Bizim memleketlerde acayip sorular ve acayip cevaplar vardır. Bunların sayısı sınırsızdır ve her biri ayrı ayrı güzeldir.
Ama şimdi aklıma gelen, cevabı tescil edilemeyen bir soru. Bir zamanlar, arkadaşım Fuat Susuz anlatmıştı. (Fuat, Sürmeneli’dir. Köylerinin adı yanlış hatırlamıyorsam Mezire.)
Köyde bir adam, Fuat’a soruyor:
“Biz ne zamandan beri muslimanuk?”
Fuat, ayet-i kerimeyi de hatırlatarak cevap veriyor: Kaaluu Belaa’dan beri.
Adam, asıl can alıcı sorusunu soruyor:
“Tamam, Kaaluu Belaa’dan beri muslimanuk. Bi soru daha soracağum sana. Kaaluu Belaa’dan önce ne idik?”
Hadi çık işin içinden.
“Emice, Kaalu Belaa’dan önce ruhlar yaratılmamıştı. Dolayısıyla, Müslüman ya da gayrımüslim değildiler.”
Yok. Bunlar cevap değil. Soruyu soran adamın kafa konforu yerinde.
“Ben bu soruyi çok hocalara sormuşum. Kimse cevap verememiş.”
Şimdi benim sorum da, İslamcılık’a dair. Aynı Sürmeneli köylünün sorduğu soru gibi.
“Biz ne zamandan beri İslamcıyız?”
Bunun, tabii, enva-yı çeşit cevabı var.
Kimisi tutup, ‘Kaaluu Belaa’dan beri İslamcıyız’ bile diyebilir. Desin.
“Felsefe yapma, İslamcılık kelimesi ne zamandan beri var” diye sorarız biz de.
Diyelim ki cevabını aldık.
“Abdülhamit’ten beri” dedi birisi.
Veya Sait Halim Paşa.
Ya da Bediüzzaman.
Eşref Edip... Necip Fazıl... Sezai Karakoç...
(Bu iş asla Yahya Kemal’e kadar gelmez.)
Veya bir başkası, “Milli Nizam Partisi’nden beri” demiş olsun.
Asıl soru, orada sorulacak. Tıpkı Sürmeneli’nin yaptığı gibi.
“Peki, Abdülhamit’ten evvel ne idik?”
“Efendim, Abdülhamit’ten önce İslamcılık yoktu, çünkü İslamcılığa gerek yoktu.”
Ben seviyorum ve çok içine dalmadan izliyorum İslamcılık tartışmalarını.
Kimi zaman, ‘İslamcılık’ veya ‘Selametçilik’ kelimelerinin yerine ‘Müslüman’ kelimesinin kullanıldığı günleri hatırlıyorum.
Mesela, birinden bahsediliyor.
“Milli eğitimde bir arkadaş var, iyi, birikimli bir arkadaş.”
Bu yeterli değil. ‘Birikimli arkadaş’ı daha iyi tanımak için bir bilgiye daha ihtiyaç var.
“Müslüman mı?”
Bu soru, ‘Selametçi mi’ diye de sorulabilirdi. Cevabı aynı işe yarardı.
Geriye doğru baktığım zaman, bana sevimsiz geliyor. Ama o zamanlar yadırganmazdı böyle sorular.
Ahh! “Türk müsün, Müslüman mısın?” sorusunu unuttuk. O devirlerde, ülkücü arkadaşlarımız böyle sorular sorarlardı.
Şimdi şöyle bir soru mu çıkmalı ortaya? Bir işe yarar mı?
İslamcı mısın, Müslüman mısın?
Bir bu soru eksikti.
Ben, insanlar arasındaki ‘ideolojik’ farkları hissedebildiğim çocukluk yıllarımı İstanbul’da geçirdim.
Bugün gazetesi her gün evimize giriyordu. Vehip Sinan’ın çizdiği Topuz’un Maceraları’nı ve ‘Bay İlerici’yi her gün okuyordum.
Evimizde Büyük Doğu’nun ve İstiklal Gazetesi’nin ciltleri vardı.
Babamla, MTTF’nin (Milli Türk Talebe Federasyonu) bir gecesine gittiğimi hatırlıyorum.
Üsküdar Din Görevlileri Cemiyeti’nin küçücük salonunda ‘Onlar Böyleydi’ piyesini ailece seyrettik.
Sonra da Abdullah Kars’ın Hazret-i Ömer’in Adaleti piyesini.
Annem, Pantoloncu Necdet’in dükkanından pantolonlar alıp teyelleyerek evin bütçesine katkıda bulunurdu. Bunun da bir yeri vardı bizim dünyamızda.
‘Mukaddesatçılık’, ‘Mefkurecilik’ gibi hayli ‘sakil’ sıfatlar dolaşırdı ortalıkta.
Böyle zamanlara tanık olduk.
Rahmetli Alaeddin Özdenören anlattı. Aklımda kaldığı kadarıyla naklediyorum.
“Bir gün, Sezai Abi’yle Galata Köprüsünün üstündeyiz. Yürüyoruz. Ben yarım adım geriden yürüyorum.”
“Sezai Abi durdu. ‘Pürman İslamcı olmak lazım’ dedi. İslamcı kelimesini, ilk o telaffuz etti.”
Bugün, tartışmanın teorik tarafına giresim yok.
Bir girizgah yapmış oldum.
Sait Halim Paşa’dan Sezai Karakoç’a, Sürmene’deki köylüden Pantoloncu Necdet’e kadar, ‘İslamcılık’ olgusunun kapsamına girebilecek birçok ismi anmış oldum.
Elbette, ‘teorik tartışma’ya çok değer veriyorum.
Bu yazı böyle başladı böyle bitsin.
Kıssadan hisse de şu olsun:
İslamcılık’ın, Pantoloncu Necdet’le bile bir alakası var.
Tartışmaları, ‘İslamcı mısın, Müslüman mısın’ sorusuna kadar uzatmayalım.
(STAR, 20.09.2012)