Şeyh Musa Azim ya da herkesçe bilinen, tanınan namı ve adıyla Hattat Hamit Aytaç… “Harflerin Bestekârı” diyorlar onun için. Yüksek bir ruh halinden neşet eden, varlığımıza dokunan ve bize sonsuzluğun ülkesinde kanat vurduran derin, içli şarkılar gibi Hamit Aytaç’ın hatları da gözlerimizden gönlümüze akan sonsuz bir hissiyat ırmağı. Yazılar sadece bir takım şekillerden, tekniklerden ibaret değil, binlerce yıldır bizi eşref-i mahlûkata yükselten ruhun kâğıtlara izdüşümü. Aşk, sevgiliye duyulan hasret, özlem, ruhun göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa uçması…
Hattat Hamit Aytaç hat sanatının son temsilcilerinden. Son büyüklerimizden… Hat Sanatı eskimeyen alfabemiz ve harflerimiz etrafında oluşmuş güzel yazı yazma işidir. Sadece harfleri güzel yazmak iyi bir hat yazmak anlamına gelmiyor. Hattatın yüreğini, hissiyatını, imanını konuşturması gerekiyor. Yani hat yazarken yazının kendini aşarak daha estetik, daha anlamlı, daha ahenkli bir şekle bürünmesi gerekir. Mürekkep, kalem, kamış, kâğıt, hokka cansız bir nesne, bir araç olarak değil ruhu olan, sanatçıyla bütünleşen, sanatçının uzuvlarından bir parça olarak görülmeli. Zaten hat sanatı tamamen hattata bağlı süreçte gerçekleştirilir. Harflerin sembolize edilmesi veya sembollerin harflere giydirilmesi hattın gayesini belirler. Hat sanatının öğrenilmesinde usta-çırak ilişkisi büyük öneme haiz. Yani her güzel yazı yazan ve yetenekli olan hattat olacak diye bir kaide yok. Gönülden bağlanmak gerekir. Hattat Hamit Aytaç bu işe hem gönlünü hem ömrünü verenlerden. Altınoluk dergisine 1986 yılında verdiği bir mülakatta şu çocukluk anısını anlatıyor: “Bir gün ben yazı ile meşgulken, peder bana:
-“Oğlum al şu parayı git karpuz al” dedi. Ben de içimden:
-Babam da tam zamanının buldu dedim. Çünkü aklım yazmakta olduğum yazıda kaldı. Parayı aldım yolun yarısında, para elimde olduğu halde, zihnim yazıyla meşgul olduğundan parayı kaybettim zannıyla geri döndüm. Tam evin kapısı önünde paranın avucumda olduğunu hatırladım. Tekrar dönüp, karpuzu alıp eve geldiğimde, peder bana çıkışarak.
-“Niçin geç kaldın” dedi. Ben de:
- “Efendim, parayı düşürdüm de, aramak için geri döndüm ve yarı yolda parayı buldum, bunun için geç kaldım” dedim.
Yazıya olan aşkımdan derslerimi ihmale başladım ve o sene sınıfta kaldım.”
Hattat Aytaç 1897’de Diyarbakır’da doğuyor. İlk eğitimini Diyarbakır Ulu Camii’ndeki sıbyan mektebinde yapıyor. Buradaki hocalarından Mustafa Akif Tüten büyük feyiz kaynaklarından. Sonra askeri rüştiye. Burada da öğrencilere yazı dersi veren ve hattat olan Vahid Efendi çok etkili oluyor. Okullarına resim dersi vermeye gelen Yüzbaşı Hilmi Efendi’den resim yapmayı ve Fransız tarzı yazı yazmayı öğreniyor. Okul bitince idadiye geçiyor. Abdüsselam Efendi adlı bir yazı hocasından Sülüs yazısını meşk ediyor. Sonrasında İstanbul’a gidiş. On yedi yaşındadır hattat. İlkokula yazı öğretmeni olarak girmek için sınav yapılıyor. Sınavı kazanıyor ama yaşı küçük olduğundan önce alınmak istemiyor. Zorlu mücadeleden sonra Haseki’de Gülşen-i Maarif adlı okulda öğretmenliğe başlıyor. Öğrenciler arasında seviliyor ve onları yazı hususunda geliştiriyor. Harbiye Mektebi Matbaası Hattatlığı sınavını kazanarak burada hattat oluyor. I. Dünya Savaşında Almanya’ya Erkân-ı harbiye Harita dairesinde hattatlık yapıyor. Burada çalıştıktan sonra istifa ederek serbest çalışmaya başlıyor.
Şişli Camii’nin, Ankara Kocatepe Camii’nin, İstanbul Kadıköy’de Söğütlüçeşme Camii’nin, Kastamonu’da bir caminin, Bahariye’de bir caminin yazılarını yazıyor. Paşabahçe Cam Fabrikasında tabakların üzerine yazı ve süsleme yapıyor. Irak’tan, Şam’dan birçok kişiye hat yazıyor. Yukarıda andığımız mülakatta şunları söylüyor: “Adana’da, Kerkük’te, Irak’ta, Bağdat’ta, Mekke’de, Medine’de, Fas’ta, Tunus’ta, Cezayir’de, Japonya’da, Amerika’da, İngiltere’de, İstanbul’da velhasıl dünyanın her yerinde talebelerim vardır.”
Hattat Hamid Aytaç hem Osmanlı’yı hem cumhuriyeti yaşamış. Her daim duruşundan ve ilkelerinden bir milim sapmamış. Hani meşhur bir söz vardı ya, “Kur’an Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” En güzel hatlar, yazılar hattatlarımızın kaleminden dökülmüş. Hattat Hamit Aytaç’ın kaleminden nice güzellikler döküldü kâğıda. Hat, ebru, musiki, şiir, mimari… Buna benzer birçok uğraş alanı ancak bütüncül bir medeniyet perspektifinde anlam kazanır. Bunların gün yüzüne çıkması, sanatçıların zihninden çıkıp toplumla buluşması daha doğrusu anlam kazanması toplumun eğitimiyle, hissiyatıyla direkt bağlantılıdır. Hepsi özveri ve sabır ister, özen ister… Bizim medeniyetimizde sanatın durmakla, dinginlikle bağları güçlüdür. Hızda, hız çağında bir şey üretilmez. Üretilenler de geçmişin tekrarı ve kalitesiz kopyasından ibaret olur. İnceliği, nezaketi, sabrı kaybetmiş toplumumuzdaki estetik anlayışın, sanatsal kalitenin düşüklüğü üzerine kafa yormak gerekir.
18 Mayıs 1982’de İstanbul’da vefat eden Aytaç’ı rahmet ve minnetle anıyoruz. Rahmet olsun….