İbrahim Naci Bey, eve ait bir Kur'ân-ı Kerim'in başına şu notu yazmış: "Mahdumum Ahmet Agâh'ın dünyaya geldiği tarihtir. 14 Seferü'l-hayr 1302, 20 Teşrinisani 1300 Salı günü, saat on bir buçuk raddelerinde". Miladi olarak 2 Aralık 1884'e karşılık gelen bu zaman dilimi, Yahya Kemal'i kazanışımızın ilk hatırası olarak edebiyat ve düşünce tarihimizde yerini almıştır.
Şairimizin doğum yeri olan Üsküp, Miladi 1392 senesinde Osmanlı topraklarına katılmış. Yıldırım Beyazıt tarafından fethedilen küçük bir kaleyle başlayan süreç, aynı padişah eliyle bu şehrin kuruluş safhası olarak devam ettirilmiş, sonraki yıllarda, II. Murat tarafından daha büyütülmüş... Çok erken yaşta ayrılmak durumunda kaldığı bu şehir, onun ruh ve fikir dünyasında önemli yer tutan iki temel unsurdan biridir. Yahya Kemal'in hem bu ilk vatanı ve hem de çok sevdiği annesi Nakiye hanım, yazdığı hatıralarında bütün unutulmazlığıyla dile getirilmiş. Üsküp'de teneffüs ettiği manevi havayı, hatıratının kısa bir bölümünden, kendi anlatışıyla aktaralım;
"O yaşlarımda ben, Üsküp minarelerinden yükselen ezan seslerini duyarak, içim bu seslerle dolarak yetişiyordum. Minarelerde ezan başladığı zaman evimizde ruhanî bir sessizlik olurdu. Galiba Üsküp'ün sokaklarında da böyle bir rüzgâr dolaşır, bütün şehri bir mabet sükûnu kaplardı. Yalnız ezan sesleri duyulurdu. Annemin dudakları ism-i celâlle kımıldardı. 1300 sene evvel, Hazret-i Muhammed'in Bilâl-i Habeşî'den dinlediği ezan, asırlarca sonra, bizim semamızda hem dinî hem millî bir musiki olmuştu. O anda semamızın mağfiret âleminden gelen ledünnî bir sesle dolduğunu hissederdim." (1)
Annesinden bahis açtığı bölümlerde ise, inançla daha bir durulaşıp güzelleşmiş nurani bir çehre gelir gözlerimizin önüne. Bütün şefkatine rağmen, bir disiplinli öğretmen etkisi bırakmıştır oğlunun üzerinde.
"Lâkin benim hem dinî hem millî terbiyem üzerinde daha şiddetle müessir olan, annemdir. Annem çok Müslüman bir kadındı. Muhammediye okur, bana Kur'ân öğretirdi."
"Annem, Yazıcızade'yi, sabah namazlarını kıldıktan sonra okurdu. Beyaz başörtüsü ile elindeki kitaba imanla eğilişini hâlâ görür gibiyim. Çok yerlerini anlamadığım hâlde, annemin yüksek sesle ve makamla okuyuşundan dinlediğim Muhammediyye'nin o mısraları bana bizim öz maceramız, evimizin, mahallemizin, Üsküb'ün ve müphem surette bütün milletimizin dünya ve ahiret macerası gibi gelirdi. Daha o yaşta Yazıcızade Mehmed Efendi'nin Türklükle İslâmlığı yoğuran, millî, İslâmî harsını benliğimde hissetmeye başlamıştım." (1)
Şairimizin karakter ve inanç dünyasını oluşturan bu asil duygular, sanat ve fikir evrenimize armağan ettiği abide şiirlerde benliğini bulmuştur. Böyle bir ruh halinin uyandırdığı o zengin hislenişler, soylu seslenişlere dönmüş; şiirin görkemli burçlarına emanet edilmiş bir "ses bayrağı" olarak, dalgalanışını hep sürdürmüştür. İsmiyle özdeşleşmiş düşünce yapısı ve o zengin, sıcak, ahenkli üslubu, günümüzde de değerini korumaktadır. Şiir ya da nesir olsun, bütün eserlerinde öne çıkan husus, edebi kaygı ve titizliğidir. Kullanacağı bir kelime için yıllarını sabır ve arayış içinde geçirecek kadar sanatına saygılı bir edebiyat üstadıdır. Fikirlerini dile getirişinde, bir ideologun resmiyeti ve dayatmacı tavrı yoktur. O harikulade söyleyişiyle, okurunu yormadan ve huzur veren bir rahatlıkla düşüncelerini sunar. Eserlerinin tema'sı, öylesine zengin bir kaynaktan beslenirki, okurlarını o derece etkilemesinin sebebi de bu olsa gerektir. Onun şiirlerinde; aşk, mimari, musiki, tarih ve inancın mistik atmosferi, zaman içinde zaman açılımı, bir ihtişamlı rüya halinde gözlerimize, gönüllerimize ulaşır.
