26 R E C E P 1432/M İ R A Ç K A N D İ L İ
Aşağıda Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden (eserin asıl adı: Vesîlet’ün-Necât; telif tarihi: h. 812/m. 1409-1410) vaktin manasına uygun düşecek mısralar alıntılıyoruz. Faruk K. Timurtaş
müellif ve eseri hakkında şu bilgileri veriyor:
Süleyman Çelebi’nin Vesîlet’ün-Necât’ı Türkçede kendi nev’inde yazılan ilk eserdir. Daha sonra bu yolda bir hayli eser meydana getirilmiş ise de, hiç biri onunki kadar beğenilip sevilmemiş, şöhret kazanmamıştır.
Mevlid’in Arapçada mimli masdar, zaman ismi ve yer ismi olarak üç mânâsı vardır. Bu üç mânâ, yani “doğmak”, “doğum zamanı” ve “doğum yeri” Türkçede de kullanılmıştır. Fakat, dilimizde mevlid denince umumiyetle Peygemberimiz Hz. Muhammed’in doğumu ve bunu anlatan eser anlaşılır. Bazı kişilerin mevlid kelimesini “mevlût” veya “mevlûd” şeklinde telâffuz etmeleri doğru değildir; çünkü mevlûd “yeni doğan” demektir.
Hazreti Peygamber’in hayatı, ahlâkı ve gazaları hakkında başta İbnü Hişâm (ölm. m.834) olmak üzere birçok Arap müelliflerinin “Sîret” yahut “Siyer” adı verilen eseri bulunmakla beraber, mevlid’ler biraz değişik mahiyette kitaplardır. Mevlid tarzındaki eserlerde Nûr-u Muhammedî’nin yaradılışı, öbür peygamberlerden geçerek Hz. Muhammed’e gelişi, Hz. Peygamber’in doğumu, doğumundan önceki ve sonraki olağan üstü haller anlatılmaktadır. Adında Mevlid olan ilk eser hadis ve fıkıh bilgini, tarihçi Ebu’l-Cevzi (ölm. m. 1200) tarafından yazılmıştır. (Mevlid’ün-Nebi veya El-Arûs).
Mevlidler Hz. Peygamberin doğum günü dolayısıyla yapılan şenlik ve merasimlerde okunmak maksadıyle yazılmıştır. Tarih içinde islâm âleminde ilk defa Mısır’da Fâtımîler devrinde(m. 910-1171) Hz. Peygamberin doğum gününü kutlamak için tören yapıldığı tesbit edilmektedir. Hz. Peygamber kendi zamanında böyle bir şenlik yaptırmadığı gibi, ondan sonra Dört Halife, Emeviler ve Abbasîler zamanında da bu şekilde merasimler yapılmamıştır…
Arapça mensur bir dua ile başlayan Mevlid, mesnevi şeklinde yazılmıştır. Yalnız doğum bölümünün ikinci faslının son kısmı ve üçüncü faslı kaside şeklindedir. Ayrıca doğum bölümünün sonuna 10 beyitlik bir mehdiye eklenmiştir...
Mevlid XV. asır Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmıştır. Devrinin telaffuz ve gramer hususiyetlerini taşımaktadır. Bu gün gerek Mevlid okunurken, gerek eserin basma nüshalarında bu hususiyetlere çok defa uyulmamakta, ya değiştirilmekte veya yanlış söylenmektedir.
Süleyman Çelebi açık, sade bir dil kullanmıştır. Çağdaşlarının eserlerine göre, Arapça, farsça kelimelere ve hususiyle tamlamalara daha az yer vermiştir. Bu, eserin halk için, geniş kütle için yazılmasından ileri gelmiştir.
Süleyman Çelebi’nin üslûbu da sade ve külfetsizdir. Süse, yapmacığa kapılmadan, mübalâğaya düşmeden samimiyetle duygu, heyecan ve düşüncelerini anlatmıştır. Mevlid’in yüzyıllar boyunca bu kadar beğenilip sevilmesi, dil ve anlatışındaki bu açıklık, samimîlik ve sadelikten ileri gelmiştir.
