1/ Şiirsel söylemle düzyazısal söylem arasındaki karşıtlık ilişkisi, Di’lin çözümlenmesinde/ incelenmesinde temel alınan iki düzeyde belirir: a- Sessel düzey b- Anlamsal düzey. Dil’in konu edildiği her çalışma, bu iki tözel katmandan birine aittir; bir başka söyleyişle, sesi ya da anlamı dışta bırakmak, doğrudan Dil’i dışta bırakmaktır. Burada ses, temelde işitsel bir gösterge dizgesi olan Dil’in yazıya evrilmesiyle de korunan tözel yapıdır;şiir dilinde ritim ya da dilin müzikalitesi bu düzeyde incelenir. Klasik şiirin dizgesi doğrudan bu yapının biçimlendirilmesini esas alır.
Anlamsal( semantik ) düzey ise, Dil’in bir iletişim aracı olarak kurgulanmasında temel insanî gerekçedir: Dil anlam iletir, anlam kurar; yani anlamlı bir bildirişim dizgesidir/ kodudur.Aşağıda açımlayacağımız üzere çağdaş şiirin kuruluşu gündelik( doğal ) dille hesaplaşmaya ve onu ses ve anlam düzeyinde dönüştürmeye/ aşmaya dayalıdır derken, onun anlama/ anlamlandırma kapasitesini olabildiğince çoğaltmaktan, gerçekliğin mümkün olan en yakınına sokulmaktan söz ederiz. Şiirsel söylemin Dil’le/ anlamla/ anlamlandırmayla olan bu belalı ve tersten ilişkisi, onun anlamı yadsıdığı, anlamdan sıkıldığı gibi aforizmatik önermeler kurulmasına yol açmış; dilbilimle, biçembilimle, anlambilimle ve şiirbilimle ilgisiz, kuramsal değeri olmayan ama bütünüyle şairliği ve şiiri gizemlileştirme arzusuna dayalı bir çizgiyi beslemiştir.
2/ Şiirin yapısal özellikleri üzerine söz almanın, şiirsel söylemin dizgesini ve anlamlandırma kapasitesini sınırladığı, onu dondurduğu söylenebilir. Geleneksel sanat eleştirisinin yumuşak karnı bu idi ve onun aşılma gerekçesi tam da burada aranmalıdır.Her sanat yapıtı bir biçimlendirmedir ve çağının görme/ duyma/ bilme biçimi içinden kurulur. Eleştiri, bu biçimin sınanacağı ölçütleri veri alırken, hem verili değerleri gözetmek hem de dönüştürücü dehayı yakalamak zorundadır; zorunda idi. Geleneksel sanat eleştirisi ise kurumsallaştığı ölçüde sistem içine gömüldü ve neredeyse bütünüyle sanatsal dönüşümleri gözden kaçırdı, bir çok dehayı ıskaladı
Elbette verili bilgiyi , bilme biçimini öteleyerek yeni ifade kanalları açan, yeni biçimler kuran sanatçı agorada kolay benimsenmez, yadsınır, yok sayılır.Bu noktada eleştirinin kurumsallaşması elbette bir tehlikedir; ancak bir sanat yapıtı “ üzerinde “ söz almak, bir değerler düzlemine oturmak demektir. Yapıt, verili biçimlemeden ileriye doğru bir dönüşümün, kopmanın ip uçlarını taşıyorsa, eleştiri bunun karşılığını her düzeyde işaret etmekle yükümlüdür. Bu nedenle eleştiri bir “ zar atma” oyunu değildir; eleştirmenin “ zar attığı “ yapıta da sanatçıya da saygısızlıktır. Başka bir söyleyişle: Eleştiri, yaratıcı deneyi gözden kaçırmamak ve dinamik sürecin nabzını sürekli kollamak koşuluyla, o sanat disiplininin yapısal tözü üzerinden hiza- istikamet alacaktır. Böylece, “ dönüşüm / yenilik “ adı altında yapılabilecek savruk deneyler yapıttan ayrılırken, ilgili sanat disiplininin malzeme imkanını öteye taşıyan atak çalışmalar ve ileri biçimsel kurgular ıskalanmamalıdır. Bu bağlamda bir örnek olarak: Tuval resminin ifade imkanlarını aşmak üzere resim disiplini içinden yapılan “ Kavramsal “ işlerin, çoğu kez sanatın bizzat kendisiyle ters düşen, yapılan “ iş” in yapıt olmaklığını tartışmalı hale getiren çalışmaların yeni bir sanatsal aşama olarak sunulduğunu, birazcık dikkatli bir gazete okurunun kotarabileceği kurguların sanat yapıtı olarak sergilendiğini biliyoruz. Şiir ortamında da benzer deneylerin gözlendiğini, doğrudan sese dayalı tekerlemelerle anlamın ketlendiğini, buradan da “ yeni ve genç “ bir şiirselin işaret edildiğini anımsayalım. Öte yandan, dizgenin sınırlarını zorlama pahasına dile yüklenen ve şiirin anlama/ anlamlandırma kapasitesini genişleten her kuşaktan şairin şiiri, elbette eleştirinin dikkatinden kaçmamalıdır.
