına dağılıyor. Bunlardan bazıları Karagöz, Dergâh ve Ücra dergilerinde, sair yazılarsa Hece dergisinde yer almak üzere okuyucuyla karşılaştı. Fakat fikirlerin şekillenme süreci 2000’li yılların başına kadar götürülebilir. Ünal’ın; özellikle ikinci şiir kitabı Âdemin Kızlarından Biri’ndeki şiirleri, teorisini yazmaya giriştiği şiirlerin sezgisel öncüsünü oluşturuyor.

İlk bölümde Ünal’ın şiirsel düşüncesinin ulaştığı tartışmaya açık kanaatler yer alırken, ikinci bölümde şiirsel görüşüyle dolaylı ilişkileri olan başka şiirsel düşünceler açılıyor. Kökenleri şiir alanı dışında yer alan bazı kavramların şiire getirebileceği genişleme olasılığının peşinden gidiyor yazar.

Bu minvalde ilk bölümde; Ünal “Tekinsiz Bir Edebiyata Doğru” yazısında İkinci Yeni ile hesaplaşıyor. Bu hesaplaşma İkinci Yeni söylemiyle ilgili değil, daha çok bir akımın hareket tarzından doğan yanlış izlenimleri yok ederek gerçekleşiyor. Bugün, şiir ortamına sirayet eden kolaycılık, İkinci Yeni şiirlerini talan edilecek bir malzeme olarak görmeye evriliyor. Bu da yazarın bu hareketle hesaplaşmasını gerektiriyor ve onu şiirin yolunda bir güzergâh olarak yorumlamaya zorluyor. Ancak bu yazıda daha öncelikli iş olarak, ‘kurulmuş bir şey olarak Türk Edebiyatı kavramı var mıdır’ sorusu soruluyor. Böylece şiirimizdeki güzergâhları yorumlama konusunda da daha soğukkanlı olunma olasılığı yoklanıyor.

“Yalnız Şiirle Doğanlar ve Anlatılası Mücadeleleri”, bir şiirde yer alan insan figürü dolayısıyla, Âkif’teki epik sesle, Turgut Uyar’da epik sanılan ses arasındaki farkı ortaya koyarak şiirde Çoksesli durumun belirdiği anlara tanıklık ediyor.

“Çoksesli Şiir Poetikası: Hipotezler”, majör ve minör edebiyatın ayrımlandığı sapakta kuruluyor.

Klişe ve deformasyon, edebiyatımızdaki birçok kavram ikilisi gibi sürtünmeleri esnasında yandaşlarını ve karşıtlarını ayırır. En sade şekle indirgendiğinde, amacın, etki yaratmak olduğunu görürüz. Klişe bir dili kullanan şairlerin davranışında belli bir kitle üzerinde bu dilin etkili olduğunu müşahede etmeleri rol oynar; deformasyona yönelen şairin davranışı ise daha çok muhayyel bir okuyucu üzerinde yaratılacak bir etkinin hayalidir. “Hadi, O Eski Havaları Çal Yine” yazısında yazar, klişe şairin yenilik korkusunu ve yeni sözcüğünün dışsal etkisine güvenen şairin klişe korkusunu birbirine benzetiyor. Edebiyat çizgilerinin doğrusal olmadığı, döngüsel olduğu da ortaya çıkıyor böylece. Deformasyona örnek verirken yazının oluşumu esnasında şiir yaratılabileceğini de gösteriyor Ünal bu yazıda. Biri Necatigil, diğeri de Zarifoğlu şiiri ile oynanarak oluşturulmuş bu örnekler aynı zamanda bir şairin -kendi şiiri üzerinde bile olsa- otoritesini kırmak gerekliliğini de işaret ediyor.