Vesîlet’ün-Necat dokuz bölümden meydana gelmiştir. “Bahir” de denilen bu bölümler şunlardır: Münâcât, yazar için dua ve kitaptan dolayı özür dileme, Âlemin yaratılması sebebi –Muhammed Ruhunun yaratılması– Muhammed nurunun intikali, Velâdet, Peygamberin mucizeleri, Mî’rac, Peygamberin vasıfları, Peygamberin vefatı, Kitabın sonu. Her bölüm kendi arasında ayrıca fasıllara ayrılmıştır.
***
MÎ’RAC
…
Bu gice zâhir olur esrâr-ı Hak
Gösteriserdür sana dî dâr Hak
Zemzemeyle toldıkevn ile mekân
Arşa vardı didiler Fahr-ı cihân
Hem sekiz cennet kapusın açdılar
Yolun üstüne cevâhir saçtılar
Gel gidelüm hazrete yâ Mustafâ
Muntazırdur anda ashâb-ı safâ
Sana cennetden getürdüm bir burâk
Da’vet-i Rahmândur ey nûr-ı Hak
İşüdüp anı Resûl oldı ferah
Şâdlık geldi kamu gitdi terah
Turdı yerinden hemân-dem Mustafâ
Koydı tâcı başına ol pür-safâ
Çekti ol demde burâkı Cebrail
Önine düşdi ana oldı delîl
Hoş süvâr oldı ana şâh-ı cihân
Açdı perrini burâk uçdı hemân
Tarfet-ül-ayn içre sultân-ı ümem
Geldi Kuds’e irdi vü basdı kadem
Enbiyâ ervâhı karşu geldiler
Mutafâ’ya cümle ikrâm kıldılar
İrdi ol dem Hak’dan ervâha nidâ
Kim kılalar Mustafâ’ya iktidâ
Pes geçüp mihrâba ol Hayr-ül-enâm
Enbiyâ erv’ahına oldı imâm
İki rek’ât kıldı Aksâ’da namâz
Öyle emr itmiş idi ol bî-niyâz
Gördiler nurdan kurulmuş nerdübân
Nerdübândan oldılar göğe revân
İrdiler evvel göğe bi’l-ihtirâm
Kapu açıldı vü girdi ol hümâm
Gördi gök ehli ibâdetde kamu
Her biri bir dürlü tâatde kamu
Kimi tesbih ü kimi tahmîd okur
Kimi tehlîl ü kimi temcîd okur
Kimi kıyâm içre kimi kılmış rükû
Kimi Hakka secde itmiş bâ-huşû’
Kimisini aşk-ı hak almış-durur
Vâlih ü hayrân ü mest kalmış-durur
Hep gök ehli cümle karşu geldiler
Mustafâ’ya izzet ikrâm kıldılar
Merhaben bik yâ Muhammed didiler
Ey şefâat kânı Ahmed didiler
Her biri kutluladı mi’râcını
Didiler geydun saâdet tâcını
Bu kerâmetler ki Hak virdi sana
Virmedi hiç kimseye önden sona
Yürü kim meydân senündür bu gice
Tôp hem çevgân senündür bu gice
İrmedi evvel gelen bu devlete
Kimse lâyık olmadı bu rif’ate
…
DUA
Ya İlâhi ol Muhammed hakkıçün
Ol şefâat kânı Ahmed hakkıçün
Sidre vü Arş-ı muallâ hakkıçün
Ol sülûk ü seyr-i â’lâ hakkıçün
Ol gice söyleşilen söz hakkıçün
Ol gice hakkı gören göz hakkıçün
Sır’rı fürkân nûr-i a’zam hakkıçün
Kuds ü Kâ’be Merve zemzem hakkıçün
Gözi yaşı hakkıçün âşıklarun
Bağrı başı hakkıçün sâdıklarun
Aşk odından ciğeri biryân içün
Derd ile kan ağlayan giryân içün
Sıdk ile yolunda kâim kul içün
Hazretüne toğru varan yol içün
Şol zaman kim müddet-i ömr ü hayât
Âhir ola ire hengâm-i memât
Biz günahkâr âsi mücrim kulları
Yarlugayup kıl günahlardan berî
Afv idüp isyânumuz kıl rahmeti
Ol habîbün yüzü suyı hürmeti
Sana lâyık kullar ile hemdem et
Ehl-i derdün sohbetine mahrem et
***