Bu nedenle biz eleştiri üzerine yazılarımızda, başka nedenler yanında çağdaş sanatın alışılmadık ölçüde yeniliğe dönük yüzünü de düşünerek, eleştiri sorunu içinde “ çözümleme- inceleme” düzeyini öne çıkarmayı, çağdaş eleştirinin artık bütünüyle bu iki düzeyde çalışması gerektiğini önerdik. Eleştirmen, üzerinde söz aldığı yapıtı incelerken/ çözümlerken, kişisel beğeni tümceleriyle yetinmemeli, neyi niçin işaret ettiğinin karşılığını yapıtta göstererek ilerlemelidir. Elbette bu çalışma, sanat disiplininin genel yapısal tözünü koruyacaktır ve özel olarak da çağdaş şiirin temel aksları üzerinden söz alacaktır. Bu kısa sapmadan sonra konumuza dönebiliriz:
3/ Şiir dili, elbette Dil’in tözel özellikleri içinden yapılanır ve kendi dizgeselliğinde bir biçimleniştir; doğal( gidimli ) dilin anlam kapasitesini ileriye doğru aşan bir söylemdir ama her şeyden önce Dil’sel bir kurgudur. Öyleyse, dilin incelenmesinde/ çözümlenmesinde temel olan iki düzeyi, sessel ve anlamsal düzeyi başlangıç alarak konumuzu sürdürebiliriz.
Dilsel her edim, sessel ve anlamsal olmak üzere iki düzeyi içerir derken şunu kastederiz: Sessel bir gösterge dizgesi vardır ve bu dizge doğrudan anlam/ anlamlandırma amaçlı işler. Dil dizgesi, temelde sessel göstergelerle kurgulanmış bir anlam iletici olmak yanında, anlam oluşturucudur; diğer bütün göstergelerden farklı yanı da budur.Dil anlamsal ( semantik) düzeyi nedeniyle insan gelişiminin, onun düşünsel soyutlamalar yapabilmesinin, kavramlar kurabilmesinin, analiz ve sentez yapabilmesinin olanağıdır.Dil, hangi söylemde biçimlenirse biçimlensin, anlam iletici/ kurucu düzeyiyle vardır ; bu düzey söz konusu değilse, bizzat Dil’in kendisi söz konusu değildir.
Söylemek bile fazla: Dilin anlam iletme/ anlam kurma olanağı, yani insanın ulaştığı bu benzersiz gösterge kodu her düzeyden iktidarın kurumsallaşması için de bir olanaktır. İdeolojiler dilde kurulur, kolektif yalanlar dilde oturur( U.Eco: Dil, yalan söylemeye yaramıyorsa başka hiç bir şeye yaramaz); tarih kurgusu, eğitim, ahlâk başta olmak bütün sosyal kurumlaşmalar öncelikle birer Dil’sel kurgudurlar.Öte yandan kolektif ve kişisel bilinçdışının dilsel bir süreç olduğunu da Lacan’dan beri biliyoruz. Faşizm başta olmak üzere, bütün militer toplumsal yapıların, otoriter örgütlenmelerin önce dilde kurgulandığı, insanın gündelik hayatla ilişkisinde önemli birer kerte olan “ söylem” selliğin bütünüyle dilde biçimlendiği zaten yeterince konuşuldu.Bütün bunlar, dilin anlamsal düzeyinin gücünü ve olmazsa olmazını işaret eder. Öyleyse her şeyden önce bir dilsel kurgu olan şiir de , sessel düzeyi unutulmamak koşuluyla bu düzeyde ele alınmalı, incelenmeli ve çözümlenmelidir.Onun anlamla dalaşması, anlamdan boşalma arzusunda değil, verili dizgesellikte oluşan anlamlandırmayı bozma ya da indirgenmiş gerçeklik bilincini genişletme, gündelik dilin anlam kapasitesini uçlara doğru sınama arzusunda aranmalıdır. Bunun bir estetik biçimleme iradesi içinden işlediğini , sessel düzeyi de içeren biçimlemenin bütünüyle anlamlandırmaya dönük olduğunu burada konuşmaya gerek duymuyoruz.