“‘Hükümler Mecellesi’ ve Çoksesli Şiir”, “Çoksesli Şiirde Acı Tasavvuru veya Mutlak Nesnellik Yoktur” ve “Çoksesli Şiir Barkodsuzdur” yazıları; yazarın şiirsel iddialarına yönelen bazı itirazlardan yola çıkarak oluşturulmuş yazılar. “Hükümler mecellesi”, Sezai Karakoç’un edebiyat bağlamında kullandığı önemli bir kavram. Majör ve minör ayrımında siyaset nasıl içkinse, edebiyatta da etik içkindir. Bu yazılar boyunca; yazar, dile gelmeye değer bulunan şeyin nasıl da etik olduğu, bunun aynı zamanda estetik bir düzlemde kalabildiği sürece şiir olduğu; bu ikisi bir arada olabildiği sürece ayrıca bir hükümler mecellesi geliştirmenin keyfîliği üzerinde duruyor. Acı tasavvuru da böylece bunların gölgesinde şekilleniyor. Şairin toplumda yatay düzlemde olmasa bile dikey düzlemde, yani zamana yayılan etkin konumu böylelikle açıklanabilir hâle gelir. Deneyimin ne zaman şiirselleştiği kadim sorusunun yanıtı da bu yazılarda bulunabilir. Bu yazılarda ‘90’lı yıllar sonunda ve 2000 sonrasında etkili olan epik yönsemeli şiirle çoksesli şiirin ayrışması önemli bir problem olarak çözülmeye çalışılıyor. Bu ayrışma önemli, çünkü epik türün modellere gönderme yapması onu majör bir tür olmaya aday kılıyor. Epik türün içindeyken içimizdeki kurt bir sorudur: Epiğin kusursuz bir iktidar yandaşı olması olasılığı şairin muhalif varoluşunu sekteye uğratabilir mi? Bunun yanıtı ise daha çok “Şiirin Eksiği, Kahramanın Mümkünü, İktidarın Lütfu” başlıklı yazıda aranıyor.

İkinci bölüm, Çoksesli Şiir’in metafizik anlayışı ile açılıyor. “Edebiyata İksir Metafiziğe Asâ”, metafiziğin şiir ortamındaki bütün kullanılışlarına bir itiraz olarak kuruluyor. Devamındaki yazılarda Çoksesli Şiir’in geleneğe bakışı, mitle ilişkisi, hakikat yaklaşımı, ironi görüşü, eşzamanlı kuramsal arayışlara bakışı, özerk şiir algısı, zamandaş şiire bakışı somutlaşıyor.

Çoksesli Şiir, kurguyla ilişkili ve felsefî bir içerikten çok güncel malzemeye odaklıdır. Dolayısıyla postmodernizmin edilgen bir ürünü değilse bile postmodern tekniklerle iş görmeye de yatkındır. Buna dair “Postmodern Stratejiler ve Yöntem Sorunu Üzerine” yazısı sadece Çoksesli Şiir’in değil, günümüzde yazılan birçok şiirsel tarzın beslendiği kaynaklara işaret ediyor; postmodernizmle güncellenen sanatsal yöntem, sanatsal strateji ve sanatsal belirtileri birbirinden ayırarak işe başlıyor.

İçinde bulunduğu zamanı yorumlayabilmek, Çoksesli Şiir’in doğası gereği geri duramayacağı bir tavırdır. Bu doğrultuda kaleme alınmış dört yazı da şiir, dil, teknoloji ve gelecekçi tavırlar arasında yine Çoksesli şiirsel tavrı açmaya yönelik girişimler olarak bu kitapta yerini aldı. Bunlardan ilki “Geleceğe Dair Fragmanlar” fütürist bir bakış açısını yoklayarak işe başlıyor. Umudun, devrimin, olası tüm güzelliklerin, kurtuluşun, yeniden doğuşların ihtişamla beklediği yerdir gelecek. Bu geleceğin, bugün herhangi bir vaat içermediğinin de farkında olarak yazı, yine şimdi’ye gelip dayanıyor.  Yazının amaçlarından biri de şiire teknolojiyle getirilen boyutlara ve diğer duyularla zenginleştirilen şiire işaret etmek.

