“Dünyanın en uzun hüznü yağıyor
Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne
Kar yağıyor ve sen gidiyorsun
Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun…”
(Erdem Beyazıt)
Rahmetli Şerafet dedem ve Ayşe Ebem uzun kış gecelerinde, gece namazlarına kalkarlardı. Kar neredeyse benim boyum kadar yağardı. Okul yolu kapanır, hayvanlara yiyecek almak için samanlığa doğru boyum kadar olan karlardan bir tünel açılırdı. Dedem beyaz sakalları, başındaki ince sarılmış sarığıyla hep rüyalarıma girer. Çerçicilik yaptığı köylerden dönüşte cebinde biriktirdiği akide şekerlerini bana vermek için gözlerime her daim haberler gönderir. Gözlerimi ovuşturarak hayatın ortasında bulurdum kendimi, ayaklarım toprak zeminde üşürken, ebemle dedemin mırıl mırıl dualar ederek namaz kıldıkları odadan sızan ölgün gaz lambasının ışığında bu iki ihtiyarın büyük gölgeleri duvarlara yansırken ki görüntüleri hem çocuk yüreğimi büyüler hem de anlaşılmaz ürpertilerle annemin yatağına sığınırdım. Kar hep yağardı ahşap sıcak, ocak başında çıtırdayarak yanan alevlerle ısınan küçük köy evlerimizin üzerine. Dedemin nur sakalları, başındaki ince sarığı, getirdiği onca incik boncuk ve şekerlemeler hepsi çok gerilerde kaldı. Ama benim muhayyilemde nasırlı avuçlarının sıcağıyla yetim yüreğimi üşümekten kurtaran, şefkatin ve sevginin engin kuşatıcılığıyla buruk tebessümlerime seslenişler gönderen bu güzel insan her zaman yer etti… Ondan geriye annemin inceliği, şefkati, bitimsiz sabrı ve özverisi kaldı. Çünkü annem rahmetli babasına çok düşkündü annesinden çok onun terbiyesinden geçmişti…
Şehrin üzerine karlar yağıyor. Ben dedemi özledim. Her kar yağışında yüreğime dökülen ilhamlarla onun buruk tebessümler gezinen çehresinin aydınlığı düşüyor karanlık gecelerime… Dedemi özlediğim günlerde tıpkı ona benzeyen, sakallarına karlar yağmış, yüzünde yılların yorgunluğu ve hüznü ile yaşlı dünyaya meydan okuyan ihtiyar bir alim şehadete yürüyor. Ve şairin dediği gibi neredeyse iki büklüm olmuş, verdiği mücadele ile yılların yorgunluğu hala dizlerini bükememiş, kavi imanıyla hakikat düşmanlarına meydan okuyan ihtiyar şehit bir delikanlı gibi yürürken şehadete ‘ Dünyanın en uzun hüznü yağıyor / Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üzerine.’
En uzun Salı gecesini yaşıyoruz sanki ve kar hiç durmadan yağıyor… Dünyanın kararan çehresine bembeyaz bir ışımayla, arındırmak için yağan karın aklığı, yetmiyor oysa birikmiş tüm kirleri örtmeye… 1971 yılında ülkenin bağımsızlık savaşında Pakistan ordusuyla işbirği yapıp 369 Bangladeş askerinin ölümünden idama çarptırılan Abdülkadir Molla’nın infazı gece yarısı Yüksek Mahkeme tarafından onanıyor ve en uzun Salı gecesi ihtiyar molla şehadete yürüyor. Suçu: ‘ İnsanlığa karşı suç işlemek.’ Kar yağıyor, yenilmiş insanlığımızın üzerine hiç durmadan kar yağıyor. En uzun gecenin koynunda saçlarına sakallarına karlar düşmüş ihtiyar mollanın boynuna yağlı urganlar geçiriliyor. Aklıma neden sonra sahte ve diktatör düzenlerin kurbanlarından İskilipli Atıf Hoca geliyor. İstiklal mahkemelerinin sahte gerekçelerle, kurdukları laik diktatör düzenin güvenliği için idam edilen şehadet eri Atıf Hoca. Adeta korku imparatorluklarını kurarken endişeleri nasıl da belli oluyor. Bu idamlar korku ve şiddet yanlısı yönetimlerini kurmak için kullandıkları en güçlü silahlar. Gözü dönmüşlükle işlenen onca haksız cinayetlerine eklenen Âlimlerin, mazlumların, içinde yaşadıkları topluluklara önderlik yapmış güzide insanların katledilmeleri onları garip bir sevince boğsa da bu geçi bir sevinçtir.
Abdülkadir Molla Kimdir?
