Menu
Hamit gibi gitti, sessiz, nümayişsiz...
Haberler • Hamit gibi gitti, sessiz, nümayişsiz...

Hamit gibi gitti, sessiz, nümayişsiz...

"Saat 11 oldu" diyor Kadir Demirel, "Ben, Hamit'i bekliyorum. Yok, hâlâ gelmedi."

"Geç geldiği zaman, iki elini açar, 'hepinizden özür diliyorum' der, yerine geçerdi. Bugün, gelmedi."

Yurt Haberler Servisi'ne uğradım, başsağlığı için.

Orası da, gazetenin başka bölümleri gibi, sessiz, ıssız.

Hamit'in oturduğu, her geçişte Hamit'i gördüğüm, eğer bir şeye iyice dalmamışsa, gözgöze selamlaştığımız köşeye bakamadım.

Gitti Hamit. Hamit Can gibi, sessiz, nümayişsiz, 'gidiyorum' bile demeden, gitti.

20 yıldan fazla var. Sultanahmet'te, Kamil Eşfak Berki'nin 'Binbirdirek' Kitabevi'ne yakın bir yerde, birkaç dostun arasında görmüştüm onu ilk kez. Ve gariptir, o gün tanışmamış olmamıza rağmen, 'Hamit Can' diye birisinden bahsedildiğinde, orada gördüğüm munis, mütevazı adamdan bahsedildiğini hissediyordum.

Sonuçta, hayatın doğal akışı içinde, merasimsiz, tanışmış olduk Hamit'le.

İzlenim Dergisi'nde çalışırken, mesai arkadaşı olduk. Herhalde, bir yıldan fazla bir süre birlikte çalıştık.

'Diriliş'ti, bizi aynı sokaklarda, aynı mekanlarda buluşturan. Hamit, hayatının erken bir döneminde o 'asil' kapıyı bulmuş, erkenden orada karar kılmış, bir daha başka tarafa bakmamıştı.

O, 'aşk'la bağlıydı Diriliş'e.

Bana göre, 'Diriliş'te bir cümle yayımlamış olmak bile, onur olarak yeter bir yazara.

Hamit'in, Diriliş Dergisi'nde çok güzel yazıları çıktı.

Defalarca konuşmuşuzdur Hamit'le. "Hamit, şu Zeyrek çok güzel kitap olur, yaz şunu, tamamla."

Hamit'e göre, 'tamam değil'di henüz. Bir kısmı Diriliş'te yayınlanan o metinler, şimdi ne haldedir, bilmiyorum.

Tamamlanamamış bir çok şey vardı Hamit'in hayatında. Sadece yazıya dair değil, hatta yazıdan daha çok hayata dair bir çok şey.

İnşallah, hiç olmazsa yazdıkları, çizdikleri bulunur, toparlanır da, bari kitapları vesilesiyle Hamit Can'la konuşmamız mümkün olur.

Bir 'çile'ydi Hamit Can'ın yeryüzünde, 'iki günlük dünya hayatında' yaşadığı.

Üzerinde ağır bir yük vardı ve elbette o, üzerindeki yükün taşıyabileceği kısmından mes'uldü.

O kadarını taşıdı.

Kazakistan'daydım, Özcan Ünlü telefonla bana Hamit Can'ın Ahiret'e göçtüğünü haber verdiğinde.

Hamit, sabah namazını kılmış, istirahate çekilmişti. O istirahat, dünya çilesine nihayet veren 'kamil' bir istirahatmiş. Eşi, çocukları bir müddet sonra yanına gittiklerinde, Hamit'in bu dünyadan göçtüğünü farketmişler.

Yani Hamit gibi gitmiş Hamit Can. Sessiz, nümayişsiz, hatta suskun. Sanki, kendi ölümünü bile içine atmış...

Haberini aldıktan sonra, kendimle konuştum.

Allah, belki de bizi imtihan ediyordu Hamit'le. Bunu düşündüm.

Şu dünyada doğru dürüst bir gün göremedi, bir rahat nefes alamadı Hamit. Bunu düşündüm.

Kaybedilen bir imtihan, zil çaldıktan sonra ne kadar kazanılabilir? Bunu düşündüm.

Çok güzel, pırıl pırıl çocukları var Hamit'in. Ben, Sedat'ı, Cüneyt'i, Zeynep'i tanıyorum. Bunların dışında da, gördüğüm, selamlaştığım çocukları var ama, şimdi isimlerini anmaya kalkarsam yanılabilirim.

Onlar, Allah'ın emanetleri. Gidenlerin sorumluluğundan, elbette, dünyada bir süre daha kalacaklara hisse vardır.

Allah, eşine, çocuklarına sabır versin. Allah, onları bir daha mahzun etmesin.

Allah, Hamit'in Ahiretini mamur etsin.

(YENİ ŞAFAK, 14 ŞUBAT 2010)