Menu
Şehri Şehrengizden Okumak
Deneme/İnceleme/Eleştiri • Şehri Şehrengizden Okumak

Şehri Şehrengizden Okumak


Kadim edebiyatımızın hakkında çok az fikir sahibi olunan bir türüdür şehrengiz. Farsça şehr ve engîz (harekete getiren, karıştıran) kelimelerinden oluşsa da birçok edebiyat tarihçisine göre divan edebiyatına Türklerin kazandırdığı bir nazım biçimidir. Çok farklı şekillerde tanımlansa da en yaygın ve kabul görmüş tanımı şöyledir: Bir şehrin güzellerini ya da bir şehrin güzelliklerini anlatan manzum eserlerdir. Bu türün ilk örneklerinin XVI. yüzyıl başlarında görülmeye başlandığı ve kısa sürede yaygınlık kazandığı bilinmektedir. Mesîhî`nin Edirne`ye dair şehrengizinin ilk, Zâtî`nin aynı şehir hakkında kaleme aldığı eserin ise ikinci şehrengiz olduğu sanılmaktadır. Nitekim türün adının da Mesihi`nin şehrengizinde geçen “İlâhî buldurup sözüme rağbet / Bu şehrengîze ver şehr içre şöhret” beytinden mülhem bir şekilde koyulduğu düşünülmektedir. Tanımından da anlaşılacağı üzere şehrengizleri, bir şehrin sadece gezip görülmeye değer doğal güzelliklerini, tarihî mekânlarını ve sosyal özelliklerini anlatanlar -buna Lâmiî Çelebi’nin Bursa şehrengizi örnek olarak gösterilebilir- ve bir şehrin şöhretli güzellerini ve onlara duyulan muhabbeti anlatanlar olmak üzere iki grupta incelemek mümkündür. 

Şehrengizler içinde en çok karşılaşılan ise ikinci gruptakiler yani bir şehrin güzellerini anlatan şehrengizlerdir. Şehrengizler içinde bir şehrin güzellerini anlatan şehrengizlerin daha büyük bir yer kaplaması divan şiirinin insan odaklı bir poetikaya yaslanmış olması ile açıklanabilir. Divan şiirinde mekân insan ile anlam kazanır. Mekânı anlamlı kılan orada bulunanın varlığıdır. Fatih Sultan Mehmed (Avnî) klasik Türk şiirinde güzellerle dolu olması nedeniyle meşhur olan Galata semtini dolayısıyla İstanbul`u şiirine taşır. Cenneti bile unutturacak kadar güzel olan Galata`daki servi boylu güzeli görenin gözlerinin başka hiçbir şey göremeyeceğini “Bağlamaz firdevse gönlini Kalâtâyı gören / Servi anmaz anda ol serv-i dil-ârâyı gören” beytiyle dile getirir. Osmanlı`nın en geniş sınırlarına ulaştığı ve bir cihan imparatorluğu olarak adlandırılmaya başlandığı yılların en kudretli padişahı Kanuni Sultan Süleyman (Muhibbî) ise sevdiğine: “Sitanbûlum Karamânum diyâr-ı milket-i Rûmum / Bedahşânum u Kıpçağum u Bağdâdum Horâsânum” diyerek seslenir. 

Yukarıdaki beyitlerde şehrin insanla/sevgiliyle anlam kazanıldığının ifade edildiğini söyleyebiliriz. Bu minvaldeki örnekleri çoğaltabiliriz. Kısaca divan şiirinde sevgilinin yaşadığı yer olarak bilinen, bir yaklaşma mekânı olarak karşımıza çıkan kuy- ı yar; aşığın ulaşmak istediği menzildir ve sevgili orada olduğu için güzeldir. Eskiler, “Şerefü`l-mekân bi`l-mekîn” derler. Yani bir yerin şerefi, orada oturandan gelir. Nitekim Farabi “Erdemli Şehir (El Medinetü’l Fazıla)” adlı eserinde ideal bir şehri, âlim ve erdemli kişilerin bulunduğu yer olarak tanımlar. Dolayısıyla eskilerin şehre, genel olarak insan odaklı yaklaştıklarını söyleyebiliriz. Nitekim Fatih Sultan Mehmed (Avnî), Hüner bir şehir bünyâd etmektir/ Reâyâ kalbin âbâd etmektir beytiyle şehri mamur etmekten maksadın insanı mamur etmek olduğunu dile getirir. 