4/ Modern şiirde gündelik( gidimli ) dilin, yani düzyazısal dilin sözdiziminin ve çizgiselliğinin bozulduğunu biliyoruz. Görsel/ sessel bir ritmin yedeğinde anlamsal vurgulamalar yaparak, duyusal verileri karıştırarak, sözcüklerin çağrışımsal gücünü öne çıkararak, özetle imge kurgusundan varlık ve süreklilik alarak yeni bir gerçekliğin altını çizen bu şiirin, anlamlı bir dilsel bütünlük olduğu açık. Düzyazısal mantık büyük ölçüde dilin toplumsal yükünü taşırken, yani çizgiselliğiyle ve sözdizimiyle verili bir ilişkiler alnında devinerek onu yeniden üretirken, modern şiirin mantığı, rasyonelliğin dışta bıraktığı epistemik düzeyleri, örneğin duyusal/sezgisel algıları, düşsel/ mitsel bilme biçimlerini, imgelemin sınırsız olanakları içinde devinen sözcük/nesne ilişkilerini alışılmadık biçimlere taşır; gündelik dilin kireçlenmiş yapılanışı üzerinden her türlü iktidar ilişkisini rasyonelleştiren anlamlandırma süreçlerini kesintiye uğratarak dilin kapsamını genişletir. Dilbilgisi ve sözdizimi kurallarına aykırı da olsa, gündelik dilin mantığını askıya alarak imgeselliğin ürettiği anlam, şiirsel bütünlük içinde ve toplumsalda billurlaşır; bu anlam tikel, biricik ve çok katmanlıdır. Düzyazısal dilin bütün düzeylerde aşılarak/ dönüştürülerek taşındığı bu yeni biçim de elbette Dil’e aittir; sessel ve anlamsal tözünü koruyarak işler.Değilse, zaten Dil olmaktan çıkmıştır ve bir oyun aracına indirgenmiştir.
5/ Peki bir sanat disiplini bütünüyle kendi malzemesine kapanarak, yalnızca malzemesinin imkanlarını sentaksta sınayarak estetik bir ürün ortaya koyamaz mı? Plastik sanatlar, yani mimarî, resim ve heykel düşünüldüğünde bunun yanıtı olumludur. Nitekim, kısmen lirik soyutlamalar olmak üzere geometrik soyutlamalar, bütünüyle malzeme estetiği içinden kurgulanmıştır. Minimal sanat yanında, örneğin resimde renk etütlerine, espas oyunlarına, mekân ilişkilerine dayalı çalışmaları biliyoruz. Müzik ise bütünüyle bir soyutlamadır; salt kendiliktir ( Nietzsche, bu nedenle müziğe diğer sanatların çok üzerinde bir statü tanır) . Sinema, grafik ve fotoğraf sanatında da bir anlamlandırma kaygısı olmadan, doğrudan malzeme etüdüne dayalı çalışmalar söz konusudur.