Bangladeş’te 1971 yılında bağımsızlık mücadelesi sırasında savaş suçu işlediği iftirasıyla hakkında idam cezası kararı çıkan Cemaat-i İslami Partisi liderlerinden biri olan Abdülkadir Molla, partinin genel sekreter yardımcılığı görevini yürütüyordu. Geçmişte The Daily Sangram gazetesinin yayın yönetmenliğini de yapan Abdülkadir Malla, 1986 ve 1996 yıllarında iki kez parlamentoya girebilmek için aday oldu. Daha sonraları, Bangladeş’te 2009 yılında kurulan Uluslararası Suçlar Mahkemesi’nde yargılanan, 5 Şubat 2013’te savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla bağlantılı altı iftiranın beşinden mahkûm olan Abdülkadir Molla, bağımsızlık savaşı sırasında El Bedr milis gücünün üyesiydi.
Bangladeş Yüksek Mahkemesi, 17 Eylül 2013 tarihinde Abdülkadir Molla’ya verilen ömür boyu hapis cezasını idam cezasına çevirdi. Aile üyelerinin verdiği bilgiye göre, Abdülkadir Molla, idam edilmeden önce: “ Ben hiçbir suç işlemedim. Sadece bir Müslüman olduğum için asılıyorum. Bu hükümet benim bu suçlardan hiçbirini işlemediğimi çok iyi bildiği halde beni öldürüyor. Sadece Cemaat-i İslami’nin lideri olduğum için. Benim şehadetimi Bangladeş İslam devleti için kullanın” diyerek manidar ifadelerde bulundu.
Abdülkadir Molla, kar tanelerini meleklerin acelesiz öylece tek tek arştan arza indirdiği karanlık bir gece yarısı şehadete yürürken, ihtiyar dünyanın hiçbir şey umurunda değildi oysa… İnsan hakları savunucuları, Birleşmiş Milletler, tüm parlamenter sistemle yönetilen ülkeler ve hak hakikat savunucuları hiçbirisi bir şey yapamadı. Modern yüzyılda yaşayan insanlık gözü dönmüş şekilde işlenen bu hunharca katliamı sadece seyretti ve unuttu. Sonra kendi dertlerimiz başladı. Gündelik telaşlarımız ve kaygılarımız devam ederken; “ Kan verdim yeryüzünün damarlarına bu gün yine ben” der gibi şehadete yürürken, ihtiyar ak sakallı lider… Son sözlerinde: “ Benim şehadetimi Bangladeş İslam devleti için kullanın” ifadesiyle tam da bunu söylüyordu sanki tüm insanlığa…
Hayat arkadaşı Peyori Hanım’a yazdığı mektup ise adeta yaşadığı hayatı anlamlı ve tavizsiz soluklamanın manifestosu gibiydi. Salih Şener’in çevirisiyle haberdar olduğumuz mezkûr mektupta eşine öğütlerde bulunurken bölünmüşlüğe, bağnaz ırkçılığa karşı mücadelesinin de gerekçelerini anlatıyor.
Anlamlı mektup sanki yaşadığımız çağa derin seslenişler gönderir gibi… Dağılan İslam Âlemi, yangınlar içindeki Ortadoğu, çiğnenen kutsal diyarlar, işgal edilen Bağdat, Şam, Gazze için akıtılan gözyaşlarını görür gibiyiz satır aralarında…
“ Yüce Allah bize kurulan bu komploya izin vermeyecektir inşallah. Ancak Allah’ın hakkımda vereceği karara razıyım.” Derken, Tevbe Suresi’nin bu günümüze ve tüm yaşadıklarımıza ışık tutan ayetlerini hatırlatıyor Abdülkadir Molla. “ De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, mensup olduğunuz oymak ya da boy, kazanıp (biriktirdiğiniz) mallar, kötüye gitmesinden kaygılandığınız ticaret, hoşlandığınız konutlar size Allah’tan ve O’nun Elçisi’nden ve O’nun yolundan kavga vermekten daha gönül bağlayıcı geliyorsa, bekleyin o zaman Allah iradesini açığa vuruncaya kadar; ve ( bilin ki) Allah, günaha gömülüp gitmiş bir topluluğa asla hidayet etmez.”
Günaha gömülmüş halde yaşadığımız dünyaya Abdülkadir Molla Tevbe Suresi’nin ayetleriyle sesleniyor. Cemaat taassubunun, partizanlık kuşatmasının altında inim inim inleyen ülkem insanları hak yolunda arınmış duraklardan çok uzakta soluklandıklarının farkında değiller oysa. Abdülkadir Molla’nın idamının hemen arkasından başlayan olaylarla toplum olarak travmatik sancılarla bölünmüş bir halde çıkar odaklarının istedikleri mecralara doğru akmaktayız. Bu da gösteriyor ki; Allah’ın ipine, sımsıkı tutunmayanların, hak ve hakikat yolunda sapmışların son lali ziyana uğramışlıktır.