Biz geçmişten bugüne bazı şehirleri insana ait sıfatlar ile zikrederiz. Misal; Medine-i Münevvere (nur saçan şehir), Mekke-i Mükerreme (kerem sahibi) ya da Şam-ı Şerif (şeref veren). Hatta buna yakın geçmişten Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi örnekleri de ekleyebiliriz. Bütün bunları şehrin merkezine insanın konulduğuna delil olarak göstermek mümkündür. Âşık Paşa`nın zaman insandır. İnsan iyiyse zaman da iyidir, sözünden ilham alarak şöyle diyebiliriz: Mekân insandır. İnsan iyiyse mekân da iyidir. Bilindiği gibi İslâm edebiyatında aşk, ilâhî ve beşerî olmak üzere iki türlüdür. İlâhî aşktan “hakiki aşk”, beşerî aşktan da “mecazî” veya “uzrî aşk” olarak da bahsedilir. Divan şiirinde aşk muhtevası içerisinde ele alınan her durumda bu temel anlayışın izlerini görürüz. Tasavvuftaki yaratılış fikrinde Allah hüsni mutlaktır. Âlemdeki tüm varlıkta bu güzelliğin bir tecellisidir. Bu tecelli de en çok eşref-i mahlûkat olan insanda karşımıza çıkar. Sevgiliye duyulan aşk Allah`a duyulan aşka bir köprüdür ve sevgilinin güzelliği Allah`ın güzelliğinin tecellisidir. Yenişehirli Avni`nin “Çünkü sen ayine-i kevne tecelli eyledin/Öz cemalin çeşm-i âşıktan temaşa eyledin” beytinde söylediği gibi Allah, âşıkların gözünde kendi özünü görmektedir. Beşir Ayvazoğlu Hoca`nın Aşk Estetiği olarak adlandırdığı bu anlayış şehrengizlerin de çıkış noktasını oluşturur. Dolayısıyla bu metinlerde insanın ön plana çıkarılmasını divan şiirinin tasavvufa dayalı yaratılış fikriyle ve aşka dayalı estetik anlayışıyla da açıklayabiliriz. Nitekim Taşlıcalı Yahya, İstanbul şehrengizindeki: “Nazar kıl ol göz ile kaşı gözle/ Bu nakşı fikr idüp nakkāşı gözle” beytiyle yaratılandaki hikmeti gösterip yaratanın musavvir sıfatına dikkat çekmeye çalışmaktadır. Taşlıcalı Yahya mezkûr eserinin bir başka yerinde ise: “Çü sırrı kudretündür dilde fikrüm/ Güzeller adı olsa nola zikrüm” diyerek eserinde her ne kadar güzelleri zikretse de gönlündeki düşüncesinin Allah`ın kudretinin sırrı olduğunu söylemiş şehrengizinde güzelleri anlatmasının sebebini böylece açıklamıştır. Tıpkı Karacaoğlan`ın daha sarih bir Türkçe ile: “Güzel sever diye isnad ederler/Benim Hakk`tan özge sevdiğim mi var?” dizelerinde söylediği gibi. 