Dilin malzeme olarak kullanıldığı her biçim, elbette şiir de dahil olmak üzere her türlü yazınsal biçim, Dil’in yukarda konuştuğumuz iki düzeyinden semantik ( anlamsal) düzeyi tözüne içerdiğinden, bunu dışta bırakarak, yani anlama/ anlamlandırma kaygısını silerek salt bir kendiliğe varamaz. Dil’in salt kendiliği, sonuçta bir dilbilgisi kuralları içine yığılmış işaretler toplamıdır, Söz’e dönüşemez; bu ise anlamsızlıktır ki, Dil’in kendisi konu dışı kalmıştır. Peki işitsel/ görsel bir toplam olarak harf, hece, sözcük düzeyinde bir oyun oynanamaz mı?Elbette oynanır, ama ortaya çıkan “ şey” Dil’sel bir yaratı değildir; çünkü semantik( anlamsal ) düzey ketlenmiş ve Dil ortadan kalkmıştır.
Dil toplumsallığın, varlığın/varoluşun koşulu ve sonucudur; yapıntıdır ve iletişimseldir. Anlam iletme/ oluşturma ihtiyacıyla tarihe giren bu kodlama, elbette insan zihninin benzersiz zenginliği içinden, “ varlığın sınırı “ düzeyinde belirleyici bir dizgedir. İnsanın kurguladığı Dil dizgesi, kendi gelişiminin en önemli koşulu olduysa, bunun nedeni Dil’in anlam düzeyidir. Özneleşme, öznede fenomenal bilinç içeriğinin oluşması, nesneyle, dünyayla ve ötekiyle ilişkilerini anlamlandırabilmesi, soyutlama becerisi, evrensel olgularla yüzleşebilmesi, varoluşu ve diğer sorunsalları düşünce düzeyinde yaşantılaması hep Dil’sel bir faaliyetin sonucudur. Bu faaliyetin “içinde “ oturduğu Dil doğada yoktur, yapıntıdır. Oysa, örneğin plastik sanatların, müziğin malzmesi kendinde gerçeklik halinde doğada vardır ve oradaki varlığıyla bile “güzel”in kaynağı olabilir : Su ya da yaprak sesi, doğada gözlenen çeşitli renk ve biçimler, elbette modern sanatta dönüştürülerek estetik bir gerçekliğe ulaşmak üzere, kendiliğinden de güzeldir; estetik biçimleme, doğadaki malzemenin toplumsal/tarihsel koşullar ve parametreler içinden dönüştürülmesidir, aşılmasıdır. Sanat tarihinde mimetik biçimlendirmenin/ mimesisin sonlanması, dışavurum, biçimbozma ya da soyutlama iradesi, son tahlilde zaten doğada var olanı başlangıç alır ve oradan dönüşür. Salt kendilik halinde doğadaki malzemenin incelenmesinde/ çözümlenmesinde semantik bir düzey söz konusu değildir; bu düzey daha sonra ve özellikle moderniteyle birlikte biçime el koymuştur. Örneğin, bir heykele, hiçbir anlam aramadan estetik bir nesne olarak bakabiliriz; bir müzik eseri dış dünyadaki bir durumla değil doğrudan içerdiği sessel örgüyle bütünleşerek dinlenir, dinlenmelidir.Renklerin özgül değeri zaten bir güzellik bağışlar; temsilî özellikleri ise ifadeyle bağımlıdır, tarihseldir.
6/ Dil’in kendisi ise bir bildirişim kaygısının, bir iletişim çabasının sonunda ortaya çıkan işaret sistemidir; insanî, sosyal, tarihsel, düşünsel boyutları vardır, yani dilbilim bir dilbilgisi değildir, anlambilimden yalıtılarak konuşulamaz ( konunun bu yönü edebiyat eleştirisini de doğrudan ilgilendirir ve ayrı bir çalışma gerektirir). Dil’in kullanıldığı yerde bir anlama/ anlamlandırma çabasına dayalı olarak bildirişim kaygısı vardır.Şiir de anlamlı bir estetik bütünlük olarak Dil’i kullanır ; tersinden söylersek: Şiir elbette öncelikle Dil’sel bir bütünlüktür ama Dil’den ibaret değildir; İnsana, topluma, tarihe, düşünceye dair bütün bir hayatı işaret eder, nesneyi ve dili bunun için dönüştürür, kurduğu estetik düzey gündelik dilden kaçan duyusal/ düşünsel anlam alanlarıdır. Mikhail Bahtin’in dediği gibi, “ şairin yaratısı ( da cs. ) dilin dünyasına oturmaz, orada bulunmaz, şair yalnızca dilden yararlanır. Malzemeye ilişkin olarak sanatsal amaçla koşullanmış olan sanatçının işi, malzemeyi aşmaktan ibarettir.” Malzemenin aşılması, verili dizgeye bağımlı anlamlandırma örgüsünün aşılmasıdır; böylece dil, toplumsalı yeniden üreten yapısından çözünerek sanatçının kişisel eksenine oturur, onun imgesel evreni içinden tikel bir hakikati açığa çıkarır. Burada kurulan/ kurgulanan şey “ yeni bir Dil “ ya da “Dil’in yadsınması “ değildir. Dil’i toplumsala bağlayan hiyerarşi, her düzeyde iktidar, tarih ve ahlâk kurgusu, ideolojik kanallar , varlık, olgu ve tüm yanıtlar sorunlaştırılmıştır. Dil’in mantık sınırları zorlanmıştır; doğal( gündelik, gidimli ) dilin kodlarını aşacak biçimde öne alınan sapmalar, çağrışımsal sezdirmeler üzerinden iletişimsel bir kanal açılmış ve anlamlı bir estetik bütüne varılmıştır.
