İnsanlar, nesneler, olaylar, düşünceler hakkında söylediğimiz, duyduğumuz hükümlerin doğruluğu, yanlışlığı, eksikliği her zaman tartışmalı olabilir. Hükümlerin, siyasal, kültürel bilimsel alanlarda ileri sürülmüş olması tartışmanın niteliğini de niceliği de etkilemez. Örneğin siyasal alanda tartışmalı hükümler çok, bilimsel alanda az; eğitimde çok edebi alanda az değildir. İnsan, yaşadığı, öğrendiği, unuttuğu, hatırladığı, ihtiyacına göre ürettiği veya yok ettiği sürece de bu böyle olacak. Sorun hayatın içinde hükümlerin bu nitelikleri ile yaşamamız değil. Ama bir kaynağa atıf yapılarak üretilmiş bir hüküm uluorta varlığını sürdürüyor ve eksikliği yanlışlığı tartışılıyor ise ilk elden yapılacak iş bu kaynağa başvurmaktır. Kaynağa başvurulduğunda hükmün olduğu gibi orada durduğu görülebileceği gibi hükmün kaynaktaki bir değerlendirmenin yorumu olduğu da görülebilir. Ama en azından hüküm ve kaynak arasındaki ahlaki ve bilimsel bağ kaybolmamış olur.
Amacım hüküm ve kaynak ilişkisi hakkında kuramsal bir tartışmayı başlatmak veya var olan tartışmalara katılmak değil. Edebiyatçıların söyleyip yazdıklarına ve edebi eleştiri metinlerine atıf yapılarak edebiyat tarihinin farklı düzeydeki malzemelerine, örgün eğitimin orta ve yüksek ortamlarına dercetilmiş bazı hükümlerle kaynaklar arasındaki bağ problemini düşününce böyle bir değinide bulundum. Sözünü ettiğim edebiyat tarihi ve edebiyat eğitimi ortamlarında, üretilen veya nakledilen hükümlerin tamamı problemlidir demiyorum. Ama bazı problemli hükümlerin edebiyat eğitimi vasatının rengini belirlediğini de görmezden gelemiyorum. Örneğin Divan edebiyatında sosyal hayatın olmadığına, Muallim Naci’nin eski şiiri savunduğuna, Tevfik Fikret’in hümanist olduğuna, tabiatin Servet-i Fünun şiiri ile edebiyatımıza geldiğine, Ahmet Mithat’ın eski hikayemiz çevresinde roman hikaye yazdığına dair hükümler sözünü ettiğim vasatı belirlemiş durumda. Acaba bu hükümler, yazarların, eleştirmenlerin söz ve yazılarında var mıdır; yoksa bu malzemelerden yorumlar mı çıkarılmıştır? Oysa Divan edebiyatında sosyal kültürel hayat, gazelde mazmunlara sinmiş olarak; mesnevilere temsili yaşantılar ve değerler silsilesi halinde yüklenmiş olarak; hicivde siyasal ve kültürel bir eleştiri olarak vardır. Muallim Naci’nin hiçbir yazısında kendine kadar gelen şiiri (muarızlarının deyimiyle eski şiiri) olduğu gibi savunduğu görülmemiştir. Tevfik Fikret’in tanımlanabilir bir ideolojisinin olduğu onun hangi yazsına dayanılarak söylenebilir? Asıl tabiatın Servet-i Fünun şiiriyle şiirimize geldiğini acaba ilk kim ve hangi kaynağa bağlı olarak söylemiştir. Hükmün artık görünmez olmuş kaynağı, Tanpınar’ın Divan şiiri ve yeni şiir üzerine konuşurken belirlediği “tariften ve tasvire” tespiti ise rahatlıkla söyleyebilirim ki yanlış anlaşılmıştır. Ahmet Mithat gibi romanda sürekli farklı teknik ve içerik deneyen birini bir özellikle kilitleyen hükmün kaynağı nedir? Uzatmaya gerek yok. Hüküm ve kaynak arasındaki yanlış ilişki veya ilişkisizlik yeni edebiyat sürecinin başından bugüne kadar devam edip geliyor.
