
Ölüm çok eski bir gerçektir ama herkese yeni gelir, sözünü Turgenyev’in Babalar ve Oğullar romanından okuyalı yıllar oldu. Yirmili yaşların sonuna doğru okuduğum bu sözü, hem bir deftere hem de zihnimin bir köşesine kaydettim. Ondan sonra da bir daha hiç unutamadım. Unutamadım çünkü unutmaya fırsatım olmadı. Ölüm, Cahit Sıtkı’nın “sabırsız atı” gibi etrafımda kişneyip durdu. Ölümün her kişnemesinde Turgenyev’in o mahut sözü zihnimin köşesinden kalkıp yürüdü, ölüme dair bakışımı sürekli tazeledi.
Evet, ölüm çok eski bir gerçek ama hepimize yeni geliyor, hepimize yeni bir yüzle geliyor. Çünkü biz insanlar sadece ölümün hikâyesini biliyoruz, başkasına dair öyküsüne tanık oluyoruz. Bu açıdan ölüm, bizatihi tecrübe edebildiğimiz ve tecrübe aktarımı yapabildiğimiz bir olgu değil. Ölüme dair bütün söylediklerimiz teorik bir boyuta sahip. Ölüm yaşamsallığımızı alıp götürdüğü için geri dönüp ondan bahsetme imkânımız yok. Bu nedenle hepimize yeni gelen bu en eski gerçekliğin sadece arkasından konuşabiliyoruz. Onunla yüz yüze geldiğimizde ise konuşma imkânımız yok oluyor. İnsan oluşumuzun en trajik yanlarından birisi bu olsa gerek. Hayatımızın en önemli olgusuna dair nerdeyse tecrübeye dayalı hiçbir şey bilmiyoruz. Bildiklerimiz sadece rivayetler ya da bir başkasının ölümüne dair anlatılar. Ölüm bizim için hep bir başkasının gerçeği. Ancak biz öldüğümüzde bize ait olacak olan bu gerçekliğin mahiyetinden habersiziz. Ölümün arkasından konuşma nedenimiz bu. Oysa o hep bizim yüzümüze konuşuyor.
İlk materyalistlerden Epikür gibi “Ölüm varken ben yokum. Ben varken, ölüm yok. O halde üzülecek ne var?” diyerek ölüme karşı görünüşte gayet sağlam bir savunma mekanizması geliştirebiliriz. Yüzeysel bir bakışla bakıldığında Epikür’ün tezi gayet mantıklı görünüyor: Ben varken ölüm yok; ölüm varken de ben yokum. O halde ölüm denen canavardan korkmaya, ürkmeye ne gerek var? Hatta ölümü ciddiye alamaya da gerek yok bu açıdan. Epikür’ün bu yaklaşımı, ölümle birlikte ölüm sonrası hayatın da mutlak reddi anlamına geliyor. Bu yaklaşım aynı zamanda dünya hayatının kutsanmasıdır da. Ölüm yoksa, ölümle birlikte ölüm sonrası hayat da yoksa, yaşam denen muammanın yükünü hazlarla hafifletebilirim. Ne de olsa hayatın nihai hedefi bedensel hazların sürekliliğinden oluşan bir esrimedir. Hedonizm etiği. Ölümü yok saymaya, unutmaya ve unutturmaya yönelik bir karartma tekniği. Fakat ölümü bu şekilde yok sayma taktiği ne kadar benimsenirse benimsensin insanın ölüme yönelik korkusunu, kuşkusunu gidermeye yetmiyor. İnsanın içini yakıcı bir acaba ünlemi yoklayıp duruyor sürekli. Çünkü ölümün bu şekilde inkârı hayatı daha anlamlı kılmıyor ve ruhun derin ihtiyaçlarına cevap vermiyor. Çünkü ruhun itminanı bedeninkinden çok daha ulvî ve yoğun gereksinimler istiyor. Bu gereksinimlerin dünyanın geçici hazlarıyla elde edilmesi ise mümkün değil. O halde Epiküryen ölüm doktrinini deve kuşu sendromuna havale edip geçebiliriz.