“Şairin Dille Sınavı: Kestiği Dala Binmek” adlı yazıda bugün birçok şekilde gözlemlenebilecek dile yönelik aşağılayıcı şair tavırlarından yola çıkılıyor. Bu aşağılayıcı tavırda, insanın dille bağlantısının bir zemin bağlantısı olduğu unutuluyor. Geçmişte yapılan deneylerden yola çıkılarak dile ilişkin bu ihmale uğramış bağlantı somutlaştırılmak isteniyor yazıda. Dil farkındalığı olarak özetlediğim istencin dil dışındaki malzemeyle yapılacak sanatsal girişimleri engellemeyeceği de bu yazının bulguladığı bir gerçek.

Dil farkındalığı, elbette dilin her türlü kıvrımlanışı üzerine kafa yormalı. “Heteroglot ve Kaçak Poetikalar” yazısı arkasına ideolojik veya düşünsel bir ufuk almamış olan, bundan dolayı herhangi bir makropolitikanın parçası olmayan argonun şiirselliğe katkısı üzerinde duruyor. Sınıfsal bir mekânı olmayan argo, dışarının ve köksüz olanın dilidir. Hiçbir öznenin iktidarına geçit vermiyor oluşu ile bütün temsil-temsil edilen ilişkilerini bozar. Bunun bir adım sonrası öznenin herhangi birine dönüşmesidir. “Herhangi Biri’nin Poetikası” yazısı bunun için oldukça önemli bir noktaya vurgu yapıyor. İnternet mecrasında isimsiz olarak veya rumuzla üretilen esprilerin, aforizmaların şiirle buluştuğu, anonimleşme eğilimindeki hazneye eğiliyor.

ARKA KAPAK YAZISI:

Şair Hayriye Ünal’ın 6 yıllık çalışmasının sonucu olan Eşikteki Özgürlük Çoksesli Şiir çekip gidemeyenin burada kalışı üzerine şiirsel bir tavır olarak yazıldı. Şair, dil ve gerçekliğin birbirini karşılıklı bağlamsızlaştırma ve yersizleştirme edimlerinden doğan bir şüpheyle –buralı mıyım, bu dilde mi ikamet etmekteyim şüphesi ile- yaratır. Bu eminsizlik onu içinde yaşadığı ve dilini konuştuğu toplumla sürekli ve beyhude bir meşruiyet savaşında tutar. Bu meşruiyet savaşı kazanıldığında bile savaş, pirus zaferine dönüşerek şairin elinden sevincini kesinkes alır. Çoksesli şiir, neşesi ancak buruk bir gülüş olan bireyin dünyanın hem karşısında hem de içinde bulunma acısından doğuyor. Çoksesli şiirin kişisi bir yoğunluk bölgesi veya daha kapsamlı ifadeyle bir düğüm olarak kavranmalıdır. Düğümü sıkıştıran veya gevşeten uçlar daima başka düğümlere bağlanmaktadır; çok dereceli yazgı denklemlerinin serimlendiği soyut bir hamak gibi. Beşerî deneyimin ancak bu şekilde gösterilebilir olduğuna inanır çoksesli şair.

Şiirleri, şiirsel varsayımları ve yazıları sıklıkla tartışma konusu olan Hayriye Ünal, modern şiirimizin uçlarında dolaşarak göze aldığı tehlikeli yükseğe bu kez okuru da davet ediyor. İnsanın güven duygusunu yitirdiği anda olduğunu, tedirginliği oranında insan kalabildiğini iddia eden Ünal için bu doğrultuda çoksesli şiirin de kalıcı bir sığınak olmayacağı söylenebilir. Nitekim Ünal’ın şiirsel düşüncesinde kalıcılık bir fetiş olmaktan çıkarılır; kalıcılık fikrinin insanları tahkim edilmiş alanlar dâhilinde iş görmeye güdüleme aracı olduğu deşifre edilir. Şiir ise bize ne kalıcılık arzusunu tatmin etmeyi ne de bir sığınak olmayı vaat eder. Şiirin bize tek vaadi şiirin kendisidir.