Bu yazıda üzerinde durmak istediğim Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “bir Türk romanı yoktur” dediği şeklindeki hükümlerdir: “Tanpınar’ın dediği gibi hala bir Türk romanı yok”; “Tanpınar, bir Türk romanı olmadığını yıllar önce söyledi”; “Orhan Pamuk, Tanpınar Bir Romanı yok demişti ama artık bir Türk romanı var demiş”; “Tanpınar, bir Türk romanı yok derken acaba Türkçe roman da mı yok dedi” gibi hem akademik hem sivil edebiyat ortamında defalarca dile getirilen hükümler var. Hükümlerin ortak noktası Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “bir Türk romanı yoktur” dediğidir. Tanpınar’ın tam olarak böyle demediğini bilmeme rağmen, ola ki yanlış okumuşumdur diyerek onun Kültür Haftası’nda, Ülkü’de, Ulus’ta roman üzerine yazdığı ve Edebiyat Üzerine Makaleler’de toplanan yazılarını yeniden okudum. Hükmün dayandırıldığı kaynak özellikle “Bizde Roman I” adlı yazı olmalıdır. Çünkü yazının problemi “Bir Türk Romanı Niçin Yoktur” sorusuyla açılır. Fakat yazıyı okumaya devam ettiğinizde soru halinde verilen hükmün aslında Tanpınar tarafından verilmediği hatta bu soru halindeki hükmün analize muhtaç olduğu ve Tanpınar’ın da yazısında bu hükmü analiz ettiği görülür: “Bir Türk romanı niçin yoktur? Evvela bu sualin iyi anlaşılması lazım. Şüphesiz ki, bir Türk romanı vardır ve hem de kendi cemiyetimiz içinde kalmakla beraber, oldukça geniş bir okuyucu kalabalığına hitap eder; hatta bu okuyucu kalabalığıyla bu roman yazıcıları arasında karşılıklı bir tesir bile vardır. Bununla beraber, garp dillerinden birini bilen, yabancı ülkelerde bu sanatın verdiği iyi örnekleri okuyan ve hayat üzerinde az çok fikir sahibi olan okur-yazarlarımızın büyük bir zevkle tattığı bir romanı henüz yoktur”. Gayet açık; Tanpınar, cemiyetle ilişkisi olan, okurla teması olan bir Türk romanının olduğunu söylüyor. Burada sorun “ama” edatında toplanıyor. Tanpınar’ın dediği şudur: Bir Türk romanı vardır ama şu nitelikteki bir Türk romanı yoktur. “Suç ve Ceza ayarında bir Türk romanı yoktur” demekle “bir Türk romanı yoktur” demek aynı şey olabilir mi? Tanpınar’ın işaret ettiği sorun, hayat ve roman ilişkisi bağlamında bir “iyelik” meselesi değil; roman, birey ve modernlik bağlamında bir “nitelik” meselesidir. Bu nitelik meselesi de Türk romanı için bir zaaftır. Tanpınar yazısının devamında Türk romanı yoktur diyenlerin görüşlerini tashih ettikten sonra işaret edilen nitelikteki bir Türk romanının olmamasına gösterilen gerekçelerin de yanlış olduğunu ortaya koyarak asıl sebepleri belirler ve analiz eder.
Münevver sınıfından bazıları, Türk romanının olmamasını, “yazıcılarımızın cemiyetimizle, hayatımızla alakadar olmamasına; Türk milletinin hayatını bilmemesine, okudukları garplı muharrirlerin tesiri altında kalmalarına, eserlerinde samimi olmamalarına” bağlamaktadırlar. Tanpınar, buradaki her hükmü tek tek belirler ve özetle şu cevabı verir: “Herhangi bir Türk romanını açıyorum. İçindeki isimlere bakıyorum: Türk. Yaşayışına bakıyorum: Bu memlekette mevcut bir yaşayış. Manzaraya bakıyorum. Anadolu veya İstanbul manzaraları. Mevzu kendi hayatımızdan seçilmiş. Daha ileriye giderek söyleyelim, gazetelerimizde ve hayatımızda yer tutan meselelerin hemen hepsi Türk romanına geçmiştir. O halde Türk romanı günü gününe yaşayışımızla alakalıdır. Türk romancıları, garptan okuduklarının tesiri altındadır bu yüzden kendi romanlarını yazamıyorlar diyorlar, yanlış. Tolstoi, uzun bir zaman her sabah bir Fransız muharririnden tercümeler yaparmış; sırf onun sanatını kavrayabilsin diye. Tesir etmeyen iz bırakmayan okumak ne işe yarar? İnsan kendisine ilave etmek için okur; unutayım diye değil. Maksadım saman kağıdı ile kopye edilmiş dediğimiz eserle büyük, orijinal eser arasındaki farkın çok defa basit bir muvaffakiyet meselesi olduğunu söylemektir. Buraya kadar özetleyelim 1. Türk romancısı zannedildiği gibi bize kendi memleketimize karşı alakasız değildir. 2. Türk romancısına izafe edilen garp tesiri altında kalmak keyfiyeti başka şartlar altında temenni edilmesi lazım gelen bir şeydir”.