Byung- Chul Han, Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü adlı kitabında kapitalist Batı medeniyetinin bütünüyle ölümü unutmak üzere dizayn edildiğini söyler. Eğlence sektöründen savaş endüstrisine kadar birçok şey buna dâhildir. Modern dünyanın aşırılıklarının neredeyse tamamı ölüm dürtüsünü unutmaya/aşmaya yönelik bir yansıtma biçimidir. Ernest Becker de meşhur kitabı Ölümü İnkar’da, Chul Han’a benzer bir tez ileri sürüyor. Becker’e göre de modern Batı uygarlığı ölümü inkâr üzerine temellenmiştir. Baş döndürücü haz ve hız, bedenin estetik yüceltimi, kozmetik sanayi, tüketim kültürü, anti-aging(yaşlılıktan kurtulma) gibi birçok modern rağbet biçimleri ulvî ve anlamlı bir hayat bulamayan modern bireyin kendi kendini narkozlama biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Viktor Frankl’ın dediği gibi varlığına bir anlam veremeyen, bu nedenle anlam arayışı sona eren insan, kendini hazlarıyla cezalandırıyor. Oysa Jung’un belirttiği gibi insan temelde varoluşunu güvence altına almak isteyen bir varlıktır ve anlamsız bir hayata hiçbir şekilde katlanamaz. Katlanabilmesi için unutması gerekir. Başta ölümü, sonra ölümle aydınlanan hayatı ve elbette Tanrı’yı…Mümkünse, unutmak dâhil her şeyi unutması gerekir modern insanın. İşte bin bir çeşit ambalajla sarmalanan ve servis edilen modern dünyanın göz alıcı metaının hikâyesi biraz da bu. Bu hikâye tüm yeryüzünü kuşatan küresel narkozlama sisteminin dışa vurumu. Modern insan unutarak yaşamak istiyor. Hayatına bir anlam vermediğinden ölümle birlikte tüm metafizik yüklerinden kurtulmak derdinde. Tanrı’nın öldürülmüş olması artık ona yetmiyor, ölümle birlikte Tanrısal olan her şeyin unutulması ve öldürülmesi gerekiyor.
Diğer yanda ise modern insanın habersiz olduğu bir dünya var. Bu dünyada ölüm unutulmaması gereken bir olgudur. Çünkü ölüm hayatın tersinden anlamıdır. Öyleyse, “Ölümü çokça hatırlayınız” diyen peygamber buyruğuyla onu unutturmaya çalışan Batı uygarlığı arasındaki derin tezadı nasıl aşacağız? Peygamber buyruğu ölümü öldürerek ölüm sonrası hayata hazır olmayı ön görürken modern uygarlık insanı hazların içerisinde mumyalamaya çalışıyor. Çünkü modernliğin öte dünyası ve sonsuzluk anlayışı, arayışı yok. O bütün gayretini bu dünyanın mutlaklaştırılması zehabına adıyor. Deniz suyunun içtikçe çoğalan serabına…
Oysa bütün kadim öğretilerin ortak inancı ölüm sonrası hayata odaklanır. Ölüm sonrası hayatın varlığı da insana dünyadaki konumunu ve sorumluluğunu hatırlatır. Ölümü hatırlayan insan varlığı ve eşyayı yerli yerine koyar, niçin yaratıldığını bilir, anlamsızlık ve hiçlik uçurumuna düşmez. Çünkü kadim öğretiler insana, büyük soruların cevaplarını vererek varoluşsal bir emniyet alanı açar.
“Bu dünyada bir yabancı ve yolcu gibi ol ve kendini ehl-i kubur arasında say!” diyen Peygamber buyruğu, hayatın ve ölümün gerçek değerini belirler. Bu değeri hayat düsturu haline getirenler ise ölümün terbiyesinden geçmiş olurlar. Ölümün terbiyesinden geçenler hayatın bir emanet olduğunu da bilirler.
*Ece Ayhan’dan
1973’te Samsun Terme’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Edebiyat ve sosyoloji okudu. Şiir ve yazılarını Dergâh, Hece, İtibar, Karabatak, Mahalle Mektebi, Yedi İklim, Edebiyat Ortamı, Yitiksöz dergilerinde yayımladı. Kahramanmaraş’ta yaşamakta, yazı çalışmalarına burada devam etmektedir. Yayımlanmış eserleri:Söz Hakkı (2011, Şiir)Dünya Hatırası (2016, Şiir)Tanışmak İnsanı Yorar(2021,Şiir)