Abdülkadir Molla, Allah yolunda adil bir İslam toplumu oluşturmak için, adeletsizliğe, bağnaz milliyetçiliğe karşı savaşırken canlarını verenlerden bahsediyor. Seyyid Kutup, Abdulkadır Udeh’i anıyor ve Profesör Gulam Azam’ın: “ Bir gün darağacından sarkan urgan bu omuzlara düşebilir.” Diyerek sol eliyle omuzuna dokunarak söylediklerini hatırlatıyor ve sesleniyor hayat arkadaşına:
“ Peyori, ah Peyoru, sana ve çocuklarıma karşı olan görevlerimi yerine getiremedim. Lütfen beni affet ve ödülünü Allah’tan bekle. Allah’a özellikle dua edeceğim, ikimizi, sen çocuklarıma ve Allah’ın dinine karşı görevini yerine getirdikten sonra bizi buluşturması için. Sen de dua et, Allah bu dünyaya dair tüm sevgi ve isteği zihnimden çıkarsın ve tüm kalbimi Allah ve Resulü’nün sevgisiyle doldursun. İnşallah, cennetin merdivenlerinde buluşuruz. Çocuklarıma her zaman helal kazanmalarını öğütle. Farz ve vacib ibadetlerinize hepiniz dikkat edin, özellikle namazlarınıza. Aynı tavsiyeleri akrabalarıma da ilet. Babama da baş sağlığı dile, onu rahatlat, eğer ben gittiğimde hayattaysa…
Abdülkadir Molla”
Şehadetiyle yaşadığımız çağa anlamlı mesajlar gönderen Molla’ya Rabbimden Rahmet diliyor ve yazımı İhsan Süreyya Sırma’nın 15. Aralık tarihinde Yeni Şafak’ta yayınlanan denemesinden alıntıladığım anlamlı ifadelerle noktalıyorum:
“Yıl 1971 Ocak ayı. Paris'te bir markette alışveriş yapmaktaydım. Birçok markette olduğu gibi orada da bir fon müziği çalınıyordu. Aynı müzik sürekli çalınınca dikkatimi çekti ve kulağımı kabarttım. Şarkıyı söyleyen kadın, durmadan 'Bangladesh' deyip duruyordu. Oysa ki o tarihte henüz Bangladeş diye bir devlet yoktu. Yoktu amma, oluşturulmak isteniyordu. Nitekim Doğu ve Batı Pakistan diye bir devlet vardı ki, o zamanlar en büyük İslâm devleti o idi: Batı Pakistan, bugünkü Pakistan; Doğu Pakistan da, daha sonra oluşturulan 'Bangladeş'ti. Batı bu şekilde büyük bir İslâm devletinin varlığını hazmedemedi ve Bengalilerin içine 'milliyetçilik virüsleri'ni ekerek ve de her türlü yardımı yaparak Bengal bölgesinin bağımsızlığı teranesini ortaya atarak, tıpkı 'büyük Hindistan'ı parçaladıkları gibi, 'büyük Pakistan'ı da parçalamak istediler. Önce yöresel çatışmalar, sonra da İngiltere'nin güdümünde olan Hindistan'ı devreye sokarak, 1971 savaşını çıkarttılar. Nihayet, bütün Batı dünyasının desteğiyle 'Bangladeş devleti' kuruldu. Oysa ki Müslüman aydınları, bu bölünmeye karşıydılar ve mücadele veriyorlardı ki, Abdulkadir Molla da onlardan biriydi. Çünkü görüyorlardı ki Batı ülkeleri durmadan birleşiyor ve kendi çıkarları için de ellerinden geldiğince Müslümanları küçük küçük devletçiklere bölüyorlardı ki bu siyaset, Kur'an'da zikri geçen 'Firavun siyaseti'dir: Sömürebilmek için, mümkün mertebe bölmek! İşte Abdulkadir Molla, Müslümanların 'milliyet uğruna' bölünmemelerini savunduğundan ve Pakistan'la kendi aralarında yapılan savaşa karşı çıktığından tevkif edilerek geçtiğimiz günlerde idam edildi.
Bu olay bir daha göstermiştir ki, Müslümanlar milliyetçilik asabiyetlerini bir tarafa bırakmadıkları ve Allah'ın emrettiği gibi imânda birleşmedikleri sürece daha çok bölünecekler ve daha çok Abdulkadir Molla'lar idam edilecek!… 15.Aralık.2013 Yeni Şafak”
(Ocak 2014 Özgün İrade)
1971 Reşadiye Tokat doğumlu yazar Lise ve Üniversiteyi İstanbul’da bitirdi . Kısa süre muhabirlik ve öğretmenlik yaptı. Bağcılar ve Bahçelievler Kültür Mdlüklerinde görev aldı . Pamuk Şekeri Çocuk Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Edebistan Sitesi’nin söyleşi editörlüğünü bir süre sürdüren yazar İstanbul Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.