Yahya Kemal hakkında; edebiyat eleştirmenleri, yazar ve şairler tarafından yazılmış birçok makale ve değerlendirmeler vardır. Ama bunlar içinde kanaatimce en anlamlı olanı Nurullah Ataç tarafından yazılanlardır. Edebiyat'a "gökçeyazın", şiire "yır", sanata "dörüt" diyen Ataç, o dönemin en etkili ve çekinilen kalemlerindendir. Özgün duruşundan taviz vermeyen Yahya Kemal hakkında Ataç'ın bir yazısı vardır. Her satırında, ona duyduğu içten sevgi, samimi hayranlık ve katıksız saygı, bir haz duygusuyla okutur kendini. Şöyle yazmış o günlerle ilgili: (1)
"Yahya Kemal'i iki yıldır görmemiştim. Geçen akşam Ankara'da olduğunu öğrenince sevindim, sanki bir ışık doğdu içimde. Ne hoştur onun konuşması! Yalnız şiirle değil, ahbap, dost oturmalarındaki konuşmanın da üstadıdır. Başkalarına pek söz bırakmaz, bıraksa da: "Üzme kendini, beceremiyorsun!" der gibi dalgın dalgın bir dinleyişi vardır. Olsun; kendisi öyle güzel söyler ki siz, dinlenilmemenin onurunuzda açtığı yarayı unutur, o sözler onun değil de sizin ağzınızdan çıkıyormuş gibi bir keyif duyarsınız."
Yürekten hissettiği kuşku götürmez bir ruh hali, şu sözlerle en etkin ifadesini bulmuş:
"Gelecek yüzyılın insanlarını kıskanıyorum: İçlerinde şiiri sevenler Yahya Kemal'in eserini tam olarak okuyacak, güzelliklerini, değerini bizden daha iyi anlayacaklar; hayranlıkları bizimkinden belki hem daha büyük, hem de daha berrak olacak... Biraz da acıyorum onlara: Şair Yahya Kemal'i bizim konuşmalarıyla tanıdığımız insan Yahya Kemal'i bilemeyecekler."
Ataç, Yahya Kemal'in edebiyatımıza kazandırdıklarını şu değerli tespitlerle istifademize sunmuş:
"Yahya Kemal, bugün yaşayan şairlerimizin en büyüğüdür demek yetmez. Öyle büyük şairler vardır ki, anlamasanız, sevmeseniz de olur; onların yanında değerlerini sezemeyen, görmeyip haksızlık eden başka büyük şairler de bulunabilir. Yahya Kemal öyle değildir. Zamanımız Türk şiirinin merkezi olmuştur. Bugün aruzla, hece vezni ile serbest nazımla ne yazılıyorsa bir yandan ona bağlanır; onun kabul etmediği bazı yenilikler bile bir bakıma gene ondan doğmuştur. Yahya Kemal'i sevmeyenler, beğenmeyenler vardır; ama dikkat edin, onu anlamayanlar, ona düşman olanlar da gene ona benzemeye çalışırlar."