Tanpınar’a göre deterministçe yaklaşan ve Türk romanının olmamasını Türk hayatının darlığına, kuvvetsizliğine bağlayanlar da vardır. Onlara göre bu hayattan roman çıkmamaktadır. Tanpınar’ın cevabı şudur: “Hayatımız dardır, karışıktır iyi ama bu hayat nihayet vardır ve yaşıyoruz, nefret ediyor, ıztırap çekiyor, ölüyoruz. Bir romancı için bu kadarı yetmez mi?” Tanpınar’ın cevabı oldukça acı bir ironidir aslında. 1930’lu yıllarda yazmış bu yazıyı; isim vermiyor; bazı deterministler diyor. Bu deterministler, acaba insanın romana geçmesi için nasıl yaşamasını hayal ediyorlardı veya romanlık insan hayatı için neyin değişmesini bekliyorlardı? Tanpınar, “Bizde Roman II” adlı yazısında istenilen düzeyde bir romanımız olsaydı bu insanların bunu da fark etmeyeceklerini söyleyerek oldukça sarsıcı bir tespitte bulunur. Çünkü bizim bu entelektüellerimiz yerliyi okumazlar, kendi edebiyatının gerçek sürecini anlayamaz ve takip etmezler. Ne yazık ki kalbur üstü en az altı yedi romancımız çıktığı halde “Türk romanını Avrupalı bir gözle tetkik eden mevcut temayülleri anlatan zayıf ve hareketli noktaları gösteren, memleketteki sanata ve hariçteki edebiyata karşı olan alakalarını tespit eden bir tek tenkit tecrübemiz yoktur”.
Esasen romanın bütün bir edebiyat hayatı içinde gelişmesine mani olan bir şey de Tanpınar’a göre toplumsal sınıfların olmamasıdır. Tanpınar’a göre bizde sınıflar açık ve birbirinden ayrılabilir şekilde oluşmadığı için mevcut durumda “münevver” ayrı bir sınıf olarak görünmektedir. Bu durum, entelektüelin cemiyete olan ilgisini belirsiz hale getirmekte ve bu belirsiz ilgi, cemiyetle ilişkilerin derinlik ve boyut kazanmasını engellemektedir. Bu nitelikleri ve özellikleri tebarüz etmiş olan entelektüel romancı kendine muayyen bir hayat kuramıyor; roman ve hayat hakkında sadece fikirler yaşıyor. Bizde Roman II yazısında Tanpınar, roman yazmaya niyetlenmiş bir arkadaşının romanının hayatımızla temasını sağlamak için Anadolu’yu gezmeye çıktığını ve döndükten sonra romanı yazamadığını hatırlatır. Tanpınar’a göre böyle bir davranış “hayatı suni bir sanat mukavelesi” ile görmektir. Halbuki “tabii hayat başka türlü yaşamak mümkün olmadığı için yaşanan hayattır. Gerçek bir romancı roman ve hayatın hakiki temasını kendi odasında da kurabilir. Fakat dostum bu yanlış adımda haklı idi. Bütün gençliğinde ona bunu tavsiye etmişlerdi: ‘Halka karışın, köye kasabaya gidin.. yalnız orada hakikat vardır’. Kimse ona dememişti ki sen tek başına bir realitesin, bu realiteyi bize anlat”