Şehrengizlerde bazen adlarıyla bazen meslekleri ile zikredilen; bazen fiziksel güzelliğiyle bazen de güzel huyları ön plana çıkartılan kişiler erkek güzellerdir. Bu durum bazı edebiyat araştırmacıları tarafından yanlış anlaşılmış, buradan yola çıkarak şehrengizlerin sapık duyguları yansıtan metinler olduğu iddia edilmiştir. Bu haksız değerlendirmelerin kaynağında bazı şehrengizlerde güzellerin müstehcen bir şekilde tanıtılmış olması yatıyor olabilir. Hakikaten şehrengizler arasında bu minvalde sayılabilecek örnekler bulunmakla birlikte bunların sayısı oldukça azdır. Bu az sayıdaki örnekten yola çıkarak tüm şehrengizler hakkında bu şekilde mesnetsiz ve suizan ile dolu bir yargıya varmak son derece haksız bir tutum olacaktır. Şehrengizlere yönelik bu yanlış yaklaşım daha yazıldıkları dönemde ortaya çıkmış olmalı ki bazı şairler içerisinde müstehcenlik bulunmamasına rağmen eserlerinin hatimesinde yanlış anlaşılma endişelerini dile getirerek okuyucuların irfanına sığınmışlardır. Aslında İslam fıkhının tamamen hâkim olduğu bir toplumda söz konusu güzellerin erkek olması pekâlâ anlaşılabilir bir durumdur. Hatta bu tür eserlerde güzeller için âfet, şuh, mehrû, işveger, mahbûb, dilber, hûbân, bütân gibi kadınlara mahsus nitelemeler kullanılmış olmasına rağmen söz konusu kişilerin erkek olması İslam fıkhı ve dönemin toplumsal yapısıyla açıklanabilir. Şöyle ki haremlik - selamlık ve tesettür gibi uygulamalar ile kadın zaten toplumsal hayatta aleni bir şekilde görünür değildir. Ayrıca bir şehrin güzelleri olarak birilerinin mahremi olan kadınların isimleriyle zikredilmesi hoş görülebilir bir durum da değildir. Bu sebeplerle şehrin güzelleri dendiğinde akla öncelikle bir şehrin en görünür yüzü olan erkek esnafların gelmesi tabiidir. 

Yukarıda örnek beyitler verdiğimiz Taşlıcalı Yahya`nın İstanbul Şehrengizi`nde her güzel üç beyit ile anlatılmıştır. Şair, halk arasında yaygın olan üç ihlas-ı şerif okuma ya da üç ihlas ile Kur`an-ı Kerim`i hatmetme alışkanlığından ilham alarak böyle yaptığını anlatır. Görüldüğü üzere gerek konusu gerek konusunun işlenişi açısından şehrengizler de Türk İslam edebiyatının bir şubesi olarak kabul edilmelidir. Başında tıpkı Türk İslam edebiyatının diğer türlerinde olduğu gibi besmele, hamdele, salvale, tevhid münacat gibi bölümlerin bulunduğu, şairin asıl asıl konuya gelmeden önce bu bölümlerde Allah`ın inayetine ve merhametine sığındığı, genellikle devrin halife padişahlarına sunulan bu tür hakkında oluşmuş haksız kanaatlerin peşini bırakıp şehrengizlerin bir dini metin oluğu hakikatini unutmayalım. Son zamanlarda haklı bir ilgi gören Mitat Enç`in Uzun Çarşı`nın Uluları`nı da bu türün çağdaş bir yorumu olarak düşünebiliriz. Hakkında çok az fikir sahibi olduğumuz bu türün hakkıyla okunmasının nice Uzun Çarşı`nın Uluları`nın yazılmasına ilham olacağını umut ediyoruz.


FATİH

İlk ve orta öğrenimini Adana`da yaptı. Çukurova Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı lisans, Uludağ Üniversitesi Türk İslam Edebiyatı yüksek lisans mezunudur. 10 yılı aşkın bir süredir Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Türk edebiyatı, dili ve kültürü ile ilgili okumalarını bir verime dönüştürme gayretiyle yazmaya ve üretmeye çalışmaktadır.

Daha fazla görüntüle