Menu
YAĞMURUN KIZI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • YAĞMURUN KIZI

YAĞMURUN KIZI

Yağmurlu havalara vurgunum. Tıpkı böyle yağmurlu bir günde yazacağım sanırım, henüz yazılmamış en güzel yazımı. Şairi güzel havalar âşık etmiş, beni de bu havalar yazar yapacak, haberiniz olsun. Asmış suratını kükrüyor,  ha yağdı ha yağacak. Ben,  malum yazıyı ha yazdım ha yazacağım.

Şimdi, zaman ve mekân ona teslim. Sesiyle, kokusuyla gövde gösterisi yapıyor.  Her zerre onun kuşatmasında. Binaları, ağaçları, yolları, şemsiyelileri, şemsiyesizleri, yürüyeni, koşanı ayırmadan sarıp sarmalıyor.

Rahmete bulanma, arınma vakti. Ayçiçeği misali yürekler dönmeli en merhametliye bir bir.

Kelimeler cama vuruyor. Bana da göğün billur suyundan aşırdığım bir fincan çayla, yazmak kalıyor.

Bina yığınlarının ıslanışını seyrederken hülyalara dalıyorum. Seksenli yıllar. Gecekondular arasında bir kız çocuğu dolanıyor. Elindeki nohut demetlerini satma derdinde. Ansızın yağmur başlıyor. Nohutlarını yeleğinin altına gizliyor. Adımları hızlanıyor eve doğru. Yağmur coşuyor. Bir sevinç kaplıyor ruhunu, en bildiği şarkıyı söylüyor; yağmur yağıyor seller akıyor, Arap kızı camdan bakıyor. Küçük kızın küçük gözleri geçtiği evlerin pencerelerinde bir esmer kız arıyor.

Çocukluğumda yağmur, bu tekerlemeyle anlamlıydı. Ahşap çerçeveli, beyaz tüllü bir pencere ve ardında elini yüzüne koymuş, öylece yağmuru izleyen bir çift kara göz. Saçları siyah ve kıvırcık… Bu tekerlemeye ve benim hayal dünyama nerden gelmişti, nasıl konuk olmuştu? Gözbebeklerinde dolanan duyguyu tanımıyordum. Her yağmurda bu sözlerle neşelenen biz çocuklar, hep aynı kızı mı arardık pencerelerde? Yeşilçam filmlerindeki Arap Bacının ya da bahçıvanın kızı olabilirdi. Belki Arabistan’dan gelmişti. Yağmuru bilmeyen topraklardan... O yüzden böyle şaşakalmış izliyordu damlaların gösterisini.

Büyüdük. O tekerlemeyi unutmak üzereyiz belki. Artık pencerelere bakmıyoruz ya da o pencerelerde Arap kızını değil, çocukluğumuzu arıyoruz. Şimdi o kızın gözlerinde hüzün vardı diyorum. Ve bunu tekerleme hakkında bugünlerde okuduğum yazılara bağlıyorum.

Evvela, o kız bir Arap değilmiş. Yaklaşık bir buçuk asır öncesi… O dönemde İstanbulluların Arap olarak adlandırdığı, Afrikalı kölelerin çocukları. Sokaklara çıkamıyor diğer çocuklarla yağmurlarda ıslanıp çamura bulanamıyorlar. Ancak haftada bir kez dışarı çıkma hakları varmış. Dışarıda saçlarını savura savura oynayan, coşan çocukları görüp onların arasına karışamamak. Bir çocuk için ne acı ceza bu. Hâlbuki yağmur damlaları ne zevk alırdı kim bilir o kıvırcık saçların içinden geçerken. Sayın ki parktaki dönemeçli kaydıraktan kayıyor. O kara çehrede nasıl da parlardı inci misali. Yağmur ayırt etmezdi, ıslatırdı seve seve siyahı beyazı.

Yazıyı okuduğum an, camdan bakmayı bıraktı, gözleri cam oldu. Damlalar camda süzüldü. Yağmur mu yağıyor, kız mı ağlıyor yoksa ben mi kestiremiyorum. Gidip tutsam elinden gelir mi? Şu nohutlardan yer mi? Sahi,  nohut satan kız nerde, çamura düştü. Nohutlara ne oldu? Ben almadım. Ben nerdeyim? Çamlıca Tepesi’nde sarayın izniyle senede bir şenlik yapan Afrikalılarla ateş dansı yapıyorum. Bilmediğim şarkılar söylüyorum. Neden bilmem ama yanıyorum. O tekerlemeyle mutlu olduğum için utanıyorum. Ejderhalar gibi ağzımı açıp kuvvetlice üflesem, çıkar mı içimdeki kor?

Of! Ben niye başladım ki şimdi bu yazıya? Oturup çayımı içseydim ya paşa paşa. Yağmur, ne olur dur, yağma! Bu Arap kızı nerden dolandı bugün kalemime? Ben başka şeylerden bahsedecektim. Ben en güzel yazımı yazacaktım.

Ne tuhaf değil mi? Çocukluğumda beni mutlu eden sözler, bugün, Afrikalı kızların kıpırdamayan dudaklarından beddua nakaratları olup haykırıyorlar sanki ruhuma. Emin olun bundan böyle Arap kızı bir yâd-ı hazindir bana.

Şimdilerde bakılmayan pencerelerde bir başka kız var. Ağlıyor. Saçları Filistinli, gözleri Iraklı... Şimdiki zamanın köle İzavrası… Onun gözlerindeki duygu karmakarışık, anlasam da galiba tarifi yok.

Ve o küçük kız çocuğu, kırılmış camlardan kırmızı yağmuru izliyor. Cansız bedenlere bakıyor, donuk gözleriyle. Ümit ediyorum, o da bir gün insanca, çocukça yaşayacak. Sokaklarda seksek oynayacak. Rengi değişecek damlaların, yağmur onunda uzun siyah saçlarını ıslatacak.

Bir kez daha, camlardaki küçük kızlar için, avuçlar açılmalı, zalim gönüllere yapışmış siyah lekeler temizlenmeli bir bir. Ki  “Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.”

İyi ki vurgunum dedim. Duman etti beni bugün yağmur. Bu yazı en güzel yazım olmadı, kaniim. Belki bir küçük numunesi… Mübarek, sanki yedi cücelerin uykucusunun yatağında uyuklamaya gitmiş. Belki de umut ormanında kaybolacağım. Bakarsınız, hasbelkader, bu heyecan, bu beğenmeme, beni de bir baltaya sap eylemiş.

Bugün, kalemimi Arap kızı aldı, kıvırcık saçlarına toka yaptı. Elinden alamadım.

Önümüz beyaz kış, yağış bol. Ümit silahını kuşandım.

Diğer Yazıları