Burada Dil gidimsizdir ve doğal dile karşı maddileşerek, duyusal/düşünsel hacmini genişletmiştir.Zihnin, algının, dilsel alışkanlıkların ve zekânın yöneldiği gerçeklikten yeni hakikatleri açığa çıkarmak, estetize edilmiş şiirsel bildirişimi kurmak üzere bir “ Karşı-dil”e varılmıştır. Şiir kendinde işaretli bütün hakikatiyle toplumsalı, tarihi, zamanı ve insanı içeren, bunun için bütün bilgibilimsel dolayımları paralize eden bir mesajı, elbette evrensele ilmekler atarak bir “ Karşı-dil”e taşımıştır. ( Şiir, Dil’i konu edinmez, dolayısıyla bir üst- dil değildir.
Doğrudan dili konu edinen dilbilgisi ve kimi eleştirel metinlerdir üst-dil.Şiirin dille ilişkisine gizem katmak, şairi yüceltmek üzere şiir dilini yanlış kavramlarla, temelsiz sıfatlarla nitelemek , özdeyişlerle ve metaforlarla bezeli ışıltılı kuramsal(!) sözler söylemek, dil/ anlam düzeyindeki bütün poetik konuşmaları sekteye uğratır, uğratmıştır. Elbette doğal dile karşıt, onun çizgiselliğini ve dizgesini bozan, anlama/ anlamlandırma kapasitesini genişleten, toplumsalı yeniden üreten bütün yapı taşlarını söken, yani bir bildirişimsel malzeme olarak gündelik Dil’i aşan bir söylemsel yapı söz konusudur. Bu yapıyı adlandırma çabasının aforizma söyleme hevesinden arınması, açıklanabilir olması, kendini şiirde ve Dil’de işaret edebilmesi gerekir.Bu bağlamda, şiirsel söylemin içeriğini kapsaması, çözümleme potansiyeli, Dille olan sorununu onun varlık özelliklerini veri alarak yani Dil’i yadsımadan ama onun dizgeselliğine karşıt bir dil mantığının altını çizerek aşmaya çalışması bakımından İsmail Mert Başat’ın önerdiği “ Karşı-dil “ terimini uygun buluyor ve kullanıyorum.)
Şiirsel söylemin Karşı-dil’inde Dil maddileşmiştir, bireşimseldir, tikeldir, sözcükler dikey eksende seçilirler, çağrışıma dayalı bir imge kurgusu içinden anlamlandırırlar.Gündelik dildeki gidimli yapı bozguna uğratılmıştır. Şiirdeki sözcükler birbirleriyle ilk ve son kez öyle bir ilişki içindedirler; bu nedenle de her türlü yükten, hikayeden, ilintiden kurtarılmışlardır.Şiirdeki toplumsal bağıntıyı oluşturmak üzere bu halleriyle, bakir olarak, şair öznenin lirik etkisine açılırlar.