"Onun sözlerini, hikâyelerini biz anlatmaya kalktık mı, onlar bozuluyor demiştim; O sözler, o hikâyeler ancak onun ağzına yakışıyor. Ancak onun ağzında canlı oluyor. Şiiri de sözü gibi; ancak kendisi söylediği zaman güzel oluyor, gerçekten şiir oluyor; başkaları onun gibi yazmaya kalkınca hiçbir şeye varamıyorlar.
Yahya Kemal'in bugünkü şiirimize vurduğu damgayı, onun asıl yaratıcı etkisini, onun gibi yazmaya özenmeyenlerin, onun mısraını kendilerine örnek edinmeğe kalkmayanların yazdıklarında aramalıdır."
Bazen, yıllar öncesi okumuş olduğum edebiyat dergilerini düşünür, hatıralarımdaki silik izlerini belirginleştirmeye, etkilerini tazelemeye çalışırım. Bütün değişik isimleri ve basılmış sayılarının eksiksiz mevcutlarıyla yine kütüphanemin raflarında, çalışma masamda bulunmalarından mutluluk duyarım. Yokluklarının hasretini hisseder, varlıklarını can-ı gönülden arzularım. Solgun renkli saman kâğıdı sayfalarıyla parmaklarıma şefkat dokunuşları konduran; o sessiz, beklentisiz dostlarımı hep özlemle hatırlarım.
Orada, çevirdiğiniz yapraklar arasında tesadüf ettiğiniz bir değerli şair, göz göze geldiğiniz güzel bir şiiriyle sizi içtenlikle selamlamaktadır çünkü. Bir başka sevindirici buluşmanın, hangi farklı dergi sayısında olacağına ve kimin edebi dünyasında ağırlanacağınıza dair duyduğunuz merak hissi, yeni farkına vardığınız nice duygularınıza heyecan ve anlam katar... Yahya Kemal Beyatlı'nın çağdaşı olan şiir ve edebiyatseverler, değerli şairimiz hayattayken bu durumu bütün tadıyla yaşadılar. Çünkü yaşamında kitaplaşmayan şiirleri, okurlarına ancak dergiler ve gazeteler aracılığıyla ulaşabildi... Basımda kullanılacak kâğıdın kalitesine varasıya kadar her ayrıntıyla titizlikle ilgilenmişti oysa. Ne yazık ki "Kendi Gök Kubbemiz" adıyla çıkacak kitabını göremeden aramızdan ayrıldı.
Onu kaybedişimizden yıllar sonra bu konuyu irdeleyen bir söyleşi yayımlanmış 9 Şubat 1961 tarihli Hayat dergisinde. (2) Sara Korle'nin bir röportajında şunlar konuşulmuş;
"Fuad Bayramoğlu'na sordum:
-Yahya Kemal'in eserleri kitap halinde toplanmadı. Siz kendisinin yakını idiniz. Bu hususta teşvik etmediniz mi?
-Yalnız ben değil, birçok dostları bu hususta onu zorladık, fakat kendisi daima ideal güzellik peşinde olduğu için bir türlü şiirlerini toparlayıp bastıramadı."
Sonra; başka kaynaktan, bir cümle içinde okuyup haberdar olabildiğimiz, altın bir şansın kaçırılış hikâyesi. Türk edebiyatı için bir hüzün anısı.
"Bir vakitler Türkiye'de İsveç sefiri olarak bulunan Eric von Post, Yahya Kemal'e Nobel Armağanını verdirebilmek için çok uğraştı, fakat galiba şiirlerinin tümü neşredilmemiş olduğu için bunu yapamadı."
(1) Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları
(2) Ruşen Ergün (Yazımhane Edebiyat sitesi)