Türk romanının çağına nüfuz eden bir roman olarak inkişaf etmesi için Tanpınar, “Bizde Roman II”, “Romana ve Romancıya Dair Notlar I” adlı yazılarında bazı gereklilikler ileri sürer. Bunlar, bireyin gelişmesi, romancının insana inanması, romancının dış alemden iç aleme geçmesi, psikolojik tecessüs ve tefahhustur. Bu gereklilikler, Tanpınar’ın çağın romanını, akılcı ve aydınlanmacı felsefelerin süreçlerinden geçirerek modern entelektüel bir bilinç düzleminde gördüğünü gösterir. Bu durumda roman, bireyin toplumsal tabakalarda gözlemlediği ve kendi zihninde taşıdığı tarihsel, olgusal ve deneysel sonuçların edebi bir formudur. Romancının bakış açısı da içinde yaşadığı toplumun, epistemolojik ve ideolojik varlığına sıkı sıkıya bağlıdır. Ona göre romancılarımız dışa ait dikkatlerin ötesine geçmeden, insanın içine inmeden, bireyin bilincine hatta bilinç altına yönelmeden, aşk ihtiraslarının kalıplaşmış sınırlarını aşmadan, insanı, şartları ile beraber analiz etmeyi öğrenmeden sözü edilen romana ulaşamayacaklardır.
Tanpınar, romanın ne ve nasıl olması gerektiği konusunda modernist ilkelerin biraz uzağında farklı bir roman poetikası oluşturabilir miydi bilmiyorum. Herhalde postmodern süreçte roman bağlamındaki bazı modernist paradigmaların çözüleceğini de öngöremezdi. Ama şunu söyleyelim atıf yaptığımız roman yazılarını yazdığı yıllarda neredeyse yapayalnızdı. Proust’un Balzac’ın, Tolstoi’un romana ne getirdiğini en derin en özet şekilde analiz ederken de Ahmet Mithat’ın veya Halit Ziya’nın Türk roman tarihinde nerede durduğunu belirlerken de yalnızdı. O zaman hiç olmazsa onun ne dediğini dikkatle nakledelim veya yorumlayalım.
1963 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. İlk orta ve lise öğrenimini aynı şehirde gördü. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Maraş’ta 4 yıl öğretmen olarak çalıştıktan sonra Sütçü İmam Üniversitesine asistan olarak geçti. Aynı üniversiteden 1996’da yüksek lisansını, Hacettepe Üniversitesi’nden 2000 yılında doktorasını tamamladı. Halen Balıkesir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Mehmet Narlı, 1987 yılından bu yana Dolunay, Kırağı, Kanat, Türk Edebiyatı, Yedi İklim, Hece, Varlık, Dergah, İtibari İzdiham, Muhit gibi dergilerde şiir ve edebiyat eleştirileri; Türk Dili, Türkbilig, İlmi Araştırmalar, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları gibi dergilerde akademik yazılar yayımlıyor. Narlı, 2007 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından inceleme dalında yılın yazarı ödülünü aldı. Şiir Kitapları1. öylece Yeryüzünde, Muhitkitap,20202. Ömürlük Yara, İz Yayınları, 20173. Dil Kapısı, Öncükitap Yayıncılık, 20104. Ruhumun Evvelyazıları, Meb, 19985. Çiçekler Satılmasın, Dolunay, 1988 Akademik Kitapları1. Orhan Kemal’in Romanları Üzerine Bir İnceleme, Kültür Bakanlığı 20022. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri, 20063. Roman Ne Anlatır, Akçağ Yayınları, 20084. Şiir ve Mekan, Hece Yayınları, 20085. Şiir Çözümlemeleri, Kriter Yayınları, 20106. Edebiyat ve Delilik, Akçağ Yayınları 20137.Çağdaş Türk Romanı, Anadolu Üni. 20118.Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri, Anadolu Üni. 20119.Roman Sevdaları, Akçağ Yay. 201510. Şiir Burcu, Akçağ yay. 201511. Öykü Burcu, İz Yayınları 201612.Kahire ve Paris Notları, Cümle Yayınları, 2017 13. 40 Soruda Türk Romanı (editör) Ketebe Yay 2019