7/ Doğal dil şeffaftır, çizgiseldir ve anlamı sabitler.Vargıları dilsel açıdan sorunsuzdur, doğrudandır, uzlaşımsal olana gönderir. Bildirişim sürecinde sözcüklerin çağrışımsallığı öngörülmez; her sözcük saymaca bir olguyu işaret eder. Karşı-dil halinde örgütlenmiş şiirsel söylem ise aklın, rasyonel bilginin, sabitlenmiş olgunun ve anlamın sınırlarını ihlâl eder; yanıtın değil sorunun peşindedir ve böylece her türlü iktidar dizgesini bozmak üzere dilin anlamlandırma kapasitesini her düzeyde zorlar. İkili düşünce dizgesini diyalektik olarak aşar, zamanın ve mekânın verili algısını çözündürür. İndirgenmiş gerçekliği öncelikle dilde aşmak üzere düşünsel imge kurgusuyla kendi hakikatini yine kendinde işaret eder. Ama bu kendine kapanmış bir anlamlandırma değildir; şiirin Karşı-dil’i her koşulda dünyaya, topluma, nesneye varmak üzere örgütlediği mesajını, düşünsel imge halinde okuruna teslim eder.
Okurda süren yaratıcı süreç de öncelikle dilseldir ama kesinlikle anlama/ anlamlandırma kapasitesini genişletmek üzere iş gören bir estetik süreçtir.Doğal dil, tanımlanmış/ tamamlanmış bir dünya vaat ederken, şiirin dünyası bir eksiği duyurur, tanımlanmışta indirgenen gerçekliği öncelikle dilde deşifre eder. Duyusal karmaşayı, sezgiyi, çağrışımı, yan anlamı seçerek verili gerçekliği sorunlaştırır. Bu nedenle verili anlamla başı derttedir, ona karşı dili yeniden örgütler. Yığınla saçmalığa, yanlışlığa, poetik ketlenmeye neden olan “şiir anlama düşmandır, şiir anlamdan sıkılır “ benzeri aforizmatik/ gizemlileştirici tanımlarım beslendiği kavşak tam da burasıdır.Şiir verili/ tanımlanmış/ sabitlenmiş/ iktidarı aklîleştiren anlamlandırma dizgesi halindeki doğal dile ve oradan serpilen ideolojik alana elbette karşıdır; modern şiir bu karşıtlık temelinde dille belalı bir ilişki içindedir.Şair de, Dilde kurgulanan bütün bir tarihin, iktidarın, ideolojik kurumların, kişisel ve toplumsal bilinçdışının, gerçeklik algısının öncelikle yine Dil’den/ Dilde söküme alınması gerektiğini ; tarihin, insanın, doğanın ve hayatın öncelikle Dil’de kendi hakikatini sezebileceğini, sorunlaştırılan bütün bilme biçimleri içinden sadece şiirin biçimlendirdiği Dil’le çıkılabileceğini bilir.Bu nedenle de,en başta işaret ettiğimiz üzere şiirin Karşı-dili ses/ritim başta olmak üzere bütün öğeleriyle,öncelikle dilin semantik (anlamsal) düzeyine dönük çalışır.
İşlek imge örgüsü, yüzey yapı- derin yapı ilişkisi,sessel bağıntılar ve ritim, sözcük ilintileri ve yatay/ düşey eksen yapılanması, çağrışımsallık ve yan anlam dizgesi sonuçta şairin dünyayla, varlıkla, varoluşla, toplumsalla, bilinç ve yaşantı içeriğiyle giriştiği bir anlama/ anlamlandırma sancısını Dil’de açığa çıkarmaya yarar. Hemen her düzeyde indirgenmiş, ıslah edilmiş, çağrışımsallığı budanmış, dizgeselliği içinden bir toplumsal huzur vaat eden muktedir dile cepheden bir örgütlenmedir şiir.Böylece dil, sonsuz bir anlamlar olanağına dönüşür.Gerçeklik olası çoğulluğuyla sezilir ve bu çoğulluk içinden dünyanın eksiğini gidermeye aday bir anlamlandırma sezilir.Zihnin saf bir yaratısı olan imge için dil, en bâkir alanlara sürülür, sözcükler yükünden/ kirinden arıtılır ve hiç denenmemiş ilişkilere sokulur. Modern lirik şiirin vaat ettiği hakikatin ve düşünsel hazzın kaynağı da, bu ilişkilerden açığa çıkabilecek anlam alanlarıdır.